Platon’un Ahlâk Felsefesi

Ayrıca buna bağlı olarak, kavramsal ya da felsefi bilgi ve duyusal bilgi olmak üzere iki bilme düzeni vardır.  Platon’a göre kavramsal ya da felsefi bilgi, yanılmazdır. Tüm insanlar, tüm halklar ve tüm çağlar için aynı olan, ilksiz sonsuz değerlerin bilgisi yani olgusal olanın bilgisidir. Duyusal bilgi ise, görelidir, değişkendir ve hem özne hem nesne payına her tür geçici etkiye sahiptir. (2)

Kendini duyularımıza sergileyen dünya ideâl dünyanın bir yansımasıdır. Bu duyusal varoluş dünyası, sürekli bir gelişim durumu içindedir ve kendini, ideâl dünya tarafından belirlenen ‘buyurgan kalıba’ doğru şekillendirerek eksiksizleşmeye çalışır. Evrendeki her fenomenal nesne, bir amaca, bir ideâl hedefe doğru şekillendirilir. (1)

Buna dayanarak, Platon’un ahlâk kuramı ‘kendini gerçekleştirme’ öğretisinde merkezlenir. İnsan, yaşamda ereğine ya da hedefine ulaşma özlemi ile yaratılır. İnsanın ereği, kendini ‘iyi’ye vardıran bir dönüşümü başarmaktan oluşur. (2)

Peki, ‘iyi’ nedir?

Metin Bobaroğlu’nun,‘Tasavvuf ve Caz’ ana başlıklı ve ‘Aklın Gayesi Nedir?’ konulu Radyo Cazkolik’te 02 Ağustos 2018 tarihinde yayınlanan programda ki konuşmasından alıntı; “Eşyanın da, tabiatın da, doğanın da, birbirine olan ilişkisine baktığınız zaman birbirlerinin varlıklarını destekleyen bir yapı içinde harmoniktirler. Bu, ‘iyi’ye bağlanıyor. Burada ki ‘iyi’ nedir? ‘İyi’, temelde bir varoluşun herhangi bir varoluşun, doğa varoluşu olabilir, kültürel varoluş olabilir, insanın kendi varoluşu olabilir, o varoluşun kendi yeteneklerini açığa çıkarıp, geliştirip, sonsal yani en uç noktasına taşıyabilmek demek. Aslında ‘varlaşmak’ demek. Yani ‘iyi’ olan, ‘var’ olandır.

Platon’a göre en yüksek insan, ‘iyi’nin kazanılmasına doğru yönelmiştir ve ‘iyi’ ye iyelik gerçek mutluluğu oluşturan şeydir. İnsanın en yüksek iyisinin, onun ussal ve ahlâksal bir varlık olarak, kişiliğinin gerçek gelişimi, ruhunun doğru eğitimi ve yaşamının genel uyumlu refahı olduğu söylenebilir. Bir insanın ruhu, olması gereken durumda ise, o zaman o insan mutludur. (2)

Platon’a göre ‘iyi’, doğru bir yaşayışın kesin ölçüsü, biricik ereğidir. Ruh, kozmosa yani gerçek düzene ancak ‘iyi’ ile erişebilir. (3)

İnsanın ruhu, kendini bir yanda duyular tarafından algılanan fenomenal dünya ve öte yanda ideâl olgusallığın dünyası olmak üzere, iki dünyanın bir üyesi olarak tuhaf bir ara konumda bulur. (1)

Platon’a göre ‘iyi’, bir ruh durumudur ve bilgelikten oluşmaktadır. İnsan için iyi yaşam ‘karışık’ bir yaşam olmalıdır. Yani insan, ne yalnızca ussal yaşam ne de yalnızca duyusal haz yaşamı içinde olmalıdır. Ilımlılık içinde yararlanıldığı takdirde, duyusal isteklerin doyurulmasından gelen hazları Platon reddetmez. Bunu bal ve suyun, hoş bir içki yapmak için belli oranlarda karıştırılmasına benzetir. Hoş bir duygunun ve ussal etkinliğin iyi insan yaşamını oluşturmak için uygun bir oranda karıştırılması gerektiğini söyler. Başka bir deyişle bir insanın gerçekten iyi bir yaşam sürdürebilmesi için bu ölümlü yaşama, madde dünyasına bütünüyle sırtını dönmesi gerekmez. Ama yine de bu dünyanın biricik dünya olmadığını, en yüksek dünya ise hiç olmadığını, tersine, bu fenomemal dünyanın, ideâl dünyanın bir yansıması olduğunu anlamamın gerekliliğini vurgular. Böylece, iyi yaşamı oluşturan karışımın sırrı ölçü ya da orandır. Ne denli duyusal hazzın kabul edileceği ise bilgiye dayanır. Bilgi, ancak sağlıklı olma halini ve dengeli bir kafayı kabul eder. ‘Budalalık ve kötülük’ hazları, bu karışıma alınmaya bütünüyle uygunsuzdur. Bu, göz ardı edildiğinde doğru bir ‘karışım’ değil, ‘karışıklık’ var demektir. (2)

Platon hazların üçlü bir sınıflamasını yapar. Tensel hazlar en düşük hazlardır, duyusal hazlar ara bir iyilik derecesinde dururlar. İdeâl hazlar ise tinseldirler ve en yüksek ölçüde değerlidirler. (1)

‘İyi’, güzelin bir biçimidir ve ölçü ve oran tarafından oluşturulur. ‘Bakışım’, ‘güzellik’ ve ‘gerçeklik’ iyide bulunan üç öğedir. Bakışım (simetri), yerli yerindeliğe aittir. Güzellik, orantıda tamlık ya da yeterliktir. Gerçeklik ise ‘us’a aittir. Bunlar doğru bilgi, hiçbir acının karışmadığı hazlar ve iştahın ölçülü doyumu ile birleşir ise, insanın gerçek iyisinin karışımının ölçüsü oluşmuş olur. Ve insanı iyiyi araştırmaya yönelten güdü ise, mutluluğu için duyduğu isteği ya da özlemidir. Platon’a göre ölçülülük ve bilgelik bütünüyle ayrı olamaz. Ölçüsüz insan, insana zararlı olanı izleyen, ölçülü insan ise, gerçekten iyi ve yararlı olanı yapandır. İnsan için iyinin gerçek bilgisini taşıyan ise felsefecidir. Platon, erdem bilgidir ve bilgi öğretilebilirdir düşüncesine sarılmış görünür. (2)

Metin Bobaroğlu’nun 19 Mart 2018 tarihli AAV konuşmasından alıntı; “Platon erdemler için şunu ileri sürüyor. Erdemleri hazır olarak doğada bulamayız. Kendi eylemlerimizle bir amaca bağlı olarak onları inşa edebiliriz. Ve gerçeklikleri idealara yani ideâllere dönüşmesi noktasındadır.”

