Cavit Orhan Tütengil, bugün de kalplerde yaşıyor

Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil 41 yıl önce 7 Aralık 1979 sabahı Levent’te bir siyasi cinayet sonucu yaşamını yitirdi. 1979, Cumhuriyet Türkiye’si için en kötü yıllardan biriydi. Ekonomik kriz derinleşmiş, sosyal dengeler altüst olmuş, siyasi istikrarsızlık tehlikeli boyuta ulaşmıştı. Kutuplaşma en üst düzeyde idi, Türkiye’nin her yerinde siyasi amaçla suikastlar işleniyor, bazı günler öldürülen insan sayısı 30’a ulaşıyordu. Zaman zaman önemli ve ünlü isimler (gazeteci, sendikacı, akademisyen gibi ) hedef alınıyor ve onların ölümü büyük bir sarsıntı yaratıyordu.

20 Kasım 1979 sabahı üniversiteye gelmek üzere evinden çıkan Prof. Dr. Ümit Doğanay da Etiler’de bir suikasta kurban gitmişti. Ümit Bey Hukuk Fakültesi’nde medeni hukuk hocasıydı, Tüm Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’nin başkanlığını yapmıştı. Ilımlı ve yapıcı bir kişiliği vardı, çok sevilen bir hocaydı.

O dönemde İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki Merkez Bina kampüsünde İktisat ve Hukuk fakülteleri bulunuyordu. Olayları kaygıyla izleyen ve bir şeyler yapmaya çalışan bir grup öğretim üyesi ve asistan olarak, Ümit Bey’in öldürülmesini bir bildiri hazırlayarak kınamak ve protesto etmek amacıyla rahmetli Prof. Dr. Nuri Karacan’ın odasında toplanmıştık, epey kalabalık olan küçük odada bildiri taslağı okunuyordu. Bildirinin bir yerinde olayın failleri ve onların arkasındakilerle ilgili olarak “…karanlık güçler…” ifadesi geçiyordu, odanın dışından “karanlık güçler demeyelim, karanlık odaklar diyelim” diye bir ses geldi. Sesi hemen tanıdık, aramızdaki adıyla Cavit Bey’di. Bu müdahale hem onun her zamanki titizliğini, hem de her zamanki alçak gönüllü davranışını yansıtıyordu. Çoğumuzdan daha kıdemli ve hatta bazılarımızın hocası olmasına rağmen, o dakikaya kadar sessizce izlemiş ve gereken yerde müdahalesini yapmıştı.

1964 girişli İktisat Fakültesi öğrencileri olarak biz Prof. Dr. Tütengil’in 1965-1966 öğretim yılında öğrencisi olmuştuk. Sosyoloji dersinin iki saatini rahmetli Prof. Dr. Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, bir saatini de Cavit Bey veriyordu. İki hocanın konuları, kitapları ve sınavları ayrıydı. Cavit Bey’in konusu az gelişmiş ülkeler sosyolojisi idi. O dönemin öğrencilerinin çoğunun zaten ilgilendiği konular işlendiği için ders de, hoca da ilgiyle izleniyordu.

Cavit Bey sakin, mesafeli, ciddi, titiz bir kişiydi. Ders saatinden birkaç dakika önce sınıfın kapısına gelir, zil çaldığı anda sınıfa girer, zincirli cep saatini kürsüye koyar, son dakikaya kadar zamanı değerlendirirdi. Sınıf kalabalık olduğu için tüm öğrencilere ödev yaptırmak olanaksızdı, fakat o dileyen öğrencilere ödev verirdi. Ben de o vesileyle odasına gitmiş ve kendimi tanıtmıştım. Aradan bir süre geçti, kendisinin rahmetli Prof. Dr. Oğuz Arı ile birlikte yürüttüğü İstanbul’a Göç ve Şehir Hayatına İntibak araştırmasında bana anketörlük teklif etti, ben de memnuniyetle kabul ettim. Bir diğer anketör de bizden iki sınıf yukarda olan (halen Prof. Dr.) sevgili Kaya Ardıç idi. Bizim için çok ilginç ve öğretici bir deneyim olmuştu. Bu sürecin bizi çok etkileyen bir yönü de, bizim hiç beklemediğimiz bir biçimde Cavit Bey’in bizi sigortaya kaydettirmiş olmasıydı.

