Geçmişi Susturmak: Tarihin Üretilmesi ve İktidar

Susan Buck-Morss’ın aktardığına göre Hegel’in olgunluk dönemi eseri olan Hukuk Felsefesi (1821) adlı eserinde “kölelerin isyan etme hakkını ayrıntılarıyla ortaya koyup radikal bir biçimde savunması” bakımından Haiti Devrimi’nin ilk büyük analizini yaptığını söyler.[1] Zencilerin ayaklanarak kendilerini kölelikten kurtardığını ve bir “Cumhuriyet” kurduklarını; yasalar çıkardıklarını, toplumsal ilişkileri düzenlediklerini, ordu organize ederek yönettiklerini dünya alem görmüştür ama bütün Avrupa gibi Hegel de bu konuda sessizliğini korumuştur. Dünya tarihinin önemli bir uğrağı olan Haiti Devrimi, entelektüel zeminde karşılığını bulamamış, suskunluk suikastına uğramıştır. Michel-Rolph Trouillot’un Geçmişi Susturmak: Tarihin Üretilmesi ve İktidar[2] (1995) adlı kitabı tarih incelemelerinde ve düşünce analizlerinde dünya tarihinin görmezden gelinerek üretildiğini dört önemli tarihi olayı inceleyerek yorumluyor. Kitabın Türkçe okuyucusuna ulaşması da kitaba bir Takdim de yazan çevirmen Sezai Ozan Zeybek’in özel gayretleri ile mümkün olmuş anladığım kadarıyla. Oysa kendi tarihimizin kirlerini önemsizleştirmek için başkalarının kirlerini öne çıkarmaya heves ettiğimiz bir zeminde, bu tür tokat kitapların çevrilmesinin tesadüflere ve kişisel gayretlere kalması ne üzücü (!)

Tarih, hakikati dile getiren bir olduğu iddiasıyla yazar ama insanlar tarihe hem fail hem de hikaye anlatan kişiler olarak dahil olduğundan anlatılar, çoğunlukla hakikatin kendisinin üstünden atlayarak dahası hayatın kendisinde olmayan kurgular içerir. Ortaya çarpık bir anlatı çıktığı gibi hayatın kendisi de çarpıtılmış olur. Gerçi bütün bilimleri yoruma indirgeyen hermeneutik (yorumsamacı) ve tarihsel sosyal süreçlerin özerkliğini reddeden toplumsal inşacı yaklaşımlara göre bunun bir önemi yoktur çünkü bütün öteki anlatılar gibi tarih de bir kurgudur. Bu bakımdan Türkiye sosyal bilimlerinin ağırlıkla bu anlayışlara ram etmeleri çok şaşırtıcı değil. Oysa tarih hiçbir yerde tam olarak bir uydurmadan ibaret olmamıştır, güvenilirlik ihtiyacı tarih anlatısını kurgudan ayırır, bu ihtiyaç aynı zamanda gereklidir. Trouillot, bu ilgiyle anlatı analizlerine geçmeden önce tarih bilimi alanında etkin olan pozitivist ve toplumsal inşacı anlayışları eleştiriye tabi tutuyor.

Tarihin hafızayla ilintili olduğunu, kişi için hafıza neyse, toplumlar için tarihin o olduğunu düşünmek Trouillot’a göre doğru değil çünkü geçmiş bir olaya verilen değer, olayın kendinden kaynaklanmaz çoğu kez ama böyle olduğunun kabul edilmesi yaygın bir görüştür. Yani hafızada saklanan geçmiş deneyimlerin, bilinçli şekilde bulunup geri çağrıldığı düşünülür. Oysa hatırlamak geçmişin temsillerinin ete kemiğe bürünmesinden ibaret bir süreç değildir. Mesela ayakkabının bağcığını bağlamak bir tür hafıza gerektirir ama ayakkabıyı bağlarken geçmişteki bağlama deneyimlerimizi hatırlamaya gerek yoktur. Açığa çıkan hafıza pratiklerle ilgilidir, saklananların ise saklanılan yerde değişip değişmediğini dair bir kanıtımız yok (Trouillot: 42). Dolayısıyla tarih anlatıları da güncel pratiklere uygun şekilde hatırlanır, depolanan hafızanın da aynen koyulduğu gibi sağlamlığını koruduğu kuşkuludur.

