Mustafa Suphi ve 15 Yoldaşı’nı öldürenler ve tarihi gerçekler

Kemal YALÇIN

Mustafa Suphi ve 15 Yoldaşı’nın Karadeniz’de katledilmesinin 95. Yılı Anma Toplantısına hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım. Türkiye Komünist Partisi kurucusu ve başkanı Mustafa Suphi ile 15 yoldaşının 28 Ocak 1921’de Trabzon açıklarında boğularak öldürülmesi Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihinin en vahşi cinayetlerinden biridir.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri saray ve devlet oyunlarıyla birçok muhalif kişi, devlet adamı, bilim insanı, yazar yok edilmiştir. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe, deyimi bunun ifadesidir. Kanı helal, malı haramdır fetvasıyla Şeyh Bedreddin’i Serez Çarşısı’na asanların devamcıları ittihatçılar, ırkçılar, milliyetçiler Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında çok siyasi cinayet işlemi, soykırım yapmışlardır.

Son 50 yıl içinde Ecevit’in, Özal’ın, Türkeş’in, Yazıcıoğlu’nun suikast şüphesiyle öldükleri basına yansımıştır. Türkiye’de muhaliflerin suikatlerle, cinayetlerle susturulması, temizlenmesi bir gelenek halinde devam etmektedir. Mustafa Suphi ve 15 yoldaşının da çok yönlü siyasi tertiplerle katledilmiş oldukları kesindir. Mahir Çayanların Kızıldere’de katledilmesi, Denizlerin asılması, Uğur Mumcu’nun, Turan Dursun’un, Hrant Dink’in ve Tahir Elçi’nin göz göre göre öldürülmesi bunun somut birer göstergeleridir.

Bu akşam size onları katledenlerin kimler olabileceğini belge ve tarihleriyle birlikte açıklamak, henüz cevaplanamayan soruları dile getirmek istiyorum. Bu konuşma metnini hazırlarken, Ayşe Hür, Murat Bardakçı, Selçuk Uzun, Doğan Özgüden, Emel Akal’ın makale ve kitaplarından faydalandım, onlardan uzun alıntılar yaptım. Konuşmamın başında bu araştırmacılara teşekkürlerimi sunuyorum.

Mustafa Suphi kimdir?

Mustafa Suphi, Osmanlı bürokrat sınıfına mensup bir ailenin evladı olarak 1882’de Giresun’da dünyaya geldi. Babası, çeşitli devlet kademelerinde yer almış ve sonunda vali olmuştu. İdadi’yi (liseyi) Erzurum’da okudu, İstanbul’da hukuk tahsil etti. Paris’te L’École Libre des Sciences Politiques’de Ziraat Bankası ve tarım kredileri üzerine teziyle lisansüstü eğitimini tamamladı. 1908’te II. Meşrutiyet’in ilanıyla ülkeye döndü ve Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde muallimlik yaptı, Yüksek Ticaret ve Tarih Mektebi’nde siyasi iktisat dersleri verdi. Tanin, Servet-i Fünun ve Hak gazetelerindeki makalelerinde kâh özel teşebbüsçülüğü kâh devletçiliği öneren Mustafa Suphi, 1911’de Selanik’te İttihat ve Terakki’nin 4. Kongresi’ne katıldı. Kongrede İktisat Vekili olmak isteği yerine getirilmeyince İttihatçılara küstü ve Ferit (Tek) ve Yusuf (Akçura) Beyler ile Milli Meşrutiyet Fırkası’nı kurdu. İttihatçılığa göre daha sağ bir çizgiyi temsil eden fırkanın yayın organı İfham’ın editörlüğünü yaptı.

Bahr-ı Cedid sürgünleri
Mustafa Suphi, 23 Ocak 1913’te Babıâli Baskını ile iktidara el koyan İttihatçıların başa geçirdiği Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran’da öldürülmesi üzerine muhalifler ve ‘İstanbul’daki serseri ve işsiz takımı’ndan oluşan 322 kişilik grupla Bahr-i Cedid vapuruna bindirilerek Sinop’a sürüldü.

1914’te Mustafa Suphi’nin gayretiyle Ahmet Bedevi (Kuran) ve birkaç kişi daha Sinop’tan deniz yoluyla Kırım’da Sivastopol’e kaçtılar. Kaçakların tümü Mısır’a ve Batı ülkelerine giderken, sadece Mustafa Suphi Kafkasya’ya geçti. O sırada patlayan savaş aleyhine yazıları yüzünden Ruslar tarafından Urallara sürüldü. Sosyalizm ve komünizm fikirleriyle burada tanıştı.

Şubat 1918’den itibaren Moskova’da Tatar Başkut devrimcileriyle Yeni Dünya adlı bir gazete çıkardı. 20 Temmuz 1918’de, Asya’nın Müslüman halklarını komünizm düşüncesine çekmeyi hedefleyen Stalin’in girişimiyle Türkiye Komünist Fırkası’nın (daha sonra TKP) ilk toplantısını yaptı.

Birinci Dünya Savaşı ve Sonrası

Osmanlı İmparatorluğu, Enver- Talat- Cemal üçlüsünün kararları ile bir oldu bitti ile Birinci Dünya Savaşı’na girmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş planları 1914 Ağustos ayında Berlin’de Alman Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yapılmıştı. Kayzer Almanyası ile Osmanlı İmparatorluğu askeri, militer bir blok olarak Rusya, İngiltere, Fransa’ya karşı savaşa girmişti.

İttihat ve Terakki Partisi’nin başındaki Enver Paşa, Harbiye Nazırı idi. Enver Paşa, 2 Ağustos 1914 günü, İstanbul’da, Osmanlı Hükümeti’ne ve Meclis-i Mebusan’a haber vermeden Alman Büyükelçisi Baron von Wangenheim ile gizli bir ittifak antlaşması imzaladı. Bu gizli anlaşmadan hemen sonra Osmanlı İmparatorluğu genel seferberlik ilan etti.

