Ortadoğu’da petrol ve bitmeyen savaşlar

Ortadoğu’nun kaderi 1900’ların başında bu bölgede petrolün bulunmasıyla bir anda değişmeye başladı. Önceleri uzak doğuya giden ticaret yollarının kapısı olarak ilgi gören ve sürekli emperyalistlerin denetlemek için hummalı çaba içinde olduğu bu bölge, petrol ile birlikte giderek daha fazla önem kazanmaya başladı.

Emperyalistler arası kavganın, odak noktalarından biri haline geldi. Bakü petrolünün 1873’den itibaren sondajla çıkarılmasıyla İstanbul ve Çanakkale boğazların önemi Rusya’nın sıcak denizlere inme isteğine bir de, petrolün güvenli taşınması adı altında bir kez daha önem kazanmış oldu. Bu tarihten başlayarak bölgedeki etnik ve inanç kimliklerinin görünür olması, yer yer çatışmaların yaşanması da gündeme gelmeye başladı. Bölgede hakimiyet kurmak, kendine nüfus alanları yaratmak isteyen emperyalist ülkeler etnik ve inanç kimlikleri üzerinden kendilerine tutunacak alanlar yaratma çabası içine girdiler.

Petrolün İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinden batıya taşınması, batının boğazlara ve bir bütün olarak Osmanlılarla içinde oldukları ilişkilerinin muhtevasını değiştirdi. Süre gelen politikalarda değişikliğe gitmelerine neden oldu. Boğazların güvenliği ve denetiminin kimde olacağı sürekli tartışma konularından biri olmaya başladı.

1908 yılında İngilizlerin İran da petrol çıkarmasıyla, Almanlarda Ortadoğu’ya inmiş bölgede araştırmalar yapmaya başlamışlardı. 1871 yılında bir Alman yer bilimci tarafından varlığı tespit edilen Musul ve Kerkük petrolleri bölgeyi giderek daha önemli bir hale getirirdi. Bu aynı zamanda “Makine sanayinin gelişmesi ve otomobilin yaygınlaşmaya başlaması üzerine yeni petrol yataklarının bulunması ve işletilmeye açılmasına ihtiyaç duyulmuş ve sanayileşmiş ülkeler 1900’lerin başından itibaren petrol bölgelerinin paylaşılması” [1] mücadelesine başlayarak, sonunda Birinci Paylaşım Savaşına girmekten ve Osmanlı topraklarını acımasızca paylaşmak için açık ve gizli planlar yapmaktan kendilerini alıkoyamamışlardı.

Berlin-Bağdat Demir Yoluyla Almanlar aynı nedenlerle Ortadoğu’ya inmek istediler. Osmanlıyla sıcak ilişkileriyle bu bölgeleri ve bu bölge petrolünü denetlemek istediler. Alman emperyalizmi Ortadoğu ile yetinecek gibi gözükmüyordu. Osmanlının geleceğinin Türk dünyası ile birleşmede olduğu fikrini ortaya atarak tartışılmasını sağlamakla kalmadılar, Pan-Türkçü akımların gelişmesinin önünü açtılar. Sarıkamış’ta son bulan doğu seferi bu yoğun ideolojik söylem altında planlandı. Türk Dünyasını birleştirme adı altında başlatılan doğu hareketi aslında Bakü petrollerinin Almanya adına denetlenmesi anlamına geliyordu. Bütün planları Alman Genelkurmayında yapılan doğu harekatı/seferi ne yazık ki; Sarıkamış’ta binlerce askerin bir tek mermi atmadan soğuktan donarak ölmesiyle son buldu.

