Yalanın Tarihi; Sarıkamış’tan Çanakkale’ye…

18 Mart 1918 Çanakkale savaşları her yıl değişik etkinliklerle anılır. Devlet Törenleri yapılır, bu etkinliklerde anlatılanlar hiç değişmez, bir yıl önce söylenenlerin tekrarından öteye geçmez. Üstelik o söylem tarihi anlamaktan uzak, edebi bir söylemdir. Daha da kötüsü bu konuda yapılmış, bilinen tarihi çalışmaların hepsi destansı anlatımlarla mitler yaratma girişimi ile son bulur. Uzun yıllar Kemalist tarihçiler bütün Çanakkale Savaşları’nı Mustafa Kemal’in kahramanlığına indirgedi. Oysa 1915’te, Çanakkale Savaşlarında Osmanlı kuvvetlerini yöneten Alman Deniz generali(amiral).

Çanakkale’yi savunan Osmanlı 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders Osmanlı Devleti’ndeki Alman Danışma Kurulu Başkanıydı. Bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı makamlarından sonra, cephe içerisindeki en yetkili komutandı. Bu yönden bakıldığında Çanakkale Savaşında Başkomutandı.

Çanakkale Savaşı başladığında ise Genelkurmay Başkanı Bronzert V. Sehellendörf, Çanakkale 3. Kolordu komutanı Weber Paşa, donanma komutanı Amiral Souchen, Çanakkale Boğaz Komutanı Amiral Von Usedon, 5. Ordu kurmay başkan yardımcısı Von Wrankenburg idi. Osmanlı ordusunun kurmay heyetinin en önemli mevkilerinde Almanlar çoğunluktaydı. Sarıkamış felaketinin yaşandığı Doğu Cephesinde ise 3. Ordunun kurmay başkanının Felix Guze olduğunu belirtelim.

Miralay (Alay komutanı, albay) Mustafa Kemal ise O’nun emrine bağlı albaylardan sadece biriydi ve 19. ihtiyat (yedek) tümen komutanıydı. Liman Paşa, Esad paşa ve Enver paşa ile sıkı bir iletişim halinde Çanakkale’de ki savaşları yönetmiştir. O tarihlerde Osmanlı ordusu ve donanması içerisinde 42.000’e yakın Alman subayının görev aldığı artık bir sır değildir.

Çanakkale Geçilmez, Şehitler Ölmez, Çanakkale Zaferimiz diye anlatıla gelen bu edebi tarih anlatımı, tarih bilimi yerine edebiyatının yapılması, üstelik bunun tarihçiler tarafından yapılıyor olması; hangi tarihsel gerçekliğin gözlerden uzak tutulmaya çalışıldığı sorusunu akla getiriyor.

Çanakkale Savaşlarının bu tarih anlatımı yaşanan acılardan ders çıkarmak yerine milliyetçiliğin malzemesi olmaktan kendini kurtarmadığı gibi giderek ırkçılığın propagandasına dönüşebiliyor.

Oysa Çanakkale Savaşları Birinci Büyük Savaşın çok sayıdaki cephelerinden sadece biridir. Bu savaşın geneli içinde bir anlamı ve değeri olduğunu söylemek zorundayız. Elbette her savaş gibi bu savaşlarında içinde büyük insanı trajediler yaşandığı gibi büyük kahramanlıklar da yaşanmıştır. Yine her savaş gibi ekonomik, siyasal boyutu gibi sosyo-psikolojik ve sosyo-kültürel boyutları ve anlatımları da olmalıdır.

En sonu elbette edebiyatının, sinemasının yapılması da söz konusu olacaktır. Ancak tarihçilerin öncelikli ve biricik görevi bu savaşların gerçek boyutlarını verilere dayanarak gözler öne sermek olduğu halde edebiyatını yapmaya soyunması asla kabul edilemez…

Biz, bu yazımızla Çanakkale Savaşlarına giden süreci gözler önüne sererek yaşanılan acıları anlamayı ve dersler çıkarılmasını hedefliyoruz. Bunu yapmanın yolu da; Çanakkale Savaşlarını, Birinci Dünya Savaşı içindeki yerini bulmaktan geçtiğine inanıyoruz.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı da dediğimiz, Birinci Dünya Savaşı emperyalizmin bölgedeki oyunlarının da sahnelendiği alan olmuştur. Bu oyunları anlamadan bu savaşları anlamak olanaksızdır…

Çanakkale Savaşlarına Giden Süreç:

1914’de başlayan Birinci Dünya Savaşı, Almanya’nın emperyalist paylaşıma katılma ve kendi payını alma savaşıdır. Bu yüzden bu savaşın bir diğer adı Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşıdır.