Berlin’de Alman Genel Kurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış olan savaş planları, 1914 Ağustos ayı sonunda Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığı tarafından kabul edilerek uygulanmaya kondu. Enver Paşa, olağan askeri emir komuta dışında, örtülü operasyonlardan ve özel görev kuvvetlerinden, yani ölüm mangalarından hoşlanıyordu. Bu amaçla Balkan Harbi’nden önce Teşkilât-ı Mahsusa adlı gizli bir örgüt kurmuştu. Bu örgütü hem cephe gerisinde misilleme, sabotaj, provokasyon yapmak için, hem de parti ve politik muhaliflerine karşı kullanabilirdi.

Teşkilât-ı Mahsusa, 15 Ekim 1911’de resmi bir devlet organına dönüştürülmüştü. Teşkilât-ı Mahsusa ajanları, istihbarat subayları, casuslar, sabotajcılar ve kiralık katillerden meydana geliyordu. Anadolu’daki Teşkilât-ı Mahsusa, merkezi Erzurum’da olan Üçüncü Ordu’nun emir komutasına verilmişti. Teşkilât-ı Mahsusa’nın çekirdek kadrosunu meydana getirenler arasında, doğrudan Enver Paşa’dan emir alan Çerkez Ömer Naci de vardı. Ömer Naci, Doğu Anadolu’da, Rus sınır bölgelerinde görevlendirilmişti. Erzurum, Trabzon ve Van’da gizli hücreleri olan Kafkasya Devrimci Cemiyeti’ni sorumluluk bölgesindeki gizli faaliyetlerde kullanıyordu.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu kayıtsız şartsız teslim oldu. Osmanlı İmparatorluğu’nu savaşa sokanlar ve Ermenilerin, Süryanilerin, Nasturilerin, Pontusların, Rumların kanına girenler, ocaklarını söndürüp soyunu kurutanlar Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde yargılandı. İdama mahkum edildiler. İdama mahkum olanların başında İttihat ve Terakki Partisi’nin başındakiler geliyordu. Bu kişiler bir Alman denizaltısı ile 2 Kasım 1918 gecesi kaçırıldılar ve Almanya’ya götürüldüler. Savaş ve katliam suçlularından birçoğu tutuklandı. Daha sonra Malta’ya sürgün edildiler.

Ankara Hükümeti Malta sürgünlerini ellerinde bunan İngiliz subayları ile Karadeniz’de Sinop açıklarında değiş tokuş etti. Malta sürgünlerinin hemen hemen hepsi, Cumhuriyet hükümetinin sadık elemanları haline geldiler. Haklarında idam kararı verilmiş, eli kanlı ittihatçıların, soykırım suçlularının birçoğu kaçarak Bakü’de toplanmıştı. Bakü’ye kaçanların içinde Der Zor’da 200.000 kadar Ermeninin katlinden dolayı gıyabında idam kararı verilmiş Salih Zeki (Zor) da vardı. Enver Paşa ise Moskova’ya sığınmış, serbestçe siyasi çalışmalarını yürütmeye başlamıştı.

1917 Bolşevik Devrimi

1915 yılında yapılan Çanakkale Savaşları’nın başarısı, en çok Rusya’da Bolşeviklere yaramıştı. Çünkü, İngilizler, Fransızlar Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Müttefikleri Çarlık Rusya’sına yardım götüremediler. Bu nedenle Çanakkale Savaşı’nın başarısı Rus Çarlık rejimine karşı savaşan Bolşeviklere yardımcı oldu.
1917 yılında Bolşevikler Çarlık rejimini devirerek iktidarı ele geçirince tek taraflı olarak Birinci Dünya Savaşı’ndan çekildiler ve gizli anlaşmaları açıkladılar.

Lenin ile Mustafa Kemal dostluğu

23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulmuş olan TBMM Hükümeti’nin Anadolu’yu işgal etmiş olan İngiliz, Fransız, Yunanistan ve İtalyan ordularına karşı tek yardım alabileceği devlet Sovyetler Birliği idi. Sovyetler Birliği de TBMM Hükümetinin ve Türkiye’nin İngilizlere ve Fransızlara karşı başarısını kendi güvenliği açısından hayati önemde görüyordu.

Bu nedenle

  1. Enternasyonal’in 21 Temmuz-6 Ağustos 1920’de toplanan ikinci kongresinde kabul edilen Lenin’in ‘Sömürgeler ve Geri Kalmış Ülkelerle İlgili Tezleri’nden 11. tezin beşinci fıkrasıyla 12. teze göre Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği kurtuluş hareketi, bir burjuva demokrat hareketi olduğundan, ona komünist rengi verilmesine çalışılmamalı, ama Batılı devletlerle savaşında yardım edilmeliydi. Bunun karşılığında tek şart, Komintern yoluyla Moskova’ya bağlı bir komünist parti kurulmasına izin verilmesiydi.

Temmuz 1920’den itibaren Balıkesir ve Bursa Yunanlıların eline geçtiğinden Mustafa Kemal’in bu teklifi kabul etmekten başka çaresi yoktu. 1920 Ağustos ayında Bolşeviklerin altın yardımı gelmeye başladı. 1-7 Eylül 1920 tarihlerinde Bakû’de toplanan Doğu Halklarının Birinci Kurultayı’nın hemen ardından 10 Eylül 1920’de Türkiye Komünist Fırkası resmen kuruldu.

İŞİN ARKA PLANI

1918-1919 yıllarında Ermeni katliamının eli kanlı katillerinden Halil (Kut) Paşa, Küçük Talat, Teşkilat-ı Mahsusa’nın sorumlularından Dr.Bahaeddin Şakir, Nuri (Kıllıgil) Paşa gibi İttihat ve Terakki Partisi elemanları Baku’ye sığınmışlar ve burada faaliyetlerine devam etmektedirler. İttihatçılar, 1920 yılı baharında Bakü’de “Türkiye Komünist Fırkası / Gruppası” adlı bir komünist fırka kurmuşlardır.

Bu komünist fırka, Azerbaycan’a Kızıl Ordu’nun girmesinden sonra Mustafa Suphi tarafından dağıtılmış, yayın organları kapatılmıştır. Bu olaydan sonra İttihatçılar ile Mustafa Suphi ve taraftarları arasındaki çelişkiler ve çatışmalar iyice gerginleşmiştir.