İzleyen yıllarda İktisat Fakültesi’nde asistan ve öğretim üyesi olarak görev yaparken Cavit Bey’le temaslarımız arttı. Bizlere soyadlarımızla hitap etmeyi tercih ederdi (Şenatalar, Falay…). Sohbetlerde Cavit Bey’in mesafeli, ciddi tavrının arkasında esprili ve muzip bir yönünün yattığını da görmüş olduk.

1979 yılının sonunda İstanbul Üniversitesi’nin iki değerli ve sevilen hocasının katilleri bulunamadı. Cinayeti işleyenler ortaya çıkartıl(a)madı. Eylemi işleyenlerin arkasındaki odaklar da aydınlatıl(a)madı. Bu iki değerli insan neden hedef alınmıştı? İkisinin ortak yanları nelerdi? İkisi de ülke sorunları ile ilgilenen, aşırı görüşleri olmayan, barışçı, ılımlı, öğrenciler tarafından sevilen, aydın çevrelerde tanınan değerli öğretim üyeleri idi. Ayrıca bu isimler kendilerine göre daha solda olanların da, daha merkezde olanların da saygı duyduğu kişilerdi. Ankara’da benzer bir suikast sonucunda yaşamını yitiren Doç. Dr. Bedrettin Cömert de benzer özelliklere sahipti. Bu niteliklere sahip olan insanların hedef alınmış olması bizce tesadüf olamaz. Peki amaç neydi? Amacı ayrıntılı olarak tahmin çabası spekülasyon olur, ancak güçlü olasılık şudur : Bu tür isimlerin öldürülmesi ile toplumda büyük bir şok yaşanması sağlanır ve bu tür isimler dolayısıyla geniş bir çevrede korku yaratılır ve toplumda çaresizlik duygusu güçlenir. Eylemi işleyenler sadece piyondur.

Cavit Bey öldürüldüğünde 58 yaşındaydı. O güne kadar çok sayıda kitap ve makale yayınlamıştı. Mersin’in Tarsus İlçesi’nin Sebil köyünde doğan bir çocuk, parasız yatılı sınavını kazanarak girdiği Haydarpaşa Lisesi’nden 1940’ta mezun olmuş, 1944’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden felsefe dalında diploma almış, 1944-1953 arasında Antalya ve Diyarbakır liselerinde öğretmenlik yapmıştır. 1953 yılında İktisat Fakültesi sosyoloji kürsüsünde asistanlığa başlamış, 1960’ta doçent olmuştur. Eğer bir suikast sonucu yaşamını yitirmeseydi, daha pek çok öğrencinin yaşamına dokunacak, pek çok makale ve kitap yazacaktı.

Prof. Dr. Tütengil’in öldürülmesi toplumda büyük bir tepki yarattı, ondan birkaç hafta önce Prof. Dr. Ümit Doğanay’ın cenaze töreninde Şişli’den Zincirlikuyu’ya yürüyen kitle Mecidiyeköy’de durdurulmak istenmiş, fakat yürüyenler kararlı bir şekilde yürüyüşe devam etmişti. Bu örnekten hareket eden sıkıyönetim yetkilileri Prof. Dr. Tütengil’in cenaze törenine katılımı engellemek için çeşitli cadde ve sokaklarda önlem almıştı. Şişli Camisi’ne ulaşanların da oradan Zincirlikuyu’ya yürüyüşe geçmeleri çok sert müdahalelerle engellendi. O müdahalelerde tartaklanan hocalar oldu. Anlamsız ve gereksiz müdahalelerin sorumluları daha sonra da 12 Eylül’de başroldeydiler. Cavit Orhan Tütengil ise, bugün de kalplerde yaşıyor, sevgi ve saygıyla anılıyor.