Ancak Almanların henüz petrol hevesleri son bulmamıştı. Çar rejiminin 1917 başlarında çöküşü, aynı yılın sonlarındaki Bolşevik ayaklanması ve Rusya İmparatorluğunun parçalanması olayları, Almanlarda, Bakü petrolüne el koyma ümidini yeniden uyandırmıştır. 1918 Mart ayında imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasıyla Bakü’ye sızma ve Bakü petrolünü ele geçirme yollarını aradılar. Anlaşma ile Almanlarla Ruslar arasındaki düşmanlıklar sona eriyordu. Ancak, Almanların isteği olan Bakü petrollerine ulaşmaları pek kolay değildi. Hatta bu konuda Daniel Yergin, Almanlar ve Lenin’in yaptığı anlaşma ile Almanların, Türkleri durdurarak, petrolü ele geçirmelerini engellemek şartıyla, petrolden pay alacaklarını ifade etmişlerdir.[2]

Ancak Bakü’yü ellerinde tutan Bolşevik Bakü Komünü buna razı olacak durumda değildi ve şu ifadelerde bulunuyorlardı: “Ne zaferde, ne de yenilgide, Alman çapulculara alın terimizle ürettiğimiz petrolden bir damla vermeyeceğiz. ” Böylesi kritik bir dönemde Bakü petrollerinden yoksun kalmak Almanlar için ağır bir darbe oldu. 1918 Ekiminde Almanlar için savaşta dayanılabilecek süre iyice kısalmıştı. [3] Petrolle ulaşamayan Almanya açısından savaşı sürdürmek artık çok güçtü.

Zaten İngiliz ve Fransızlar da boş durmadılar, bölge halklarıyla yakın ilişki kurarak güneyde Arap ve Kürt milliyetçiliği üzerinden, doğuda Ermeni halkıyla ilişkileriyle bölgede kendilerine tutunacak zemin yaratmaya çalıştılar. Dört yıl süren savaşın galibi İngilizler ve Fransızlar, Ortadoğu’da kendi kontrollerinde daha küçük, güçsüz uydu devletler üzerinden Ortadoğu’da söz sahibi olmak için, cetvelle sınırlar çizdiler. Petrol artık vazgeçilmez olduğu kadar kanlı savaşlarında nedeni olacaktı. Churchill’in donanma gücünü arttırmak için yakıt olarak kömür yerine petrolün kullanılmasını önerdiği andan itibaren çok daha fazla ve çok daha kanlı hesaplaşmaların habercisiydi. Bu yüzden; Churchill, 1936’da Avam Kamarası’nda “bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir” diyebilecekti…

İki paylaşım savaş arasındaki dönemde emperyalistlerin petrol savaşı son bulmadı. Bakü petrolleri Sovyetler Birliği sınırları içinde kaldığı için rekabetin dışında kalmıştı. Ancak Ortadoğu İngilizlerin hakim olmasına rağmen, Almanların da nüfus alanlarını genişletmeye çalıştığı yer oldu. Özünde büyük petrol şirketlerinin kıyasıya bir rekabeti devam ederken, buna devletlerinde dahil olduğu, uyruklarında olan şirketleri desteklediği, petrol bölgelerinde etkin olmalarını özendiren yasal düzenlemelere gittiklerini görüyoruz. Özelikle ABD’nin bu konuda ciddi politikalar geliştirdiği bir dönem olmuştur iki paylaşım savaşı arasındaki dönem…

İngiltere Birinci Paylaşım Savaşında büyük nüfus alanları yarattığı Ortadoğu’da İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında bu gücünü ve etkin konumunu ABD’ye kaptırır. ABD özelikle İkinci Paylaşım Savaşından sonra bölgeye yerleşir. Doğrudan petrol ihtiyacını bu bölgeden karşıladığı gibi, bölgeye hâkim olarak diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinin gücünü kontrol altında tutar. Petrole sahip olmak, aynı zamanda güce sahip olmakla eş anlamlıdır. Ortadoğu tek başına dünya petrol rezervlerinin yüzde 38’ine sahip olmasıyla, önemli bir bölge olduğunu fazlasıyla gösteriyor.

Bilindiğinin aksine ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin tümü petrolde dışa bağımlıdır. 2011 yılı verilerine göre ABD petrol ihtiyacının % 46’sını, Çin %56’sını, AB ülkeleri ise hemen hemen tamamını dışarıdan temin etmektedir.


[1] Faruk Aslan, Ortadoğu’dan Kafkasya’ya Türkistan’a PETROL SATRANCI

[2] Daniel Yergin, Petrol “Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”, Ankara 1995. s.206

[3] Daniel Yergin, Petrol “Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü”, Ankara 1995. s.207

Hasan KAYA