Mustafa Suphi ile Enverciler arasındaki çatışma

Mustafa Suphi (TKP) ve Enverciler arasındaki çekişmenin asıl ortaya çıktığı yer ise 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplanan ünlü Şark Milletleri Kurultayı’dır.
Komünist Enternasyonal tarafından düzenlenen bu kurultaya 29 milletten 2000 kadar delege katılır. Kurultay’ın başkanlığını Zinovyev yapar. Türkler 235 delege ile Kurultay’ın en kalabalık grubunu oluştururlar.

Türkler arasında ise birbiri ile çekişen üç grup vardır:

  1. Mustafa Kemal’e bağlı Ankara Hükümeti temsilcileri,
  2. Türk komünistleri (Mustafa Suphi ve arkadaşları)
  3. İttihatçılar (Kurultay’a katılan Enver Paşa ve arkadaşları).

Kurultay’da Enver Paşa’nın konuşmasına izin verilmez, ancak Enver Paşa bir locada oturarak kurultayı izler. Dördüncü gün Enver Paşa’nın bir bildirisi kurultayda okunur. Komünistler (Mustafa Suphi ve ekibi) bu sırada salonda şiddetle Enver Paşa aleyhine tezahürat ve protestoda bulunurlar. ‘Kurultay’a değil, halk mahkemesine!...’ diye bağırırlar… Enver Paşa ve taraftarları bunu unutmayacaktır! Enver Paşa daha sonra Mustafa Suphi’nin öldürülmesinden sonra yazdığı bir mektupta, kendisine karşı bu protestoyu cinayet nedeni olarak gösterecektir…

TKP BAKÜ’DE KURULDU

Mustafa Suphi önderliğindeki ilk Türkiye Komünist Partisi (TKP) 10 Eylül 1920’de Bakü’de kuruldu. Partinin kurucuları Mustafa Suphi ile birlikte Bakü’de Doğu Milletleri Kurultayı’na (1-7 Eylül 1920) katılan Moskova’ya bağlı Türk komünistleridir. TKP’ye Mustafa Suphi başkan, Ethem Nejat ise genel sekreter seçildiler. TKP’nin kurucuları arasında Der Zor Katili Salih Zeki de vardır. Örgütlenmeden sorumludur. Daha sonra Komintern Delegesi olarak Moskova’ya ve Ankara’ya gidecektir.

Trabzon’daki katliamda 15’ler içinde Suphi ve Nejat ile birlikte bu ilk kuruculardan bazı isimler de vardır. Mustafa Kemal ise Moskova’ya bağlı bu TKP’ye karşı olarak, Ankara’da 18 Ekim 1920’de kendi TKP’sini kurdurdu. Kurucular arasında Yunus Nadi, Celal Bayar, Refik Koraltan gibi Mustafa Kemal’e bağlı eski İttihatçılar vardır.  Celal Bayar, 1914-1918 döneminde Ege Bölgesi Teşkilat- Mahsusa Katib-i Umumisi idi. Ege Bölgesindeki 400 bin kadar Rum vatandaşını korkutulmasından, katlinden, zorla kovulmasından sorumluydu. Daha sonraki yıllarda azılı bir komünist düşmanı oldu.

Mustafa Suphi ve TKP’li yoldaşlarının Ankara’ya gitme kararı

Mustafa Suphi ve yoldaşları, İttihat ve Terakki Partisi’ni, Enver- Talat-Cemal üçlüsünü ‘Baş düşman’ olarak görüyorlardı. Buna rağmen hemen hepsi İttihat ve Terakki’den gelen Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla ittifak yapmak üzere, TKP’nin kuruluşundan yaklaşık 2.5 ay sonra Ankara’ya gitmeye karar vermişlerdi.

Bakû’den peyderpey yola çıkan TKP kafilesinin beş kişilik ilk grubu, Sovyet Rusya’nın Ankara’ya sefir olarak atadığı Budi Mdivani’nin heyeti ile birlikte, 28 Aralık 1920’de Kars’a ulaştı. Sovyet diplomatları ile birlikte gelen TKP’liler törenle karşılandılar. Kâzım Karabekir, Mustafa Suphi’ye, Ankara’ya bir telgraf yollamasını ve gelişini haber vermesini tavsiye etti.

Ancak 29 Aralık 1920’de Mustafa Kemal’in, Kâzım Karabekir’e yolladığı telgraf hiç iç açıcı değildi. Telgrafta Mustafa Kemal şöyle diyordu: “Ankara’da komünist cereyanları arzu hilafınadır. Bakû Türk Komünist Fırkası Reisi Mustafa Suphi’nin bu cereyanları körüklemesi sakıncası akla gelmektedir. Bir defa kendisini gördükten sonra devletlilerinin görüşlerinin bildirilmesini rica ederim.”

Bu ricanın karşılığı bugüne dek yayınlanmadı. Ancak telgrafın ikinci satırı TKP’yi Meclis çatısı altında eritme yanlısı olan Karabekir’e bu eğiliminden vazgeçmesi için Ankara tarafından tanınmış bir fırsat gibi görünmekteydi.

TKP’lileri yok etme planı uygulamaya konuyor

Ankara Hükümeti’nin Moskova’ya elçi tayin ettiği Ali Fuat (Cebesoy) Bey, 2 Ocak’ta Mustafa Suphi ile görüştü. Ali Fuat (Cebesoy) bu görüşmeyi değerlendiren uzun rapor yazdı ve bu raporlu Mustafa Kemal’e bildirdi.

Bu raporda Ali Fuat (Cebesoy) şöyle diyordu:

“[Mustafa Suphi] zeki, bilgili, fazla kurnaz, konuşmalarında ihtiyatlı ve acelesiz. Rus Sefiri ile memleket içine girmek ve Ankara Hükümeti prensiplerine inanmış gibi görünmek istediğine bakılırsa bu kişinin yumuşak düşünce ve prensiplerle Anadolu hareketini yönetenlerin güvenini kazanmak ve böylece bir mevki yaptıktan sonra, Rus komünizminin gizli başı olmak suretiyle memlekete [bu düşüncesini] duyurmak ve uygulamak düşüncesinde olduğunu zannediyorum.”