Platon’un ruh ile beden arasındaki ilişkide üstünlüğü ruha verdiği aşikardır. Ruh, bedenden üstün olduğu için, beden ve ruhtan meydana gelen bütünde, yönetmesi gereken ruh, onun emirlerine itaat etmesi gereken ise bedendir. Öte yandan Platon, bedenin de ruh üzerinde etkili olabileceğini, bedenin kaynağı olan hazlara sürüklenmek suretiyle, bedenin, ruhun mutluluğa ulaşmasına engel olabileceğini kabul etmektedir. Ancak ruhun düşünme gücü, bedene değer vermeyip, oradan kaçarak, bedenin isteklerini aşabilme gücüne, kendi evrenine yani idealara dönebilme gücüne sahiptir. Platon ruhu, ‘doğası ve özü bakımından bir hareket ilkesi’ olarak kabul eder ve çeşitli diyaloglarında ruhu ‘kendiliğinden hareket ilkesi’ olarak tanımlamaktadır. (6)

Platon evrenin canlı, akıllı ve ruh sahibi olduğuna inanır ve bu ruha “âlem ruhu” adını verir. Sonuç olarak ruh, Platon’a göre özü itibariyle değişim ve dönüşümün, kendiliğinden hareketin, kendi kendine hareket eden varlığın hareketinin ilkesidir. (Platon, Yasalar: 892 a- 896a). Ruh demek, hareketi kendiliğinden olan şey demektir. Ayrıca ruh, akla sahip olabilecek biricik varlıktır. (Platon, Timaios 46 c). (3)

Platon’a göre ruh ölümsüzdür, idealar dünyasında bulunuyorken idealar dünyasında bulunan her şeyi görmüştür ve birçok defalar yeryüzüne gelmiştir. Yeryüzünde her şey birbirine bağlı bulunduğu için, ruh bunlardan birini görünce, sürekli bir araştırma ile ötekilerini de bulabilir ve anımsayabilir. İnsan ruhunda ki ideâl tasavvurlar (tasarımlar) önce bilinçsiz bir halde bulunurlar. Bunlar önce bir rüya gibi kımıldanırlar, uygun sorular ve araştırmalarla sonunda aydınlık bir bilgi haline gelirler. Buna göre bilmek, eskiden bilinmiş bir şeyi yeniden anımsamaktan başka bir şey değildir. (2,3)

Anımsama, Sokrates’in vurguladığı “Kendini Bil!” ya da “Kendini Tanı!” ilkesinin epistemolojik anlatımıdır. Ruhun bu dünyada gördüklerinden anımsadıkları, ancak ideaların soluk ve zayıf yansımalarıdır. Gerçek bilgi, ideaların sallantılı yansımalarının değil, ideaların kendilerinin bilgisidir ve nesneler evreninde değil, idealar evreninde elde edilir. (1)

Metin Bobaroğlu’nun 03 Nisan 2017 tarihli AAV konuşmasından alıntı; “Sokrates bilenin felsefesine geçtiği için onun felsefesi bir özne felsefesidir. Daha sonra, Platon felsefesi ne töz ne de özne felsefesidir. O, ilkelerin sorgulanması yani ideaların sorgulanmasının felsefesidir. İdealar burada, çok önemli bir şey getiriyor bize, belki de felsefenin ilk ışıkları yanıyor. Sokrat’ın bu sorgulamasının arkasından Platon’da doğan bu idea sorgulaması, bize felsefenin ışıklarını yakıyor. Neden? İdea ile ideâl arasında bir uyumsuzluk var. Aristoteles’e bakarsak ya da önceki töz felsefecilerine bakarsak, böyle bir uyumsuzluk yok. Onlar füzis, doğayı incelerlerken doğada suyu toprağı ateşi veya onların kombine hallerini incelerken bir gerilim yaşamıyorlar. Duyular, algılar onların üzerine düşünceler ve sonuçlar, bu formüle uydurdunuz mu tamam. Ama Platon bambaşka bir şey getiriyor. İlk süreç düşüncesi Platon’da ortaya çıkıyor. Nereden çıkıyor? İdea, soyut evrensel, tümel, soyut, gerçek değil. Bir düşünce. Bir fikir. Ama bunun gerçekliğe taşınması yaşam koşulları ile birlikte nesnenin tözün kendisinde en yüksek biçimine formuna yani ideanın tüketilmesine kadar eylemle ortaya çıkartılan bir prosestir, bir prosedürdür. O zaman idea, ideâl oluyor. Bakın bir süreç çıkıyor. Bunu filozoflar olanla olması gereken diye ayırıyorlar. Platon’a kadar hep olanla ilgilendik, dünyadaki bütün düşünce olanla ilgilendi. Platon, olması gerekeni baştan koydu. Olanı olması gereken doğrultusunda değiştirmeyi de eyleme, insana verdi. Yani Platon’a göre, doğa gelişip ideâle asla ulaşamaz. Çünkü idea olması gerekendir, doğa ise olandır. Füzis olandır. Olandan olması gerekene ise ‘insan eylemi’ katılması zorunludur. İnsan değeri ortaya çıktı. Sokrates’teki aranan insan Platon’da eylem varlığı olarak sadece kendi üzerine düşünen refleksiyon yapan birisi değil, eylemle düşüncesini gerçekliğe töze taşıyan insan biçimine geldi.

Platon ruhun ideâl dünyada köken bulmasının yanı sıra ona geri dönmesi gerektiğini savundu ve bunu onun ebedi doğasına ve ona ahlâksal olarak kendini gerçekleştirme olanağını veren, onu Tanrı gibi bir konumla ödüllendiren direnilemez bir yasaya bağladı. Gerçekte evrenin minyatür bir eşlemi olan insandır. Evren makro kozmos iken, insana bir mikro kozmos olarak bakılabilir. Ancak, tıpkı kötü güçlerin evrende iyilerle savaşmaları gibi, insanın içinde ki kötü güçler de onun ‘iyi’ ye erişmesini engellerler. (1)

Platon’a göre Ruh, idealar dünyasında iken yer yüzüne inmiştir ve bu nedenle ruhun iyiliği ve kötülüğünün kökünü dışarıda değil, ruhun kendisinde, kendi içinde aramalıdır. Platon ruhu üç kısma ayırır. Ruhun idealara yönelmiş olan, güdücü, akılcı bir kısmı ile, iki tane de isteyen ve duyusal yönü vardır. İsteyen ve duyusal yönlerden biri akla uyarak soylu, güçlü, iradeli eyleme, öteki ise akla karşı gelerek, bayağı, maddi duyusal isteklere, iştaha götürür. Platon bu düşüncesini biri beyaz öteki siyah, kanatlı iki atın çektiği bir arabayı kullanan bir sürücü simgesi ile canlandırmıştır. Burada sürücünün kendisi arabayı güden olarak akla karşılık gelir. Araba bedene karşılık gelir. Beyaz at soylu isteğe, kötü olan siyah at ise maddi isteğe karşılık gelir. İşte, ruhun kötü atla simgelenen yönü, arabayı hep aşağılara sürüklemek istediği için, ruhu ideaları görmekten alıkoymuş, onun yeryüzüne düşerek bir vücutla birleşmesine, böylece ruhla bedenden kurulmuş insanın meydana gelmesine yol açmıştır. (3)

İnsana düşen ödev ise, ruhunun asıl yurduna yeniden kavuşması, dönmesi için gereğini yapmaktır. Bu da ideaları bilmekle olabilir. Buradaki bilgi yine bir anımsamadır. İdeaları objektif olarak bilmenin olanağı vardır. Çünkü bu yeryüzü dünyası idealar dünyasına benzer, buradaki bütün varlıklar idealardan pay almışlardır. (3)

Öyleyse insanın ahlâksal görevi olanaklı olduğu ölçüde ‘iyi’ye erişme yani idealara erişme görevidir. İyinin ne olduğunu anlayan biri doğası gereği zaten ona doğru çekilecektir. (1)