Almanya’nın başlattığı ve Osmanlıyı da içine çektiği bu savaşta savaşın bütün planları Alman başkenti Berlin’de yapılır. Savaş, Berlin’den yönetilir. Bu savaş içinde yer alan değişik cephelerden sadece biridir Çanakkale…

Savaşın asıl cephelerinden birisi hiç kuşkusuz Almanya, Fransa sınırında sürendir.

Bu cephede süren savaşın kaderini belirlemek için İngiltere ve Fransa’ya soluk aldırmak amacıyla ve yine İngiltere ve Fransa’nın isteği üzerine, Çarlık Rusya’sı Almanya’nın doğusundan bir cephe açar. Bu cephenin açılması Osmanlının devreye girmesinin de asıl nedeni olur. Rusların doğu cephesine yoğunlaşmasını engellemek amacıyla Çarlık Rusya’sının uğraşmak zorunda kalacağı yeni cepheleri olur. İki Alman Savaş Gemisi Boğazları 10 Ağustos 1914 geçer ve 16 Ağustos’ta Almanlar bu gemilerin Osmanlıya geçtiğini açıklar. 23 Eylül’de Amiral Souchon Türk donanmasının komutasına getirilir. Boğazı geçen Alman gemilerinin adları değiştirilir. Goeben yeniden adlandırılarak Yavuz Sultan Selim, Breslau ise Midilli isimlerini aldılar.

Almanya’nın zaman kaybetmeye niyeti yoktur. Bir an önce Osmanlının savaşa katılması Rusya’nın uğraşacağı bir başka cephe ile güçlerinin bölünmesine ihtiyacı vardır. Yavuz ve Midilli gemilerinin Alman mürettebatına Osmanlı üniformaları giydiler ve fes taktılar. 29 Ekim 1914’da Çarlık Rusyası’na karşı ilk operasyonuna çıkarak Sivastopol limanını bombalar. Bombardıman sırasında Osmanlı İmparatorluğu henüz müttefik devletlerle savaşa girmemişti.

Bu bombardıman ile Osmanlı 28 Temmuz 1914’de başlayan Birinci Dünya Savaşına filen girmiş oldu.

Sarıkamış Harekâtı

Berlin’de Alman Genelkurmaylığında yapılan planlar bu bombardımanla sınırlı kalmaz. Şimdi sıra karadan bir cephe açmaya gelmiştir.

Doğuda bir cephe açma fikri için Türk tarafını ikna etmek çok da zor olmayacaktır. 1877-1878’deki 93 Harbi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisi ile sonuçlanınca Batum savaş tazminatı olarak Rusya’ya verilmişti. Sarıkamış, Kars, Ardahan ve Artvin de Berlin Antlaşması ile Rusya’ya bırakılmıştı. Yitirilen bu “yurt” topraklarını geri almak ve Türk Dünyası ile bütünleşmek amacıyla Almanya’da yapılmış olan “Sarıkamış Harekât” planlarına 1914 yılında dönemin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa’yı kazanmak zor olmamış ve yine kendisi tarafından 19 Aralık 1914 tarihinde kurmaylarına sunması sağlanmıştır.

Almanya’nın bu hareketten beklentisi elbette Türk tarafının beklentileri ile aynı değildi. Almanya için önemli olan Almanya’nın doğusunda sürmekte olan Alman Rus savaşında Rusya’nın gücünün bölünmesi ve uzun vadede ise Osmanlı üzerinden Kafkas Petrollerine hâkim olmaktı.

Hızla hazırlığı yapılan ve kış koşulları göz önüne alınmadan 6 Aralık’ta Enver Paşa ve Otto von Feldmann Yavuz Zırhlısına binerek Trabzon üzerinden Erzurum’a yola çıktı. 13 Aralık’ta Köprüköy’e ulaşılmıştı. Burada 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ile görüşmüştür. Enver Paşa ve Genelkurmay II. Başkanı Albay Hafız Hakkı Bey son ana kadar Alman Genelkurmay bünyesinde yapılan ve gizli tutulan bu planı geliştirmişlerdir. Planın amacı Ruslara süratle bir darbe indirerek bir Tannenberg yaratmaktır.

