Krallar ve Tanrılar Arasında

Ciğer kebabı yerim diye beklediğim Lagaş’tan kebap yemeden ayrılıyorum. Meğer ciğer kebabını genellikle tanrı-krallar ve maiyetindekiler yiyebiliyormuş. Anlaşılan bu çağlarda ciğer kebabı, Ejder Meyveli Smoothie gibi bir şey. Nil boylarına doğru yola çıkmadan, hazır gelmişken Nippur’a da bir uğrayıp oradaki tabletlerden öyküler dinlemek iyi olur diye Nippur’a yöneliyorum. Köpeklerin ortalığa salınıp, taş atmanın suç sayıldığı diyarlardan sonra Lagaş’da, Nippur’da dolaşmak pek keyifli, pek emniyetli.

Nippur’un girişinde yolda bir şeylerle meşgul bir çocukla karşılaşıyorum. Kendimden biliyorum ki, merak ettiğim soruların doğru cevaplarını krallardan, tanrılardan ve tapınakların civarından değil, bu çocuktan alabilirim.

Bütün bir mevsim, çalılardan topladığım, kırpılmış koyunlardan öteberide kalmışlardan ayıkladığım, dikiş tutmaz olmuş eski çoraplardan kotardığım, hadi itiraf edeyim, biraz da annemin keçe için tedariklediklerinden yürüttüğüm yünlerden oluşan bir yün birikimim vardı. Hasattan sonra dört gözle gelmesini beklediğim çerçi nihayet köye teşrif edince biriktirdiğim yünlerle plastik bir oyuncak minibüs almıştım. Minibüsümle köy civarındaki uzak diyarlara seyahat ederken bir tekerini düşürmüş onu arıyordum. Yabancı birileri yaklaşıp yanıma oturdu ve pek samimi bir sohbet başladı.

Türkçeye tercüme edecek olursam, aşağı yukarı söyle oldu; Hangi aşiretten olduğumu sordu, söyledim. Kimlerden olduğumu sordu, söyledim. Aldığı cevaplardan sonra adımı sormayı gereksiz bulup, köyden filancalar nasıl, ne yapıyorlar diye sordu. Aklım hala bulamadığım tekerde, bir an önce sorularına cevap verip işime dönme derdindeyim. Cevaplamaya başladım; O her gün karısını dövüyor, ikincisini değil, birincisini dövüyor daha çok, birincisi hırsız zaten, geçenlerde bir kuzu çalmış, giysisinin altına saklamaya çalışırken yakalanmıştı. Bu minval üzere biraz daha süren soru cevaptan sonra aferin deyip gitti.

Meğer bu zat, birinci kadının başka bir köyden kardeşiymiş, ablasını ziyaret etmeye gelmiş. Şimdi bu yabancının benden aldığı cevapları, köy muhtarından yahut ihtiyar heyetinden birisinden alması mümkün mü?

İşte bu tecrübeyle Nippur’lu çocuğa yaklaşıyorum ben de. Çocuk ürkmesin diye yüzümdeki korona maskesini çıkarıyorum mecburen. Pek akıllı görünen, bilgece bakan, kendinden emin bir havası var çocuğun. Köye gelen yabancının bana sergilediği şirinliklerin daha fazlasını sergiliyorum. Aklımdan harçlık vermek bile geçiyor ama cimriliğime yeniliyorum.

Önce, kralın sarayını, oraya nasıl gidileceğini soruyorum. Kralın sarayına mı gideceksiniz, sizi oraya hangi tanrı gönderiyor, diye soruyor karşılık olarak.

Beni bir tanrının göndermesi mi gerek diyorum. Afallayarak, hangi kentten geliyorsunuz, krallarınızın saraylarına davetsiz mı giriyorsunuz diyor kerata. Dört, beşbin yıl sonrası bir yerden geliyorum diyemem ama çocuğa gerçeği onun anlayacağı şekilde anlatmaktan başka çare de yok anlaşılan; bak çocuğum, ben doğar doğmaz kötü tanrılar beni cezalandırmak için “çağdaş uygarlık” denilen bir zindana tıkmışlar. Ömrüm o zindanda geçti. Bu yüzden olup bitenlerden hiç haberim olmadı, bu nedenle sorularımı yanlış anlama diyorum.

Yine de öfkeli bir ses tonuyla, siz kudretli Sümer Akkad kralının sarayını yol geçen hanı mı sandınız, oraya girmek için elinizde sözü geçen tanrılardan birinin yazdığı rica mektubu olması lazım diyor. Tanrıdan mektup olacak şey mi, hem de sözü geçen tanrılardan birinin!

Bir meslek kuruluşunun, bir müessesenin, büyük ihaleler alan büyük bir şirketin, ne bileyim işte, bir televizyonun, bir gazetenin, bir derneğin, bir vakfın, bir partinin, bir tarikat yahut cemaatin sözcüsü yahut temsilcisi olarak, o da olmadı kralın oğlu, kızı, gelini, damadı, eniştesi gibi yakın biri aracılığıyla randevu alınıp kralla görüşülebilir herhalde diyorum mecburen. (Takdir edersiniz ki çocukcağıza, krallıkla cumhuriyet arasındaki, dolayısıyla seçimle gelen demokratik yöneticilerle onların kralları arasındaki farkı izah edip kafasını büsbütün karıştırmanın manası yok).

Peki bu saydığınız tanrıların hepsinin sözü geçiyor mu diye soruyor bu defa da. Tanrı lafına takılmazsak çocuk haklı. Her dernek, her meslek kuruluşu, her vakıf veya parti randevu alamaz tabi ki. İşte gördün mü, sizde de kralın sarayına girmek için her tanrının değil, sarayda itibari olan bir tanrının rica mektubu gerekiyormuş diyor bilmiş bilmiş.

Aklıma Sümerolog Kramer’in anlattıkları geliyor; Tanrıların ve kralların ilgilenmeleri gereken mühim işleri vardı ve onlara ancak kabule şayan birinin aracılığıyla ulaşılabilirdi. Bu nedenle yücelere işi düşenler de taleplerini ulaştırmak için şahsi tanrılar yaratıp, ya da mevcutlardan birine intisap edip onların aracı olması için yalvardılar.

Şimdi çocuğu anlamaya başlıyorum. Sümer¬-Akkad panteonundaki tanrıların arasında Sığır Tanrısı, Kazma Tanrısı, Arpa Tanrısı, Şarap Tanrısı, Saban Tanrısı, Tuğla Kalıbı Tanrısı, Kanal Tanrısı gibi tanrıların bulunmasının nedeni buymuş demek ki. Esas ilahlara ulaşmak içinmiş diğer bütün ilahlar. Çocuğun tanrıdan kastını ve bağlamda bizdeki tanrıların çokluğunu düşününce iyi ki boşboğazlık edip çocuğa, bizde tek tanrı var dememişim diyorum. Nippur’lu çocuğa yalan söyleyip mahcup olmak an meselesiymiş meğer.