Platon’un idea düşüncesine dayandırdığı felsefesinde ruh, Tanrı’ya özgü bir niteliktir, gerçekliktir. (3)

Tanrı gibi olmak için başarılı bir çaba, eksiksiz mutluluk ile ödüllendirilir. Tanrıya benzerlik insanın ahlâki ereğidir. (1)

Platon’a göre insanın çok özel bir yetisi vardır. İnsan pek çok algıyı bir ‘kavram’ halinde toplayabilir. Objektif olarak görüldüğünde bu yeti, yine insan ruhunun bir zamanlar idealar dünyasında görmüş olduğu ideaları anımsamasından başka bir şey değildir. İnsandaki bu yeti, kendini en kolaylıkla ‘güzel’ de gösterir. ‘Güzel’, zaten idealar dünyasında her şeyin en üstünde parlar. Yeryüzünde de en ışıltılı olan, en göze çarpan odur, duyuların en açık olarak kavradığı ‘güzel’dir, insan güzeli sever ve güzel insanı çeker. Bu yönelme, doğru olarak yönetilirse, insanda felsefi bir coşku uyandırır. Bu coşkuda bize ‘güzel’ ideasını anımsatır, anımsama ise ideaları görmeye vardırır. Buradaki ideaları görme, coşup kendinden geçme ile elde edilen bir görüş değil, ruhta uyuklamakta olan ideaların ani olarak parlamasıdır. Bu da akılla, düşünme ile hazırlanabilir. (3)

Platon, Tanrısal mutluluk insanın mutluluğunun örneğidir diyebilmektedir. Öte yandan mutluluk, erdemin izlenmesi ile kazanılacaktır. Ancak erdemli bir insan gerçekten ‘iyi’ bir insan ve gerçekten ‘mutlu’ bir insandır. ‘Erdem’ ise insan için olanaklı olduğu ölçüde Tanrı gibi olmak demektir. İnsan elinden geldiğince Tanrı gibi olmalıdır ve bu yine bilgeliğin yardımıyla dürüst olmaktır. Bir insanın olmayı umut edebileceği çok daha yüksek bir anlamda Tanrı, her şeyin ölçüsüdür. Ve tanrı için değerli olacak biri, olabildiğince ona benzemeli ve onun olduğu gibi olmalıdır. Bu nedenle ölçülü insan tanrının dostudur. Platon dört ana erdemi irdeler. Bunlar, bilgelik, yiğitlik, ılımlılık ve doğruluk. Bilgelik, ruhun ussal parçasının erdemi iken, yiğitlik ise yürekli parçasının erdemidir, öte yandan ılımlılık, yürekli ve itkisel (iştahsal) parçaların, ‘us’un yönetimi altında birleşmesinden oluşur. Doğruluk ise, ruhun her parçasının kendi özgün görevini, yeterli bir uyum içinde yerine getirmesinden oluşan genel bir erdemdir. (2)

Platon ahlâk kuramında tek kişiyi değil devlet çerçevesinde bir araya gelmiş olan toplumu göz önünde bulundurur. Nasıl ki duyularla kavranan tek tek nesnelerden çok kavrama, yani idealara, bu tümel varlığa değer veriyorsa, bunun gibi ahlâk kuramında da, birey ideâlinden çok yetkin toplumu anlatır. Platon’un ahlâkı, sosyal ahlâk ağırlıklıdır. Ödevi, insanları doğal amaçları olan mutluluğa eriştirmek olan devlet yönetimi sanatı, felsefesiz olmaz ve bu mutluluğa, en eksiksiz olarak devlette erişilir. Platon’un ahlâkı ‘ideâl devlet’ öğretisinde bütünlenir.” (3) 

Platon’un Siyaset Felsefesi

Platon’dan sonraki tüm düşünürlerin ve araştırmacıların içinde yaşadıkları dünyayı bir nebze olsun anlayabilmek için başvurmak zorunda oldukları soruları tanımlamalarıPlaton’un siyaset felsefesine dair eserlerini büyük kılıyor. Biz Platon’un cevaplarını kabul etmeyebiliriz ve çok muhtemeldir ki kabul etmeyiz. Ancak Platon, siyaset felsefesi ile ilgili soruları rakipsiz bir açıklık ve anlayış ile ortaya koymuştur. Cevapları konusunda en büyük düşünürlerin bile hemfikir olmamaları nedeniyle, bu anlamda felsefede nihai otorite bulunmamaktadır. Tamda bu anlaşmazlık aslında bizim günümüz okuyucularının Platon’un eserlerinde ki tartışmaya dahil olabilmesini mümkün kılmaktadır. (4)

Günümüzde siyaset felsefecilerinin cevaplamaya çalıştıkları en eski ve halen en temel sorular şunlar olabilir? Adalet nedir? Mutlu bir toplum mümkünmüdür? Mutlu bir toplum nasıl olmalıdır ve amaçları nelerdir? Bir vatandaş nasıl eğitilmelidir? Niçin hukuka itaat etmeliyim ve eğer varsa benim itaatimin sınırları nelerdir? İnsan onurunun temelini ne oluşturur? Özgürlük mü? Erdem mi? Sevgi mi? vb. soruları hala soruyor durumdayız. Belki de günümüzde en temel ve en önemli soru, tek bir en iyi rejim var mıdır? Rejim kavramı siyasal fikirlerin belki de en eskisi ve en temel olanıdır. Platon’un Devlet adlı eseri, rejim hakkında bir kitaptır. Ve sonraki tüm siyaset felsefesi Platon’a düşülmüş dipnotlar serisidir. Bu, düşünürlerin, Platon’un ideâl rejim kavramlaştırmasının çeşitlenmelerini sunmak zorunda kalmaları anlamına gelmiştir. (4)

Peki Rejim nedir? Bir rejim her şeyden önce bir yönetim biçimine karşılık gelir. Günümüzde siyasal dünya birkaç rejim tipi ile yapılandırılmış ve düzenlenmiştir. Rejim daima emsalsiz bir şeydir. Diğer rejim tipleri ile bir karşıtlık ilişkisi içinde var olur. Bunun sonucu olarak çatışma, gerilim ve savaş ihtimali siyasetin tam da doğasına içkindir. (4)

Ülkemizde ve yurt dışında pek çok kimsenin üzerinde durduğu konu rejim siyasetinin temel yapısını tamamıyla aşmak ve dünyamızı küresel adalet normları ve uluslararası hukuk normları temelinde düzenlemektir. Peki böyle bir şey mümkün müdür? En iyi rejim, tüm insanları kucaklayan büyük bir kozmopolitan düzen mi olacaktır? Belki de tüm özgür ve eşit insanı içeren bir tür evrensel milletler cemiyeti olabilir. İhtimal dışı değildir ancak böyle bir dünya şu an için bir ütopya olarak kabul edilmektedir. (4)

Platon siyaset üzerine sistematik olarak eğilen ilk antik düşünür olma vasfını taşımaktadır. Platon, siyasette aktif rol almak istemiş, Kral Dyonysios’a danışmanlık etmek, düşündüğü devleti orada kurmayı denemek için Sicilya’ya üç uzun ve tehlikeli yolculuk gerçekleştirmiştir. Ancak, Kral, ne filozof olmaya, ne de devleti filozoflara bırakmaya yanaşmadığı için Platon Atina’ya geri dönerek, geleceğin siyaset adamlarını yetiştirmek için Academia’yı kurmuştur900 yıldan fazla bir süreyle ayakta kalan bu okul, Avrupa’nın ilk üniversitesi olarak kabul edilir. İşte, büyük bir siyasal düşünür olan Platon, zamanının siyaseti ile iç içe idi. Ve bu şekilde bize kendi zamanının siyasetini anlayabilmemiz için model olarak ‘ideâl devlet’i sunmuştur. Platon’un ideâl devleti bir ütopyadır. Ütopya, var olmayan, tasarlanmış olan ideâl toplum ve ‘devlet şekli’ anlamı taşır. (4)

Metin Bobaroğlu’nun 30 Nisan 2018 tarihli AAV konuşmasından alıntı; Her ütopya mitolojidir. Eğer, bir toplumun ütopyası yoksa, mitleri yoksa, ümitleri yok demektir. Ümitleri yoksa o toplum yer, içer, yatar, uyur ve tekrar yer içer yatar uyur. Ve giderek kendi içine çöker, depresif olur, tinsel gücünü kaybeder ve giderek intihara meyilli olur. İstediği kadar varsıllık olsun.