Ancak beklenenin aksine bu saldırı Sarıkamış bozgunuyla son bulur. Sarıkamış’a giremeyen Türk birlikleri 60 bin kayıp vermiş ve 22 Aralık 1914’de başlayan savaş 6 Ocak 1915 tarihinde geri çekilme emriyle bu atak için görevlendirilen güçlerinden sadece yüzde 10 ile geriye dönebilmiştir…

Sarıkamış Hareketi sırasında ordunun bölgedeki gücünün zayıflaması ve diğer yandan savaş içinde Ermeni Güçlerinin bölgede Rusya’yı da arkalarına alarak egemen olmaya başlaması, öteden beri sözü edilen Ermeni Devletinin kuruluşunu kolaylaştırmaktaydı. Bu fili durum Ermeni Meselesinin oluşmasına zemin hazırlamış bir sonraki adımda yaşanacak acıların ilk habercisi olmuştu.

Ancak biz ona geçmeden önce, Almanya’nın bölgedeki bir diğer hesabından söz ederek konun daha anlaşılır olmasını sağlamak istiyoruz.

Berlin Bağdat Demiryolu

Berlin Bağdat Demiryolu büyük savaş öncesi ve savaşın asıl nedenleri arasında sayılması gereken planların çok önceden hazırlandığını bize gösteriyor.

Almanya Berlin – Bağdat Demiryolu: II. Abdülhamit dönemi ve sonrasında Musul bölgesi, zengin ekonomik kaynakları ile hem Alman ve hem de İngilizlerin ilgisini çekmiştir. Bu ülkeler, bölgedeki ticari faaliyetleri yanında petrol arama ve işletme hakkı elde etmeyi de istemişlerdir. 1871’li yıllarda Mezopotamya’da araştırma yapan bir Alman heyeti, bölgede zengin petrol yatakları bulunduğunu Osmanlı Devleti’ne bildirmiş, bunun üzerine II. Abdülhamit, bölgede yapılacak petrol aramalarını hızlandıracak 1888 ve 1898’de yayınladığı iki özel fermanla, Musul ve Bağdat vilayetlerindeki petrol alanlarını Hazine-i Hassa’ya (kendi özel mülkü) bağladığını açıklamıştır. Ancak büyük güçler buradaki petrol varlığına kayıtsız kalmamış ve buraya sahip olma yolları aramışlardır. Berlin – Bağdat demiryolu yapımını üstlenen Alman ağırlıklı “Anadolu Demiryolu Şirketi”, 1888’de hattın geçtiği arazide bulunabilecek hammaddeleri çıkartma ve işletme yetkisini Osmanlı Devletinden almıştır.

Bu demiryolu doğrudan petrol bölgelerini Alman Başkentine bağlayacaktı. Demiryolu inşaatının özendirilmesi için de Sultan’ın teknik danışmanı Alman demiryolları mühendis Wilhelm Von Pressel görevlendirilmiştir. Von Pressel Basra Körfezine kadar uzanacak Mersin, İskenderun, Basra limanlarını hinterlandlarına bağlayarak Almanya’yı el değmemiş maden kaynaklarına ve tarım ürünlerine ulaştıracaktı. Ne var ki; demiryolları inşaatı Kürt ve Arap ayaklanmaları karşısında bölgelere kısa sürede jandarma ve asker gönderilmesini sağlayarak Sultan’ın otoritesinin kurulmasına yardımcı olacağı şeklinde takdim edilecekti. Almanlar ile anlaşma 1888 Ekim’inde imzalanmıştır. Bu demiryolu için km başına 15,000 frank kâr garantisi verilmiş ve bu paraların Düyun-u Umumiye’nin (Borçlar İdaresi) toplayacağı vergilerden ödenmesi kararlaştırılmıştır.

Ayrıca demiryolunun geçeceği, devlete ait olan toprakların mülkiyeti imtiyaz sahiplerine bedelsiz devredilecek, bina yapılacak, topraklara kira ödenmeyecekti. Kum, çakıl ve taş ocakları bedelsiz kullanılacak, demiryolu yapımı için gerekli keresteler devlet ormanlarından kesilecek, demiryolunun her bir yanındaki yirmi kilometre genişliği olan şeritlerdeki madenler işletilebilecek, arkeolojik eserleri aramak, kazılar yapmak serbest olacaktı. B.B.B (Berlin, Bağdat, Basra) hattı olarak da bilinen bu demiryolu; Haydarpaşa’dan başlayıp İzmit, Eskişehir, Konya’dan geçip Basra’ya kadar inşa edilecektir. 1888 – 1895 yılları arasında İzmit – Konya arasındaki hat tamamlanır. Almanların hattı Nusaybin’e kadar uzatmaları ise 1918 yılını bulur.