Bu görüşme Ankara ile TKP yönetimi ile siyasi konuların ele alındığı üst düzeydeki son görüşmeydi. TBMM’nin 3 Ocak 1921 tarihli oturumunda, Mustafa Suphiler ve Komünizm meselesi gündeme geldi. Mustafa Kemal, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni’ye (Ulaş) hitaben şöyle diyordu:

“Komünizm yayılması meselesine gelince; kendileri buyurdular ki, istense de istenmese de bu bir mikroptur, girer. O halde çaresi yok demektir. Mademki maddi tedbirle önüne geçmek imkânı olmayan bir yayılmadır, bu mutlaka bulaşıcı olacaktır. Zannediyorum ki, buna karşı tedbir düşünmek meselesiyle söz konusu olan siyasi meseleleri birbirinden ayırmak ve seçmek daha uygun olur…”

Yıldırma harekâtı

Bu konuşmadaki bazı vurgular, TKP’yi beklemekte olan akıbetin ipuçlarını veriyordu. Nitekim, Kâzım Karabekir aynı gün, yani 3 Ocak 1921 tarihinde Erzurum Valisi’ne (günümüz Türkçesiyle) şöyle yazmıştı:

“Adı geçenin ve arkadaşlarının Erzurum’a varışları gününden başlayarak gerek gazete yayınları ve gerekse halkın uygun göreceği gösteriler ve baskılarla daha içeri yolculuğun ve memlekette kalmanın ve çalışmanın mümkün olmayacağı hakkında kendilerinde gereken izlenimler yaratılır…” Karabekir, Trabzon’da özellikle Bolşeviklerin gözleri önünde aynı tezahüratın yapılmasını fakat tepkilerin Bolşevikliğe değil söz konusu kişilere olduğunun gösterilmesini istiyordu. Benzer bir telgraf Gümüşhane Valisi’ne de göndermişti. Mustafa Suphi ve yoldaşları ise Kars’ta bekletiliyordu. Mustafa Suphi bu bekletmeden şüphelenmiş, düşüncesini İsmail Hakkı yoldaşına gönderdiği 5 Ocak 1921 tarihli mektubunda dile getirmişti.

Erzurum’da halk galeyana getiriliyor

Mustafa Suphi ve beraberindeki 17 kişi (?) 18 Ocak 1921 günü, Erzurum’a gitmek üzere Kars’tan trenle yola çıktı. Heyet dört günlük bir tren yolculuğunun ardından 22 Ocak’ta Erzurum’a vardığında kendilerini Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’nin örgütlediği eylemler bekliyordu.

Modern Türkiye’nin ilk ‘Komünizmle Mücadele Derneği’ olan Cemiyet’in 18 Ocak 1920 tarihinde yayınladığı bildiride şunlar yazılıydı:

“Rusya’dan gelmiş, anası babası belirsiz, mazileri karanlık, cani iblislerin, Allah, Peygamber, Halife ve şeriat yok dediği, kadınlardan başlayarak na-mahremliği ortadan kaldıracağı, kadınların kamuya açık yerlere erkeklerle karışık girip çıkması, erkeklerle çalışması ve erkeklere hizmet etmesinin mecbur kılınacağı, üç yaşından büyük çocukların umumi depolarda toplanacağı, cinayet ve diğer suçlara ait kanunları kaldıracağı, çalışmayanın ekmek yiyemeyeceği, Başkırdistan, Taşkent ve Buhara’daki milyonlarca Müslümanın bütün servetlerinin, ırz ve namuslarının ellerinden alınacağı.”

Bu iddialarla galeyana gelmiş göstericileri yönlendirenler arasında polis teşkilatından kişiler de vardı. Heyet Erzurum’a sokulmadı ve dekovil hattıyla Aşkale yakınlarındaki Karabıyık köyüne yollandı.

Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin olayları anlatan telgrafı Meclis’te okunduğunda, Mustafa Kemal, devletin her şeyden haberdar olduğunu gösteren ve Erzurumlularla hemfikir olduğunu beyan eden bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal aynı oturumda yaptığı diğer konuşmada Kâzım Karabekir tarafından Mustafa Suphi ve arkadaşları için yapılan plandan övgüyle bahsetti. Ardından Erzurum Valisi ‘Deli’ Hamit’e acele bir telgraf yolladı. Telgrafta “Mustafa Suphi Efendi’nin refakatinde kaç kişi olduğunun ve onların da kendisiyle birlikte gönderilip gönderilmediğinin bildirilmesini rica ederim” deniyordu.

İmha planı yürürlüğe konuyor
Bayburt’tan kızaklarla aç biilaç yola çıkan TKP kafilesi hiçbir yerde doğru dürüst konaklama fırsatı bulamayarak 27 Ocak 1921’de Maçka’ya vardı. Caminin yanındaki Yorgaki Otel’de bir gece kaldılar.

Heyettekilerden Baytar Abdülkadir, Maçka Kaymakam Vekili Murat Efendi’nin yardımıyla kurtarılmıştı. Mahmut Goloğlu’na göre, Abdülkadir, Kars’tan Trabzon’daki kardeşi Mehmet Efendi’ye gelişlerini müjdelemiş, Mehmet Efendi vekilliğini yaptığı Kayıkçılar Kâhyası Yahya’ya haberi verdiğinde, Yahya kendisine Mustafa Suphi ve arkadaşları konusunda Ankara’dan emir aldığını, eğer kardeşini kurtarmak istiyorsa şehre girmesini engellemesini tavsiye etmişti. Abdülkadir’in hayatını bu uyarı kurtarmıştı.