Bugün ‘insanlık’ adı altında topladığımız değerlerin büyük bir bölümünün köklerini Platon’un ‘Devlet’ adlı eserinde bulabiliyoruz. (4)

“Devlet’te Platon, ‘adalet’, ‘iyilik’, ‘eşitlik’, ‘güçlülük’ ve ‘haklılık’ gibi insanlık durumlarını irdeleyerek düşlediği en iyi devleti anlatmıştır.” (5)

Bizim anladığımız biçimiyle modern devlet sivil toplumun, yönetici otoriteden ayrılmasına dayanır. Bizim özel hayat dediğimiz şeyin tamamı devletten ayrılmıştır. Fakat Platon’un devleti özel alan için böyle bir ayrılığı, bağımsızlığı tanımaz. Platon’un Devlet’i bizim gibi bireysel özgürlükleri maksimize etmeye adanmış bir rejim değildir. O, vatandaşlarının eğitimini ve mutluluğunu en üstün görevi olarak ortaya koyan bir rejimdir. (4)

Platon’un yaşamı (İÖ 427-347) savaşların şiddetine, sınıf çatışmalarına, tiranlığın terörüne ve demokrasinin hoşgörüsüzlüğüne tanıklık etmiş, demokratik hükümetin hocası Sokrates’i idama mahkûm edişi, kendisinin Atina siyasetinden ve suiistimallerinden bıkmasına neden olmuştur. Sokrates öldüğünde Platon 28 yaşındaydı. İlk işi, Sokrates’i öldüren demokrasiden uzaklaşıp, çeşitli ülkelere 12 yıl sürecek olan seyahate çıkmak olur. Atina’ya kırk yaşında olgun bir insan olarak döner. Buradan hareketle, Platon’un siyaset felsefesinde ki temel amacının, mevcut gerçekliği yadsıyarak siyasetin yeniden inşası olduğunu söyleyebiliriz. ‘Sokrates’leri öldürmeyecek bir devlet düzeni’ arayışı ona ‘Devlet’ adlı en büyük eserini yazdırır. (5)

Platon’un ‘Devlet’ adlı eseri ve sonrasında yasa koyucu ile yasa arasındaki ilişkiyi ele aldığı ‘Devlet Adamı’ ve yaşlılık döneminde edindiği tecrübelerle politik düşüncesine yaptığı revizyonları içeren ‘Yasalar’ adlı eserlerini, Platon’un siyaset felsefesini içerdikleri için ele alıyor olacağız. Yalnız bu üç eserinden önce, gençlik dönemi eserlerinden olan Sokrates’in savunma konuşmasını içeren ‘Sokrates’in Savunması’ adlı eserinden kısaca değinmekte fayda var. Çünkü bu eser, siyaset felsefesi çalışması için en iyi giriş metni olabilecek niteliktedir.

Platon, 20 yaşında tanıştığı ve ölümüne kadar yanından ayrılmadığı hocası olan   Sokrates’e, yapıtlarıyla, bugün gibi tüm canlılığı ile ayakta kalan bir anıt dikmiştir. Bu anıt, Sokrates’in yorulmak bilmeden bilgiyi araması, irkilmeyen sağlam karakteri, doğruluk ve hak uğruna ölüme gitmesi karşısında Platon’un ona duyduğu hayranlık ve saygıyı dile getirir. (4)

Platon’un Sokrates’in savunma metnini içeren eserinde, Sokrates’i kamusal bir forumda konuşurken, felsefenin, siyasal yaşam için değerini savunurken de görüyoruz. Ve savunu siyaset felsefesinin şehirle, siyasal iktidar ile olan ilişkisindeki kırılganlığını da sergilemektedir. Aslında savunu, sadece belli bir kişiyi, Sokrates’i yargılamamaktadır. Bizatihi felsefe fikrini yargılamaktadır. Sokrates şehir tarafından gençliği yozlaştırmakla ve tanrılara karşı inançsızlıkla suçlanmıştır. Bir diğer ifadeyle çok ağır bir suç, ihanet ile suçlanmıştır. Dikkat edilecek olursa, eserde, Sokrates kendisini hiçbir yerde sınırlamamıştır. Daha ziyade savunma konuşmasının sonuna doğru ortaya koyduğu şekliyle Sokrates, sadece sorgulanmış hayatın yaşanmaya değer olduğunu ileri sürmektedir. Bir diğer ifadeyle sadece sürekli bir biçimde kendi düşüncelerini açık hale getirme, çelişki ve tutarsızlık kaynaklarını ortadan kaldırma mücadelesi verenlerin değerli hayatlar sürdüklerini söylemektedir. Sokrates dinleyicilerine kendinden emin ve mağrur bir şekilde şöyle der; “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değer değildir.” (4)

Platon’un Devlet adlı eseri bize, eğer şehir Sokrates veya onun gibi birisi tarafından yönetilseydi nasıl bir şehir olurdu? sorusunu sorar, filozofların yönetimi nasıl olurdu?

Platon’a göre gerçek devlet adamının başlıca işi, yurttaşlarını ‘iyi’ye ulaştırmak ve bunun yollarını bilmektir. Platon’a göre ‘iyi’, doğru bir yaşayışın kesin ölçüsü, biricik ereğidir. Bunu anlamış ve gerçekleştirmeye çalışmış, dolayısıyla tam bir filozofa yakışan örneğini vermiş olan biricik kimse ise Platon’a göre, Sokrates’tir. (3)

Sokrates’in öğretisi, Platon’un felsefesi için çıkış noktasıdır. Daha sonra düşüncesini geliştirerek kendi görüşüne ulaşmıştır. Platon kavram belirlemeleri ve tanımlar için ‘diyalektik’ yöntemini kullanırPlaton için, Sokrates gibi, ortalıkta dolaşan doğrulukları, yanlışlıkları ve eleştirilmemiş görüşleri çürütmek esastır. (4,5)