B.B.B hattının yan kollarıyla beraber uzunluğu 3773 km.dir. Bu demiryolu için Osmanlı 1891 yılına kadar Almanlara 4.080.000 altın kâr garantisi olarak ödemiştir.

Gerçekten Anadolu’nun ve Osmanlı İmparatorluğunun çağına ayak uydurabilmesi için zamanın en iyi ulaşım aracı olan demiryolu yapımına başlaması önemlidir. Ancak vahim olan demiryolu ağının imparatorluğun gereksinimlerine göre değil, yayılmacı ülkelerin isteklerine boyun eğerek ve onarın ihtiyaçlarına göre şekillenmiş olmasıdır.

Türkler, Ermeniler, Kürtler ve Araplar

Bölge halkları uzun yıllar birlikte yaşamış olmalarına rağmen savaş yıllarında hızla bir birlerinden kopar, bir birine düşman edilirler. Bu düşmanlık emperyalizmin bölgedeki oyunlarını kolaylaştırır, üzerini örter.

19 yy. başından beri İngiltere ve Fransa’nın her fırsatta Osmanlıyı köşeye sıkıştıran politikaları, azınlıkların hamisi görünerek tavizler koparması Almanya, Osmanlı yakınlaştırmasını kolaylaştırır. Ancak Almanya’da bölgede kendi çıkarları için kendine uygun zemin yaratma ve Osmanlılar üzerinden dünya pazarlarından pay alma çabası içindedir. Alman, Osmanlı yakınlaşması elbette İngiltere ve Fransa’nın bölgedeki çıkarları ile ters düşer. Özellikle Berlin Bağdat Demiryolu ile Almanya’nın Ortadoğu petrolleri peşinde olduğunu görmemek mümkün değildir. Bu planın boşa çıkarılması için Osmanlı topraklarının bölünmesi petrol bölgelerinin İngiliz ve Fransız denetiminde küçük devletlerin elinde olması uygun görülür. Bu küçük devletler tampon devletler olarak işlev görecekleri gibi İngiliz ve Fransızların bölgede cirit atmalarını kolaylaştıracaklardır.

Bu bağlamda doğuda bir Ermenistan Devletinin kurulması planı İngiliz ve Fransızlar açısından Kafkas Petrollerine Osmanlılar üzerinden Almanya’nın ulaşmasını engellemek için önemli olurken Rusya için ise bu tampon devlet doğu cephesini güvenceye alma amacına hizmet edecekti.

Bunun gibi Güneyde Kürt ve Arap devletlerinin kurulması da Musul, Kerkük petrollerine ulaşmanın engeli olabilirdi. Sarıkamış yenilgisiyle bu doğuda bir Ermenistan kurulması savaş sonrasına kalmadan da gündeme gelebilirdi artık. Bu yüzden Osmanlıların elini çabuk tutması savaş sonrasını beklemeden olası kurulacak bir Ermeni Devleti girişimlerini boşa çıkarmak için bölgenin Ermenilerden arındırılması gerekmekteydi.

İngiltere, Fransa ve Rusya’nın denetiminde Kurulacak bir tampon Ermeni Devleti Almanya’nın da Kafkas petrollerine uzanmasının en büyük engellerinden biri olacağı için Ermeni Tehcirine, Alman Genelkurmayının ve bir zat bölgede görev yapan 7 binin üzerinde Alman subayının aktif katılımları söz konusu olmuştur. Tehcir bu koşullarda başlar ve büyük kıyımlarla sürerek bölgenin Ermenilerden arındırılması ile son bulur.