Böylece geride Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı kalmıştı. 28 Ocak 1921 günü Trabzon’da olağanüstü bir hareketlilik vardı. Tellallar, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti başkanı ve eski Teşkilat-ı Mahsusa’cı Barutçuzade Ahmet Bey’in oğlu Faik Bey’in gazetesi İstikbâl’in kışkırtıcı yayınlarıyla galeyana getirilen halkı cuma günü öğleden sonra ‘Rusya’daki esir kardeşlerimizi kurşuna dizdiren dinsiz vatan hainlerinden intikam almak üzere’ mağaza, dükkân ve kahvehaneleri kapatarak Değirmendere’ye çağırmıştı.

Şehirdeki Sovyet Konsolosluğu’nun elemanlarına da sokağa çıkmamaları tembih edilmişti.

Cuma günü, bütün esnaf dükkânlarını kapatarak, kapatmayanlar ise polis ve inzibat memurları tarafından cebren kapattırılarak Değirmendere’ye doğru sevk edildiler. TKP heyeti, 28 Ocak 1921 akşamı saat 17.20 civarında Trabzon’a vardı. Kayıkçılar Kâhyası Yahya ve adamları heyetin yolunu Değirmendere mevkiinde keserek Çömlekçi Mahallesi’nin alt yolundan doğruca iskeleye (Buhti’ye) çevirdi. Burada Mustafa Suphi ve arkadaşları tükürükler, küfürler ve tekmeler eşliğinde bir motora doğru sevk edildiler. Hemen arkalarından Kâhya’nın silahlı adamlarını taşıyan bir motor daha kalktı. Motorlar sabaha karşı 4-5 sıralarında boş olarak geri döndü, ama kimsenin iskeleye yanaşmasına izin verilmiyordu. Birkaç gün sonra tayfalardan birisi, motordakilerin birkaç mil açıkta, elleri ve ayakları bağlanarak denize atıldıklarını söyledi.

Musfa Suphi’nin hanımı Meryem’in acı sonu

İddialara göre Sürmeneli Kınalıoğlu Ahmet Yakup motora bindirilmeyip Yahya Kâhya’nın evinde alıkonmuş, Tayyareci Tevfik ile Mustafa Suphi’nin Rus (bazı kaynaklara göre Türk, bazılarına göre Rus Yahudisi) asıllı eşi motordan geri getirilmişti.

Adı çeşitli kaynaklara göre Meryem, Maria ya da Semiramis olan bu hanım, önce Yahya Kâhya’nın evine götürülmüş, kadıncağız tutulduğu yeri Rus Konsolosluğu’na bildirmeye çalışmış, notu götüren adam Kâhya’nın adamı çıkınca, ceza olsun diye Nemlizade Ragıp Bey’in evine verilmişti. Bir süre, Kâhya tarafından Rizelilere verilen kadıncağız bir oturak âlemi sırasında öldürülmüştü.

Katliamda kaç komünist öldürüldü?

TKP’nin belgelerine göre, Anadolu’ya hareket edenlerin toplamı Merkez Komite üyeleri ile birlikte 30’dur. Merkez Komite üyesi Mehmet Zeki ile üst düzey parti kadrosundan Süleyman Sami hasta oldukları bahanesiyle Erzurum’da veya Maçka’da alıkonulup, Ankara Hükümeti’nin himayesine mazhar olmuşlardı.

TKP Harici Bürosu, haberin alınması ardından, “Doğu Halkları Propaganda ve Faaliyet Kurulu Başkanlığı”na gönderdiği mektupta, isim belirtmeksizin 16 kişinin öldürüldüğünü yazmıştı. Aynı organ adına Ahmet Cevat’ın (Emre) 2 Nisan 1921 tarihli mektubunda ise, “M. Suphi, dört Merkez Komite üyesi ve on iki diğer yoldaşlarımız” denmektedir ki, burada verilen rakamlarla öldürülenlerin toplam sayısı 17’ye ulaşmaktadır. Mete Tunçay’a göre motorda öldürülenlerin sayısı, Mustafa Suphi ile birlikte 14’dür. Tunçay, listeye ayrıca Meryem’i eklemektedir. Emrah Cilasun başka kaynaklarda geçen isimleri de dikkate alarak öldürülen komünistlerin sayısının daha çok olabileceğini söyler.

Katliamdan sonra söylenenler

Katliamın ardından Trabzon’daki Rusya Sovyet Hükümeti Konsolosu Ali Oruç Bagirov Trabzon Valisi’ne Mustafa Suphi ve arkadaşlarının akıbetini soran bir mektup yazdı. Trabzon Vali Vekili İsmail Sabri cevabi mektubunda, halkın tepkisi karşısında Trabzon’da kalamayacaklarını anlayan ekibin, bir motor kiralanarak sağ salim Rusya sahillerine yollandığını belirtti. Aynı gün İstikbâl gazetesinde, “Bakû Seyyahları Geldiler ve Gittiler” başlığı altında çıkan haberde olay daha ağır ifadelerle anlatılıyordu.

Mustafa Suphilerin katledilmesinde Enver Paşa’nın parmağı var mı?

Evet, belgeler olduğunu kanıtlıyor.

Enver Paşa, Mustafa Suphilerin öldürülmesi hakkında 24 Nisan 1921 tarihli mektubunda aynen şunları yazmıştır:

“…Komünist Partisi Reisi Suphi Bey, Bakü’de aleyhimde bulunduğu için biçareyi Trabzon’da evvela karla tükürükle hamallar epeyce ıslattıktan sonra bir motorbotla Batum’a iade etmek üzere yola çıkarmışlar. Halbuki yanına yüz yirmi bin Rus altını olduğundan kendisini zanlarınca yolda öldürmüşler paralarını almışlar. Mamafih bunu benim için yaptıklarından memnun olduğumu ve başkasına söylememelerini tembih ettim. Bence düşman da olsa, madem ki Müslüman, böyle olmamalıydı. Fakat ne çare yazılan çekilirmiş.”