Platon’a göre gerçek söz söyleme sanatı, ruhun sözlerle güdümüdürBunun için ele alınan konuların gerçek özünü bilmek gereklidir. Açık ve çelişkisiz konuşabilmek için diyalektik ile kavramları kurma ve sınıflamayı bilmeli, sözlerin iyi meyveler vermesi isteniyorsa, insan ruhunun kuruluşunun ve yapısının kavranmış olması gerekmektedir. Diyalektik, ideaları ve ideaların birbirleriyle ilgilerini görüp kavrayan düşünme işlemlerinin bütünüdür. Diyalektik, doğru bilgiye ulaştıracak bir köprü olan varsayımları çıkış noktası olarak aldıktan sonra, bunlardan yukarıya doğru, ideaya doğru yükselir. Sonra buradan salt düşünce, içine hiç duyum karıştırılmamış düşünce yolu ile kavramları ayırt ederek yeniden aşağıya iner. (3)

Platon, diyalektiğin ne olduğunu Sokrates’in ağzından Devlet adlı eserinde şu şekilde dile getirir; “Yalnız diyalektik metodu, varsayımları birer birer atarak ilkenin ta kendisine yükselir. Orada da kendini sağlama alır. Yalnız o, ruhun gözünü gömülü olduğu dünyanın çamurundan kurtarır, yüceltir onu” (Devlet 533). Bu nedenle ruh, nihai olarak diyalektik vasıtasıyla ‘iyi’ ideasına ulaşabilir. Bu sonuç noktasında duyuların yardımına herhangi bir ihtiyaç duymaz, akıl yürütmede yalnız kavramları kullanır ve böylece ‘iyi’ ideasına ulaşır. (5)

Platon’a göre, nihai ödevi, insanları doğal amaçları olan mutluluğa ulaştırmak olan devlet yönetimi sanatı felsefesiz olamaz. Çünkü yalnız felsefe neyin insanları gerçekten mutlu edeceğini gösterebilir. Platon’a göre devletin doğal kökü, devleti kurduran doğal neden, hiçbir insanın kendi kendine yetmemesi, bu yüzden de gereksinimlerini gidermek için başkalarının yardımına muhtaç olmasıdır. (3)

Platon döneminde, Yunan yaşamı özsel olarak bir topluluk yasamı idi.  Şehir devletinde sürdürülürdü ve şehirden ayrı olarak düşünülemezdi, öyle ki, devletten bütünüyle ayrı duruyorsa bir insanın eksiksiz olarak iyi bir insan olabileceğine hiçbir gerçek Yunanlı inanmazdı. Çünkü ancak toplum içinde ve toplum yoluyladır ki insan için iyi yaşam olanaklı olabilirdi. Toplum ise, şehir devleti demekti. Bu da Platon’da, toplumun doğal bir kurum olduğu, insanın özsel olarak toplumsal bir varlık olduğu öğretisinde sonuçlanır. Şehirde ki insanların farklı doğal yetenekleri ve becerileri vardır ve hizmet yolu ile topluluğa uygunluk gösterirler. Dahası bir insan doğal yetileri ile uyum içinde salt bir meslekte çalışıyorsa, çalışması nicelik ve nitelik olarak yüksek olacaktır. Şehir geliştikçe, ihtiyaçlar artacak ve meslek gruplarında çeşitlenmeler olacaktır. Ayrıca, şehrin yükselen yaşam standardına bağlı olarak nüfus artışı da görülecektir. Şehrin nüfus artışı ile toprak, şehrin gereksinimleri için yetersizleşecek ve komşunun toprağının bir kısmının egemenlik altına alınması isteği ortaya çıkacaktır. Böylece Platon, savaşın kökenini ekonomik nedenlerde bulur. Söylemeye gerek yok ki, Platon’un bu sözleri saldırgan savaşın bir aklanışı olarak anlaşılmamalıdır. Eğer savaş politikası yürütülecekse, o zaman iş bölümü ve emeğin özelleşmesi ilkesi temelinde, devletin özel bir ‘koruyucular/savaşçılar’ sınıfının bulunması gerekecektir ve bunlar kendilerini yalnızca savaş sorunlarının yönetimine adayacaklardır. (2)

Platon’un Devlet eserinde konuşmacılar adaletin doğasını belirlemek için yola çıkarlar ama ilk kitabın kapanışında Sokrates ‘adalet nedir bilmiyorum’ der. Daha sonra ikinci kitapta, eğer devleti irdeleseler aynı harflerin ‘daha büyük olarak ve daha büyük bir ölçekte’ yazılı olduğunu göreceklerini belirtir, çünkü adalet devlette ‘daha büyük ve daha kolayca seçilebilir olacaktır.’ Böylece Sokrates şunu önerir; “Adalet ve adaletsizliği ilk olarak devlette göründükleri gibi ve ikinci olarak bireyde inceleyelim, büyükten küçüğe ilerleyerek onları karşılaştıralım.” Bunun açık anlamı, adalet ilkelerinin birey için ve devlet için aynı olduklarıdır. (2)

Platon için temelde devletin ödevi, insanların ortaklaşa yaşamlarını, onlara mutluluk sağlayacak şekilde düzenlemektir. Bu ödev, ancak topluluk hayatı ahlâk ilkelerine göre düzenlenirse gerçekleşebilir. Platon’a göre devletin son ereği, yurttaşlarını erdemli kılmaktır, onlara erdemli bir yaşayış sağlamaktır.” (3)

Erdem, Platon’a göre, ‘iyide üstünlük’ ile özdeştir. Erdem hem öğretilen hem de doğuştan bir şeydir. Devlet’te Platon, insan ruhunu üç kısma ayırmaktadır. Rasyonel (akıl), yürekli (irade) ve iştahsal kısımlar. Her insan ruhun her üç yanını, bunlara denk düşen erdemli niteliklerle birlikte taşısa da erdemin derecesi bireyler arasında değişir. (5)

Ruhun rasyonel kısmı, bireye akıl yürütme yeteneğini sağlamakta, yürekli kısmı, kişiye itibarlı bir yaşam sürmesine rehberlik edecek olan tutkuyu kazandırmaktadır. Son olarak ruhun iştahsal kısmı, bireyin açlık, susuzluk, vb., tüm diğer arzularının hareketlerinin bulunduğu kısımdır. Ruhun bu kısmı yemek, üremek gibi insanoğlunun hayvanlarla ortak olarak taşıdığı arzularının tatminini teşvik etmektedir. Platon’a göre, insan ruhunda olduğu gibi kentte de var olan üç sınıfla ilişkili olarak bilgelik, yüreklilik/cesaret, ölçülülük ve adalet olmak üzere dört erdem vardır. Bilgelik, bilgelerin, cesaret ise yüreklilerin erdemidir. Adalet ve ölçülülük ise, hiyerarşik açıdan üst basamakta olup sınıflar arasında uyumlu bir düzeni ifade etmektedir. Platon’a göre üç farklı sınıf vardır. Yöneticiler, koruyucular/savaşçılar ve zanaatkarlar/üreticiler. Bunlardan birinin diğerine karışması ya da yer değiştirmesi devlet için en büyük zararı yaratır. Diğer yandan yöneticilerin, koruyucuların ve zanaatkarların her biri kendi işini yaptığında, ‘adalet’ tesis edilmiş olur.” (5)