“Osmanlı ordusu bünyesinde daha ziyade İstanbul’daki Harbiye Nezareti ile Trabzon’dan Kudüs’e kadar olan bölgede görev yapan ve Pan-Germanist, Sosyal- Darvinist ve Anti-Semitist olan, bu subayların en fazla bilinenlerinden Joachim von Ribbentrop; Büyük Savaş sürecinde “Ermeni Tehciri”nin emrini veren Osmanlı Genelkurmay Başkanı Bronsart von Schellendorf’un emir subayı olarak İstanbul’da görev yaptı. Daha sonra ülkesinde Nazi Partisi’nin kurucularından olup Hitler’in dışişleri bakanlığını yapacak olan Ribbentrop, Nürnberg Mahkemesinde yargılanarak insanlığa karşı suç işlemekten dolayı asılarak idam edilecektir.”

Başta Rusya olmak üzere Fransız ve İngilizlerin düşündüğü Rusya ile Osmanlı Devleti arasında bir Ermeni Devleti planı en geç savaşın kaybedilmesi halinde gerçekleşebilirdi. Çünkü 1912 yılında doğuda ki birçok vilayetin yönetimi dışarıdan atanmış valiler tarafından yönetilmesini öngören bir anlaşma vardı.

Çanakkale Savaşı

Birinci Dünya Savaşı’nın cephelerinden sadece birisidir Çanakkale. Oysa aynı günlerde, savaş birçok cephede sürmektedir. Bu cephelerden en önemlilerinden birisi de Almanya, Fransa sınırında olandır. Bunun gibi bir diğer cephe de yine Almanya ve Çarlık Rusya ile süren ve müttefiki olduğumuz Almanya’ya göre Doğu cephesidir.

Kuzey Afrika ve Orta doğu cephelerini ise konumuz açısından şimdilik biraz dışarıda tutacağımız için anmakla yetiniyoruz.

Özelikle Almanya için önemli olan cepheler; doğuda Ruslar ile Batıda Fransız ve İngilizlerle doğrudan Almanya ile ilgili olan bu iki cephedir. Savaşın bütün kaderini de bu iki cephe belirler. Diğer cepheler de bu iki cephedeki duruma göre önem taşırlar.

Savaşın asıl taraflarından ve çıkaranı olan Almanya kendi anayurdunu korumak adına diğer cephelerde ki savaşı taktiksel olarak uzatma yoluna giderken yeni cepheler açmayı da ihmal etmez. Osmanlı’nın doğu cephesini açması, Sarıkamış bozgunun yaşanması Almanya’nın doğru cephesinde soluk alması ve Rusya’nın gücünü bölmeyi hedefliyordu.

Yine aynı şekilde Çanakkale cephesinin o kadar uzun ve çok sayıda kayba neden olmasının da Fransa, Almanya sınırında sürmekte olan savaşla doğrudan bir ilgisi var. Almanya’nın batı cephesi İsviçre sınırından Manş Denizine kadar uzanan oldukça uzun bir cepheydi. Bu cephede süren savaş, Çanakkale savaşları ile aynı dönemde cereyan eder. Çanakkale’de İngilizlerin ağırlıklı savaşması, Almanya, Fransa savaşına katılmasını Fransa’ya destek vermesini engeller. Bunun farkında olan Alman Generaller Çanakkale’de savaşı ellerinden geldiğince uzatırlar. Çanakkale savaşı uzadıkça ülkenin yetişmiş insan gücünü de tüketir. Tıbbiye bu yüzden iki yıl mezun vermez hale gelir. Bu Kurutuluş Savaşı ve sonrasında Cumhuriyetin inşasında hep hissedilecek bir kayıp olur. Almanya, Fransa sınırında süren “Batı cephesi) savaş en az Çanakkale’de olduğu kadar kanlı olur. Bu cephede ilk kez kimyasal silah kullanılmıştır. 1915 Sonbaharı’na kadar geçen sürede Batı Cephesi kayıpları şöyledir: İngiltere 60.000, Fransa 190.000, Almanya 210.000 kişi.

Nitekim Almanya’nın İngiliz ve Fransızlar karşısında batı cephesinde tutunamaması sonucu Çanakkale de onca kayba rağmen İngiliz ve Fransızlar ellerini kollarını sallayarak boğazları geçer İstanbul’a gelir, Dolmabahçe Sarayın karşısına demir atarlar.

Olaya Birinci Dünya Savaşının genelinde baktığımızda bir kahramanlıktan çok Alman emperyalizminin elinde oyuncak olan Osmanlı Paşalarının hazin sonlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Bunu gurur meselesi yapan tarihçilerimiz mesleklerini bir kenara bırakarak, edebi söylemlere sarılmış kahramanlık destanları yazmayı yeğlemişlerdir.

Hasan KAYA