(Bak: Enver-Murat Bardakçı-İş Bankası Yayınları-Kasım 2015-Sayfa 241)

1920 yılı Eylül ayından 1921 yılı Eylül ayına kadar geçen sürede, Mustafa Kemal ve arkadaşları Ankara’da milli mücadeleyi Meclis üzerinden yürütmek ve TBMM Hükümeti’ne bağlı düzenli bir ordu kurmak ve işgalci Yunan ordusunu ülkeden atmak için uğraşmaktadırlar. Bu sürede Mustafa Kemal Sovyetler’den destek ve yardım almaya çalışmakta ve buna çok önem vermektedir.

Sovyetler’de ise Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başarısızlığı halinde Anadolu’da mücadeleyi kimin liderliğinde, hangi gruplarla yürüteceklerinin planlarını yapmaktadırlar.

Sovyetlere bu dönemde milli mücadelenin liderliğini almaya aday iki grup vardır:

1.Enverci İttihatçılar,

2.Komünistler.

Bunlar da kendi aralarında çekişmektedirler. Moskova, Mustafa Suphi ve TKP’yi desteklemektedir. Ancak Enver’e ve arkadaşlarına da İslam İhtilalciler’i Cemiyeti üzerinden yardım yapmaktadır.

ENVERCİ-KOMÜNİST çekişmesinin esas nedeni?

Enverciler ve Mustafa Suphi (Türk komünistleri) arasındaki bu çekişme, arkasına Sovyet desteğini alarak Anadolu’da (Türkiye) kimin hakim olacağı üzerinedir. Bu hakimiyet için Müslüman esir ve askerlerle, Bolşevik İslamcılardan 1500-5000 kişilik bir askeri güç oluşturulması düşünülür. Ama bu güce kimin önderlik edeceği henüz belirsizdir. Enver mi, Mustafa Suphi (TKP) mi? Sovyetler’deki Türkler arasında Enverciler-Komünistler (Suphi yandaşları) kavgası bunun üstünedir.

Yani Sovyet desteği ile Anadolu’da kimin hakim olacağı kavgasıdır…
Enver, ‘İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı’ isimli teşkilatı 1920 yazında Moskova’da kurar. Bu örgütü 1 Eylül 1920’de Bakü’de toplanacak Doğu Milletleri Kurultayı’na yetiştirmek için kurar. Bu örgüt adına Kurultay’a bildiri sunar. Aslında Doğu Halkları Kurultayı ve İslam-Bolşevik İhtilalleri fikri Sultan Galiyev’indir. Ancak Galiyev’in Bakü’deki bu kurultaya katılması Stalin-Galiyev çekişmesi nedeniyle Stalin tarafından engellenir.

Enver Paşa, Bakü’den Moskova’ya dönünce, 1920 yılında Eylül’ün ikinci haftası (Yani Bakü’de TKP’nin kurulduğu aynı tarihte) İslam İhtilalleri Cemiyeti’nin ilk kongresini toplar. Kendisi başkanlığa seçilir. Halil Paşa ve Hacı Sami de üyeler arasındadır. Bir süre sonra 28 maddelik Halk Şuralar Fırkası program yayınlayıp, Anadolu’ya da yollarlar. Karabekir bu program eline geçince, buna ve Enver’e karşı sert tedbir alınması gereğini Ankara’ya, Mustafa Kemal’e bildirecektir. Enver Paşa Moskova’da hazırlık yaparken Mustafa Suphi ve arkadaşları daha hızlı davranıp TKP’nin 10 Eylül 1920’de kuruluşundan 3 ay sonra, 28 Aralık 1920’de eşi ve 17 arkadaşı ile birlikte Kars’a gelirler.

Onları Kazım Karabekir karşılar. Mustafa Kemal heyetin Ankara’ya gelmesini istemez. Heyet önce Erzurum’a, oradan organize halk protestoları ile Trabzon’a yollanacaktır.

6-11 Ocak 1921 Anadolu’da I. İnönü Savaşı’nın yaşandığı karışık dönemdir. Aynı tarihlerde (Ocak 1921) Çerkes Ethem’in Ankara’ya karşı ayaklanması başlar. İsmet Paşa kuvvetleri Çerkes Ethem’e karşı harekete geçer. Çerkes Ethem Yunanlılara sığınır. Kuşçubaşı Eşref de onunla birlikte Yunanistan’a sığınır. Mustafa Suphiler işte tam bu kargaşa ortamında Anadolu’ya gelmek için yola çıkmışlardır.

28 Ocak 1921’de Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon’da katledilmişlerdir.
Enver Paşa, Mustafa Suphi’nin katlinden iki ay sonra, Mart 1921’de Moskova’da Halk Şuralar Fırkası adlı partiyi kurar. Bu Envercilerin Partisi’dir. 1921 Eylül ayında, Enver Paşa Batum’dan Anadolu’ya geçmeyi beklerken 5 kişi ile bu partinin kongresini toplar ve parti yeniden İttihat ve Terakki Partisi adını alır. Mustafa Kemal’in Sakarya Savaşı’ndan başarıyla çıkması Enver Paşa’nın hayallerini bozacak ve Enver Paşa yönünü Orta Asya’ya çevirecektir…

Kızıl Ordu Kafkasya’da

Ankara Hükümeti açısından olayın bir de Kafkasya’da hakimiyet mücadelesi yönü vardır. Sovyet yetkili Çiçerin’in 1920 yazında Ermenistan adına Türkiye’den bazı bölgeleri istemesi üzerine, Ankara Hükümeti’nin kararıyla Kazım Karabekir Paşa 15. Kolordu ile Doğu’da ileri harekata başlar.

Karabekir 1920 Ekim-Kasım aylarında süren askeri harekatta, Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır’ı alıp Gümrü’ye kadar ilerler. 22 Kasım 1920’de Gümrü Antlaşması için görüşmeler başlar. 3 Aralık 1920’de Ermenistan Hükümeti ile Gümrü Antlaşması imzalanır. Ancak 4 Aralık 1920’de Kızıl Ordu Ermenistan’ı işgal eder ve Anadolu’nun kapısına, Türkiye sınırına dayanır.