Devlet, yurttaşlarının erdemli olması için eğitim, ahlâk ideası üzerinde kurulur. Erdemin kendi uğruna istenmesi gerekir, ödül ya da ceza uğruna değil. Çünkü erdem mutluluğun kaynağıdır. Bireylerin kendilerine özgü taşıdıkları erdemler onların toplumsal sınıfını belirleyeceği için felsefi muhakeme yeteneğine sahip ve bu yönde eğitilmiş bilge insanlar yöneticilerdir. Devletteki yönetim konumlarını doldurup, devlet işlerini yürütenler olarak hizmet ederler. Yürekli(yiğit) insanlar hiçbir bencillik taşımaksızın ödevlerine bağlı olan koruyucular olur ve devleti savunarak onu yabancı düşmanlardan olduğu gibi yasaları çiğneyerek düzen ve adaleti bozan yurttaşlardan da korurlar. Geri kalan kitle zanaatkarlar ki, istekleri üzerinde öz denetim getirmek ve boyun eğerek bedenlerini hizmet için hazır tutmak temel görevleridir. Devletin yasalarına boyun eğmeli ve önderlerinin egemenliğine bağlı kalmalıdırlar. Her üç sınıfta, bireysel hedef için değil, ortak refah için ve adaletin egemenliği demek olan ‘ideal devlet’ için çalışmalıdırlar. (1)

Yönetenler ve koruyucular, hiçbir ekonomik faaliyette bulunmayan, para kazanmayan, zanaatkârlardan alınan vergilerle ücretleri karşılanan, görevleri toplumu barış ve güvenlik için yaşatmak olan askeri ve sivil yöneticiler, bürokratlar ve memur sınıfıdır. (5)

Bir bireyin ait olacağı sınıf onun doğal yeteneğine, erişeceği erdem düzeyine bağlı olacaktır. Bu yüzden üç sınıftan hangisine ait olduğunun doğru olarak saptanması için herkesin eğitilmesi zorunludur. (1)

Devlet, insanların mutlulukları için, onları ahlâk ilkeleri ile uyum içinde iyi yaşamda geliştirmek için var olur. Bu, eğitimi zorunlu kılar ama gerekli olan, herhangi bir tür eğitim değil, ancak gerçeğe ve iyiye yönelik eğitimdir. Ayrıca devletin yaşamını düzenleyenler, eğitim ilkelerini belirleyenler ve değişik görevleri üyeler arasında bölüştürenler, özünde ‘iyi’ olanın bilgisini taşımalıdırlar. Başka bir deyişle felsefeciler olmalıdırlar. (2)

Eğitim, devletin yurttaşlarının tümü için sağlanır. Herkese kendini tanıtlamak için, yaşamdaki en yüksek konumlara ulaşabilmek için eğitimde fırsat eşitliği tanınırEn yüksek konumlar, en nitelikli olanlara düşer. Platon, üç aşamalı ve felsefe, beden eğitimi, bilim ve sanat temelli bir eğitimden bahsedilir. Eğitim üç yaşında başlar ve 20 yaşına gelindiğinde ilk eleme gerçekleşir. Bilimsel ve felsefi yetenekleri olanlar ek eğitim için okulda kalırken, yiğitlik yatkınlığı gösterenler ise savaşçı sınıfa katılırlar. Bilim ve felsefedeki daha yoğun, soyut ve ileri eğitim üzerine otuz yaşında bir ikinci eleme süreci yer alırBireyin diyalektik için, bütünsel bir kavrayış için, eş deyişle soyut ilişkilerin özlü bir kavrayışı için yeteneği değerlendirilir. Umut verici öğrenciler eğitimlerini otuz beş yaşına dek sürdürürken, geri kalanlara ise kamu görevlerinde ki konumlar verilir. Okulda olanlar diyalektikte eğitilirler. Otuz yaşından elli yaşına dek bu ileri öğrenciler en keskin felsefi yetenek gerektiren en yüksek yetki konumlarını üstlenirler. Özetle, eğitim, aşamalı olarak üç yaşından elli yaşına kadar devam eder. (1)

Kadınlar erkekler gibi eğitileceklerdir. ‘İdeâl Devlet’ te kadınlar, beden eğitimi de dahil, tıpkı erkekler gibi askeri disiplinde eğitileceklerdir. Kadının erkekten bedensel olarak daha zayıf olduğu kabul edilir ve buna göre görev dağılımı yapılır. Ancak doğal yetiler iki eşeyde de benzer olarak bulunur ve doğası söz konusu olduğunda kadın, erkeğe açık olan tüm uğraşlara üstelik savaşa bile girebilir. Uygun nitelikli kadınlar devletin koruyucularının yaşam ve resmi ödevlerini paylaşmak üzere seçileceklerdir. Platon devletin yüksek sınıflarının yurttaşlarının evlilik ilişkilerinin devletin denetimi altında olması gerektiğini düşünür. Böylece yöneticilerin ve savaşçıların evlilikleri kamu yöneticilerinin denetimi altında tutulacaktır. Zanaatçı sınıf özel mülkiyet ve aileyi sürdürür. Yalnızca iki üst sınıf için mülkiyet ve aile yaşamı ortadan kaldırılacak ve bu da devletin iyiliği için yapılacaktır. İlgili kamu yöneticileri tarafından kendileri için seçilen kadınlar ile evlenecek ve uygun görülen zamanlarda çocuk sahibi olabileceklerdir. (2)

Platon, kölelik kurumunu kabul ediyor ve köleyi efendisinin mülkiyeti olarak görüyordu ve bu mülkiyet devredilebilirdi. Köleler, daha çok Yunanlı olmayıp, dış ülkelerden getirilmiş kimselerdi. Yunan da kölelerin genel olarak siyasal haklara sahip olduğu asla söylenemezdi. Kölelerin toplum içinde sıkıntı çıkarmadan yer almalarının belli birtakım koşulları belirlenmektedir. Keza köleler mantıksal veya akla uygun bir düşünmeye sahip değildirler. Bir diğer deyişle, akıllarını kullanmıyor olsalar da şehrin işlerinin yapılabilmesi için gereklidirler. Bu nedenle özgür bir kimse ile köle bir kimse arasında eşitliğin varlığından da söz edilemez. Köleler, içinde bulunmuş oldukları zihin halleri veya sahip oldukları zihinsel kapasiteleri yüzünden ve hem özgür yurttaşlar gibi Yunanlı olmadıklarından hem de aynı dili konuşmamalarından dolayı, şehrin ancak üretim ve hizmet işlerinde yer alabilirler. (8)

Platon sanat ve edebiyatta sansürün doğal ve doğru olduğunu ileri süren ilk düşünürdür. Platon toplumun çıkarına ters düşen sözler eden şairleri ve sanatçıları da kentin sınırları içine sokulmaması gerektiğini savunur. İnsanları ahlâki ve dini duygularına olumlu katkısı olması şartıyla yöneticilerin ‘dindarca yalanlar’ söylemelerinde de mahsur görmez. Yöneticinin yönetilene yalan söylemesi hastanın menfaati için yalan söyleyen hekimin ki gibiyse mesele yoktur. Hatta böyle bir yalan doğru ve gereklidir. (6)

Platon kralların felsefeciler ya da felsefecilerin krallar olduğu bir zaman gelinceye dek devlet için hiçbir umudun olmadığına inandı. Felsefeci kral ona, en uygun önder olarak, iyi devleti yaratabilme yeteneğindeki biri olarak göründü. İdeâl olan, devletin felsefi olarak keskin görüşlü hem iyi hem de bilge olan insanlar tarafından yönetilmesiydi. Böyle bir devlet ya felsefi olarak iyi eğitimli ve ideâl devleti yaratmaktan başka bir şeyle ilgilenmeyen tek bir insan tarafından yönetilen bir tekerklik, ya da bir senato olarak göreli olarak eşit yetenekli en iyi en bilge insanların bir aristokrasisi olabilirdi. Yönetici/yöneticiler, ister bir tek erk isterse bir aristokratlar kümesi olsun, yöneticilerin seçimi, eğitsel yarışma yoluyla kendilerinde en iyi nitelikleri geliştirmiş olduklarını tanıtlayan bireylerin becerileri üzerine dayanacaktı. (1)