İşte Mustafa Suphi ve arkadaşları Bolşevik Kızıl Ordu’nun Kafkasya’yı işgal ettiği bu 1920 Aralık ayının sonunda Kafkasya’dan Kars’a gelirler. Mustafa Suphi’nin beraberinde 1500 kişilik bir Müslüman esir- kızıl askerlerden oluşan bir askeri kuvvetle Anadolu’ya ve Ankara’ya geleceği söylentisi ise, o günlerde Ankara’yı, Mustafa Kemal’i ve Batı Cephesi Kumandanı İnönü’yü çok tedirgin etmektedir. Bu kuvvetin derhal birliklere dağıtılması için yazışmalar yapılır. Ancak böyle bir kuvvet gelmez…

Ankara’da TBMM Hükümeti ve Mustafa Kemal 1920-1921 arası Batı’da Yunan ordusu ile savaşmakta, Doğu’da ise Enver Paşa’nın Anadolu’ya dönme tehdidi ve Bolşevik Kızıl Ordu’nun TKP öncülüğünde Türkiye’ye girme ihtimaline karşı önlem almaya çalışmaktadır…

Sovyetler Mustafa Kemal’i desteklerken, TKP veya Enver Paşa aracılığı ile Anadolu’da doğrudan hakimiyet ihtimalini de düşünmekte ve bu ihtimali gelişmelere göre değerlendirmektedirler… Enver Paşa, muhtemel rakip olarak gördüğü Mustafa Suphi ve TKP’lillerden nefret etmektedir. Anadolu’da Enverciler (Yahya Kahya), Ankara’nın da istememesi üzerine, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına katliamı ve 120 bin altın gibi o günler için büyük bir parayı gasp etmeyi nispeten kolay bir şekilde gerçekleştirirler…

Ankara, Kazım Karabekir aracılığı ile onları Trabzon’dan Batum’a geri gönderir… Ancak belli ki katliamda Envercilerin rolü ve parmağı vardır… Enverci Yahya Kahya, TKP’lileri katlettirir… Enver’in yeni yayınlanan ‘Benim için öldürdüler’ mektubu bunu doğrulayan önemli bir belgedir…

Mustafa Suphi ve TKP’lilerin tasfiyesinden 7 ay sonra (1921 Temmuz-Ağustos) Enver Paşa Anadolu’ya geçmek için bu kez ciddi olarak uğraşır… Ancak Mustafa Kemal’in 22 gün 22 gece süren Sakarya savaşından zaferle çıkması Enver Paşa’nın dönüş hayallerini sona erdirir… Enver Paşa, taraftarlarının Mustafa Suphi’yi katletmesinden 1 yıl 6 ay sonra Buhara’da Bolşevikler’le çatışırken can verecektir… Mustafa Kemal, Sovyet desteği ile Anadolu’da hakimiyet kurma hesapları yapan iki gücü de tasfiye eder… Türkiye’de TBMM ile kurduğu milletin hakimiyetini kimseye kaptırmaz…

Sovyetler, Mustafa Suphileri kimin öldürdüğünü biliyor muydu?

Evet biliyordu.

Stalin’in istihbarat şefi olarak bilinen Orjenidçe’nin Enver Paşa’ya Suphi’yi öldürten Yahya Kahya için ‘arkadaşlarınızdan’ ifadesini kullanması kuşkusuz anlamlıdır. Bolşeviklerin bu katliamın içinde Enver Paşa’nın ve adamlarının parmağı olduğunu bildiklerini göstermektedir. Buna rağmen Enver Paşa’ya desteklerinin sürmesi, tam da o tarihte (Eylül 1921) Anadolu’daki savaşın kaderinin henüz belli olmaması (Sakarya Savaşı) ve sallantıda olmasıdır.

Bolşevikler, Mustafa Kemal ve milli kuvvetlerin yenilgisi halinde Enver Paşa önderliğinde Sovyetler’e bağlı İslami-Bolşevik askeri kuvvetleri, Anadolu’ya gönderme planını ellerinde tutmak istemektedirler.

Katliam sonrası ne oldu?

Mustafa Kemal ile Lenin arasındaki dostluk daha da arttı. 16 Mart 1921’de TBMM Hükümeti’yle Rusya Şûraları Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Hükümeti arasında bir dostluk anlaşması imzalandı. Mustafa Kemal aynı gün Yahya Kâhya’ya “vatanperverâne hissiyat ve temennilerinize teşekkür ederim” şeklinde kısa bir telgraf yolladı.

Bu telgraftan iki ay sonra kanlı bir tasfiye hareketi başladı. Çünkü Trabzon’daki yerel güçlerin Enver Paşa ile flört etmesi, Ankara’yı rahatsız etmişti. 300 kişilik çetesiyle Yahya Kâhya, Enver Paşa’nın amcası Halil (Kut) Paşa’nın en has adamıydı. Dahiliye Vekili Ali Fethi (Okyar) Bey, durumu ‘Trabzon’daki İskele Hükümeti’ diye nitelemişti.
Tasfiye harekâtı 26 Ağustos 1921’de Ebubekir Hazım (Tepeyran) Bey’in Trabzon Valiliği’ne getirilmesiyle başladı.

7 Kasım 1921’de Miralay Sami Sabit (Karaman) Trabzon’daki 13. Fırka Kumandanlığı’na atandıktan sonra Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyet adına toplanan paraları zimmetine geçirme suçuyla Yahya Kâhya hakkında soruşturma başladı. Kâhya uzun bir direnişten sonra 12 Ocak 1922’de Sivas Bidayet Mahkemesi’nde yargılanmak üzere tutuklanarak Sivas’a gönderildi. Ancak mahkeme heyetine yapılan baskılar sonucu beraat ederek Trabzon’a geri döndü.

Yahya Kâhya’nın yok edilmesi

Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey konuyu Meclis gündemine getirdi ve Mustafa Kemal ile arasında sert tartışmalar yaşandı.