Platon bundan sonra adil, kusursuz şehrin zıddı olan dört bozuk ve kusurlu devlet biçimlerinin hangileri olduğu meselesine geçer. Bunlar Şeref Devleti (Timokrasi), Zenginlik Devleti (Oligarşi), Halk Devleti (Demokrasi), Zorbalık Devleti (Tiranlık)’dir. (9)

Şeref Devleti (Timokrasi): Bu devletin amacı barıştan çok savaştır, eğitimde üstünlük verdiği şey müzik değil beden eğitimidir, önem verdiği değer ise şan ve şereftir. Timokrasi rejiminde, çalışanlar sınıfı bir süre sonra zenginleşip kendi başına hareket etmek, bağımsız olmak isterler. Böylece, zenginlik devleti yani oligarşi ortaya çıkar. (9)

Zenginlik Devleti (Oligarşi): Paraya, servete sahip olan küçük bir azınlığın hâkim olduğu devlettir. “Bir devlette zenginlik ve zenginler baş tacı olunca, doğruluğun ve doğru insanların şerefi azalır” diyor Platon. Burada artık bir değil iki devlet vardır. Zenginlerin ve fakirlerin devleti. Böyle bir devlette baştakilerin dışında herkes dilencidir. (9)

Demokrasi Devleti: Oligarşik sistem bunun sebebidir. Sonuç devrimdir ve yoksulların zenginleri yenmesi sonucunda da herkesin her şeyi, devletin bütün imkân ve nimetlerini, eşit olarak paylaştıkları demokrasi ortaya çıkacaktır. Demokratik şehirde herkes efendi olmak ister. Hiç kimse itaat etmeyi kabul etmez, herkes kendi keyfine ve arzusuna göre yaşamak imkanına kavuşmayı ister. Yönetimin ciddi ve hayati bir iş, bir bilgi ve bilim konusu olduğusıradan insanın veya halkın doğası gereği ondan anlamadığı, dolayısıyla yönetimle ilgili konularda doğru karar veremeyecekleri, ikincisi ise demokrasinin kötü önderler, demagoglar, halk dalkavukları yarattığı noktasıdır. Dolayısıyla demokrasinin yöneticileri hiçbir zaman filozoflar olmaz, sofistler, halk dalkavukları olan politikacılar olur. Böyle bir yönetimde her türlü felaketle karşılaşmak mümkündür. Nitekim bu da tiranlığı doğuracaktır. (9)

Zorbalık Devleti (Tiranlık)Demokrasinin yarattığı düzensizlik anarşi yaratacak ve burada ortaya çıkacak bir zorba, kendisini halkın temsilcisi, halkın başkanı olarak takdim edecektir. Bu gücü kendi düşmanlarını ortadan kaldırmak için kullanır. İstediğini öldürür, istediğinin malını gasp eder. Her türlü kanunsuzluğu yapar. (9)

Platon’un Devlet Adamı adlı diyaloğu onun siyaset kuramına birkaç noktada katkıda bulunur. Bunlardan biri yasa koyucu ile yasa arasındaki ilişkiler konusundadır. Platon’un ilke olarak yasa koyucuyu yasanın üzerine yerleştirdiğini veya yasa koyucu olan filozof kralı yasallığın üzerinde bulunan bir varlık olarak konumlandığını görmekteyiz. Yasa koyucu, doğası veya konumu itibariyle yanılmaz bir insandır. Dolayısıyla onun ağzından çıkan yasadır ve yasaların bu bakımdan ondan sonra gelmesi ve onun yargısına göre değişmek durumunda olması doğaldır. (9)

“Her ne kadar kanunların kral işi oldukları apaçıksa da en iyisi kuvveti kanunlara değil, bilgili bir krala vermektir” Platon – Devlet Adamı

“İnsana ait hiçbir şeyin hiçbir zaman olduğu yerde durmaması, sürekli değişmesi, yaşama sanatı da içinde olmak üzere hiçbir sanat hiçbir konu üzerinde her zaman ve her durumla ilgili olarak doğru, mutlak bir kural koymak imkanını vermez.” Platon – Devlet Adamı 

Devlet diyaloğundaki iyi ve kötü yönetimler de bu diyalogda değişir. Temel alınan iki kriter, yasaya uyan ve uymayan devletler ile bu devletlerin başında bulunan kişilerin sayısı olur. Bu kriterlere göre başta tek bir kişi varsa ve bu kişi toplumu yasalara uygun olarak yönetiyorsa bu hükümetin adı krallıktır (monarşi). Eğer keyfine göre yönetiyorsa bu zorbalık (tiranlık) rejimidir. Baştaki azınlığın yasaya uygun olarak yönettiği rejime aristokrasi, yasasız rejime oligarşi denecektir. (9)

Eğer devletin yazılı ve doğru yasalara uyma sırasına göre sıralarsak en iyisi şüphesiz monarşidir. Ancak yasa olmayan yerde de hayatı en çekilmez kılan tiranlıktır. Aynı kıstası temel alıp diğer rejimlere de bakarsak yazılı ve iyi yasalara uyma bakımından rejimler arasında en kötüsü demokrasidir ama içlerinde yasaların hüküm sürmediği rejimleri ele alıp aralarındaki karşılaştırmayı bu bakımdan yaparsak, yasasız rejimler içinde en iyisi demokrasidir. (9)

Platon’un yaşam tecrübesi, onu insanların büyük kısmının, yani yığının, o ana erdemi, yani felsefi erdemi hiçbir zaman edinemeyecekleri düşüncesine vardırmıştır. Yığının hiçbir zaman filozof olamayacağını, çoğunda para kazanmayı maddi hazları amaç bilen ruhun aşağı itkilerinin egemen olacağını ancak bu itkilere karşı durabilen az sayıda insanda şeref duygusunun ağır basacağı ve ancak bir avuç insanın nesneleri düşünce ile kavrayabileceğini, eylemi akla dayandırabileceğini, kısaca, felsefi bir hayat yaşama gereksinimi duyabileceği sonucuna vardırmıştır. (3)

Platon’un Yasalar adlı eseri, gerek ‘Devlet’ten gerekse ‘Devlet Adamı’n dan bazı bakımlardan farklılıklar göstermektedir. “Her şeyin ölçütünün insan değil Tanrı olduğu” görüşünü de Yasalar’da ifade eder. Yalnızca bireylerin değil, devletin de tanrıyı taklit etmesi, ona benzemeye çalışması gerekir. Din, bu diyalogda daha önceki diyaloglarında olduğundan çok daha büyük bir önem kazanmaktadır. Bu eserde, her türlü özel tapınma biçimi yasaklanır ve tanrıtanımazlar ölüm cezasına çarptırılır. (9)

Devlet Adamı’nda olduğu gibi hükümdarı yasanın üzerine değil, yasayı hükümdarın üzerine yerleştirir. Devlet’te filozofun kişisel yöntemlerinin yerini Yasalar’da bürokrasi, felsefenin yerini ise gelenek ve yasalar alır. Devlet’te yönetici sınıf için zorunlu gördüğü kadın ve mal ortaklığı fikrinden vazgeçer ve devletin mülkiyetini kendi elinde tutacağı ancak kullanım hakkını vereceği toprağın yurttaşlara eşit olarak dağıtılması gerektiği görüşünü savunur. Yasalar’ın önemli özelliği, teknik anlamda politik yapıya ve onun belli başlı kurumlarına, örneğin; anayasa, anayasal organlar, yasama, yürütme, yargılama kurumu ve uygulamalarına eğilen bir eser olmasıdır. Platon’a göre, yasa koyucunun sanatçıyı şehrin selameti için ahlâkı kaygıları ön plana alan eserler yaratmaya ikna etmesi, yasaklamasından daha iyidir. (9)

Platon’un Din Felsefesi

Platon’un din felsefesinde de en temel idea, yine ‘iyi’ ideasıdır ve ‘iyi’ ideasının da en yüksek temsili Tanrı’dır. Tanrı, evrendeki en yüksek, eksiksiz olgusallık olarak dünya kuran bir mimardır. Platon’un Tanrı için terimi Demiurge yani el-işçisidir. Tanrı, kozmosu kaostan tasarlar, usta bir zanaatçı gibi, düzensiz ilksel maddeyi ebedi ideallerin tasarına göre yeniden şekillendirerek, düzenli dünyaya varlık kazandırır. (1)

Platon’un Tanrı’sı, ideaları seyreden ve duyusal dünyada onları gerçekleştiren bir yapıcı, bir hareket ettiricidir. (6)

Platon’un Yasalar diyalogunda, dindarlığın ön planda olduğu görülür. Bu oluşum ve gelişim süreci, Platon’un yaşıyla doğru orantılı olarak, dinin lehine doğru bir gelişme gösterir. (7)

Platon için din, kişi ile Tanrı arasında özel, kişisel bir ilişki, bir inanç ve bu inanca uygun olarak Tanrı’ya veya tanrılara saygı gösterme, ibadet etmekten ibaret değildir. Tersine dini bakımdan doğru inanca sahip olma ve bu doğru inanca uygun olarak doğru bir şekilde tapınma, devletin, yasa koyucunun ilgi ve yetki alanına giren bir şeydir.  Platon’da dinsel işleri yapacak, dinsel görevleri yerine getirecek, tapınaklarda uygulanacak dinsel törenleri icra edecek din görevlileri devlet tarafından görevlendirileceği gibi yurttaşlar, devlet veya yasa koyucu tarafından belirlenmiş olduğu şekilde dini inançlara sahip olmak zorunda olacaklar ve yine devlet veya yasa koyucu tarafından tayin edilmiş olan yerlerde ve şekilde tanrılara karşı dini görevlerini (kurban kesme, dua okuma vb.) yerine getireceklerdir. Platon’un şehir devletinde buna paralel olarak dinsizlik veya sapkın görüşlere sahip olmak sadece ahlâki bir kusur veya dinsel bir günah değil, aynı zamanda ve öncelikle yasa ve devlete karşı işlenmiş bir suçtur. Dolayısıyla da böyle bir suç, devlet tarafından ve yasaların öngördüğü bir şekilde en ağır bir biçimde cezalandırılmak zorundadır. (6)

“Evrenle ilgilenen varlık, bütünün kurtuluşu ve mükemmelliği için her şeyi hazırlamıştır.” (Yasalar, 903 b) (6)

“Tanrıların var olduğunu ve iyi olduklarını, adaleti insanlardan daha çok gözettiklerini gösteren sözlerimizin herhangi bir şekilde inandırıcı olması çok önemli. Nitekim yasalarımızın tümü için hemen hemen en güzel ve en iyi giriş bu olurdu.’’ (Yasalar, 887 b-c) (6)

Yani Platon’a göre, tanrılarla ilgili olarak kabul etmemiz gereken doğru inanç, esas olarak onların ‘var’ olduklarını, ‘iyi’ olduklarını ve ‘adil’ olduklarını benimsemekten ibarettir. (6)

Platon’un Tanrı’nın veya tanrıların varlığını ispat etmek için getirdiği kanıt, evrenin rastlantısal bir yapıya sahip olmadığı, düzenli bir görünüş arz ettiği, dolayısıyla şans veya rastlantının ürünü olamayacağı, akıllı, bilinç sahibi, bilge bir varlığın elinden çıkmış olması gerektiği ana fikrine dayanır. (6)

Din ile ‘iyi’ ideası arasında yakın bir ilişki kuran Platon, dini, idealara götüren bir yol olarak da nitelendirir. Çünkü Tanrı, idealara bakarak, onları örnek alarak varlıkları meydana getirmiştir. Bu varlıklar, bir çeşit, Tanrı’nın düşüncesinden pay almış, ruh, tanrısal akılla birlikte evreni meydana getirmiştir. Platon burada, Tanrı ile evrensel ruhu özdeş saymış, bununla da dini özdeş kılmıştır. Sonuçta Tanrı, canlı olan ve var olan her şeye nüfuz etmiştir. (7)

Tanrı bütünün iyiliği ve mükemmelliği için her şeyi tasarlamıştır. Bütünün her bir parçası da bu amacı yerine getirmek üzere düzenlenmiştir. Bütünün her bir parçası olaya sadece kendi açısından baktığı için kötü olan veya kötü görünen şeyin bütünün varlığı için iyi olduğunu veya bir anlamı olduğunu görememektedir. (6)

İnsanlar yaptıkları adaletsizliğin cezasını, ölümden sonra Hades denilen bir yere gitmek suretiyle ödeyeceklerdir. Bunun tersine bu dünyada iyi şeyler yapanların da öldükten sonra tanrısal bir dünyada daha üstün bir hayatı yaşama imkanına kavuşacaklardır. Kötü ve adaletsiz ruhlar ölümden sonra kötü ruhların yanına gidecek ve mutsuz olacak, iyi ruhlar ise öldükten sonra kendileri gibi iyi olan ruhlarla birlikte bulunacak ve bu birlikteliklerinden ötürü de daha mutlu olacaklardır. (6)

Bu yazı  Düşün Yorum sayfasından alınmıştır…  


Kaynaklar

 (1) ‘Felsefe Tarihi’ adlı kitap – Yazar: William S. Sahakian – Çeviri: Aziz Yardımlı

(2) ‘Platon’ adlı kitap-Yazar: Frederick Copleston – Çeviri: Aziz Yardımlı

(3) ‘Felsefe Tarihi’ adlı kitap – Yazar: Prof. Macit Gökberk

(4)  Pof. Dr. Steven B. Smith, Siyaset Bilimi Profesörü, Yale Üniversitesi Siyaset Felsefesi Dersi Konuşması (youtube)

(5) Platon’un ‘Devlet’ adlı eseri ( Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi- Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu – M. Ali Cimcoz )

(6) ‘İlkçağ Felsefe Tarihi’ adlı kitap – Yazar: Ahmet Arslan

(7) Platon’un Din Anlayışı (makale), Prof. Dr. Hüsameddin Erdem, Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi Din Felsefesi Öğretim Üyesi

(8) Platon’un İdeal Toplum Modelinde Köleler/Kölelik (makale), İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Dr. Öğr. Üyesi Nihal Petek Boyacı, Kilikya Felsefe Dergisi

(9) https://filozofunyolu.com

Defne ÖZDEMİR
Latest posts by Defne ÖZDEMİR (see all)