Yahya Kâhya’nın sonunu, Suphilerin öldürülmeleri meselesini de ima ederek etrafa “sanki bütün bu işlerde ben tek başıma mıydım; her şeyi olduğu gibi ortaya dökeceğim” diye tehditler savurması getirdi. 3 Temmuz 1922’de Kâhya ve dört kişiyi taşıyan otomobil, Kâhya’nın Soğuksu’daki yazlık konağına giderken saldırıya uğradı. Kâhya ve iki kişi öldürüldü. Arkadan ve önden atılan 40 kadar mermiye rağmen olaydan karanlıkta kaçarak kurtulan Kâhya’nın Mustafa adlı silahlı uşağı, olaydan sonra nedense yoldaki askerî kışlaya ve şehirde önünden geçtiği hükümet, polis ve jandarmaya olayı haber vermemiş, bütün gece ortadan kaybolmuştu.

Halk arasında olayı Sami Sabit Bey’in tezgâhladığı inancı yaygındı. Durumu soruşturan heyet, 13 Eylül 1922 günlü raporunda “Kâhya öldükten sonra askerî kışlaya doğru kaçtıkları görülen katiller hakkında zamanında gereken araştırma yapılmamış olduğundan bulunmaları imkânsız hale gelmiştir” diyerek soruşturmayı kapattı.

Azmettiren kim?

O günden beri Mustafa Kemal’in olaydaki rolü aydınlanmadı. Yıllar sonra Mustafa Kemal ile yolları ayrılacak olan Kâzım Karabekir uzun bir süre yasaklı kalan anılarında, bu olayla ilgili olarak, “hayatımla ve namusumla oynadılar” diyecekti.
Yine yıllar sonra Mustafa Kemal’in Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı (Tekçe) Bey, Yahya Kâhya’yı, 27 Mart 1923’te Mustafa Kemal’in yeminli muhalifi Ali Şükrü Bey’i öldürecek olan Giresunlu Topal Osman’ın iki adamıyla birlikte kendisinin öldürdüğünü açıkladı. Bu konuda bir makale yazan Yalçın Yusufoğlu’na göre, Yahya Kâhya’nın oğlu, Mete Tunçay’a gönderdiği mektupta, babasının “o zamanki koşullara göre vatani vazifesini yaptığını ve asıl katilin bugün tapınılan bir kişi olduğunun bir gün mutlaka anlaşılacağına” inandığını yazmıştı. Halil Berktay’ın dedesi Halil N. Berktay da olayın Ankara’dan gelen şifreli bir telgrafla emredildiğini ve şifreyi çözmüş subayla sonraları tesadüfen tanıştığını söylemişti.

Olayın dünya solculuğu açısından ne anlama geldiğini ise Mete Tunçay şöyle özetlemişti:

Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katli karşısında Sovyetlerin ve Komintern’in takındığı tavır dünya solculuğunun gelişme süreci bakımından bir dönüm noktasıydı. Bu olayda sosyalist anavatanın dış politika çıkarlarıyla bir kardeş partinin varlık sorunu çatışmış ve komünistler, daha sonra Troçkistler tarafından Stalin’e atfedilen bir ‘fırsatçılık’ kalıbının ilk örneğini vermişlerdi.

Halbuki bunlar olurken, Lenin resmen ve fiilen Sovyet devletinin başında bulunuyordu.

SONUÇ:

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katliamından 95 yıl sonra bu vahşetten hangi dersler çıkarılabilir? Bu katliam, Sovyetler Birliği ile TBMM Hükümeti’nin devlet çıkarları doğrultusunda iki devletinin özel çıkarları nedeniyle yapılmıştır. Bu katliamda Enver Paşa’nın ve Mustafa Kemal’in parmağı vardır. Yeni belgeler ışığında, Mustafa Suphi ve 15 yoldaşını esas öldürtenin Enver Paşa olduğu tezi ağırlık kazanıyor.

Bu cinayetin arkasında TKP Kurucu kadrosunda yer almış olan Salih Zeki (Zor), Ankara Hükümeti’nin ajanı olarak nitelenen Mehmet Emin, Süleyman Sami’nin rolleri araştırılmalıdır. Salih Zeki (Zor) 1921 Haziran ayında, Komintern 3. Kongresi’ne TKP’nin delegesi olarak katılmıştır. TKP, 1921 yılında Moskova’da Moskova ve Kars Anlaşmalarının imzalanmasından sonra Bakü’de bulunan Teşkilat Bürosu kendini fesh eder. Salih Zeki, Soyadı Kanunu çıkınca kendisine Der Zor’da katlettiği 200 bin Ermeninin şerefine kendine ZOR soyadını almıştır.

Kızıl Ordu 4 Aralık 1920 tarihinde Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti’nin başkenti Yerevan’ı işgal etti ve hükümeti yıktı. Yerine Sovyetler Birliği’ne bağlı Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu. 1920 yılından 1965 yılına kadar, Ermenistan’da 1915 Ermeni soykırımından, Enver Paşa’nın yaptıklarında söz etmek, 24 Nisan 1915’ten konuşmak kesinlikle yasaktı. Okullarda kesinlikle 1915’ten, katliamdan konuşulamazdı. Sovyetler Birliği yönetimi, Tam 50 yıl, Ermenistan’da bir soykırım anıtı yapılmasını kabul etmedi. Yereven’daki soykırım anıtı halk ayaklanması üzerine 1965 yılında inşa edilmeye başlandı.

Geçmiş bugünün önsözüdür.
Geçmişi araştırmalı, öğrenmeli, yeni yanlışlara düşmemeliyiz.
Gelsenkirchen, 30 Ocak 2016, Kemal Yalçın

Not: Bu konuşmayı hazırlarken Selçuk Uzun’un Der Zor Cehenneminden TKP Teşkilat Bürosu’na: Salih Zeki (Zor) adlı makalesinden, Murat Bardakçı’nın “ Suphi’yi benim için öldürdüler!” başlıklı makalesinden ve Ayşe Hür’ün 25 Kanuni Saniyi Unutma, makalesinden ve Doğan Özgüden’in “Öncelikli soru: Mustafa Suphi ve yoldaşlarını kim öldürttü?” başlıklı yazısından çok yararlandım. Bazı cümle ve paragrafları aynen aldım ve kullandım. Kendilerine çok teşekkür ederim.

Bu yazı, Kemal Yalçın‘ın sayfasından alınmıştır…