Geçmişi Susturmak kitabı tarihle ilgili farklı türde suskunluklara yer vererek bu suskunlukların ortaya çıkardığı teamülleri ve gerilimleri gösteriyor. Bunlardan birisi bir zamanlar kölelikten albaylığa yükselmiş ama bugün tamamen unutulmuş Sans Souci’nin hayat hikayesi. Bunun dışında genel olarak Haiti Devrimi’nin özellikle de Batı tarih yazıcılığında nasıl susturulduğu anlatılıyor. Oysa gerçekleştiği dönemde Haiti Devrimi akıl almayacak kadar sıra dışı bir olaydır. Ancak kaynakların, arşivlerin azlığına bakılsaydı ehemmiyetsiz bir durum söz konusudur.

Bugün Haiti Cumhuriyeti’nin kuzeyindeki dağlarda Sans Souci adında harabe bir saray bulunur; burası ülkedeki önemli anıtlardan biridir. Vaktiyle bu saray, uzun süre hürmet uyandırmak amacıyla inşa edilmiştir ve bunu bugün bile başarmaktadır Trouillot’ya göre. Edebiyatta büyülü gerçekçiliğin öncüsü Alejo Carpentier, Bu Dünyanın Krallığı[3] ve Katedraldeki Patlama romanlarında bu sarayın yapılışına yer verir. Bu saray, 19. Yüzyılın başında, kölelikten yeni kurtulmuş Siyahlar tarafından siyahi kral Henry Christophe adına inşa edilmiştir. Köleliğe karşı uzun süre savaştıktan sonra 1804’te Haiti’nin bağımsızlığı ilan edilince kral olmuştur Henry Christophe ve ihtişamlı bir saray yaptırmaya karar vermiştir. Acımasızca eziyetlerle Haitililere sarayı yaptırırken ölmüştür kendisi. Haitili köleler Fransız sömürgeciliğinden kurtulmak için 1791 yılında isyan eder ve on üç yıllık bir mücadele sonrasında bağımsızlıklarını elde ederler. Dünya tarihinde ilk kez isyan eden köleler başarılı olarak bir devlet kurmuştur. Napoleon Bonaparte, 1802 yılında köleliği tesis etmek için adaya askeri bir güç göndermişse de başaralı olamamıştır. Üstelik Napoleon’un gönderdiği kişi hem üst düzeydeki bir general hem de kayınbiraderiydi: Charles Leclerc. Leclerc adaya geldiğinde sadece düzeni tesis edeceğini söyleyerek kölelerin liderleriyle uzlaşmış ancak köleler asıl niyetin kölelik düzenini yeniden kurmak olduğunu anlayarak daha büyük bir isyanla Leclerc’i ve askerlerini öldürmüştür.

1791’de isyanın başından beri Fransızlarla uzlaşan kral Henry Christophe’nin yanında yer almış Kongo’dan getirilmiş bir köledir Sans Souci. Kongo’daki iç savaş deneyimlerinden getirilen gerilla tipi askeri savaş, kölelerin başarısında çok önemli bir rol oynamıştır. Ancak tarihçiler 1791’de başlayan isyanın öncülerinin Müslüman Kongolular olduğundan bahsetmez. Söz konusu köle isyanını ancak Avrupa’daki özgürlük hareketlerinden haberdar olan “Avrupalaşmış” kölelerin başlatabileceği kanaati hakimdir. Kongo’dan getiren kölelere Kongo ya da Bossale[4] deniyordu; bugün Haiti’de ve Karayipler’de Kongo ve Bossale olumsuz çağrışımları olan kelimelerdir. Devrim sırasında adada yaşayanların çoğunluğu Kongolu olduğu halde bugün Haitililer bağımsızlıklarının geçmişinde Kongoluların olduğunu pek kabul etmezler. Onlar hepsi şehirli, okumuş Haitili frankofon tarihçilerden, Devrimi Avrupalılaşmış Siyahların yaptığını öğrenmektedirler. Albay Jean-Baptiste Sans Souci gibi önemli isimler “barbar” olarak görülürken Avrupa’yı bilen, sarayında Sabastian Bach’ı, Voltaire gibi isimleri ağırlayan Büyük Frederick özentili Henry Chistophe öne çıkarılır. Kongolu Albay Sans Souci ile saray Sans Souci’yle bir ilgisi yoktur elbette, Milot’daki sarayı Kral Henry yaptırmaya başlamış ve yapılması sırasında yaşlı, kadın, çoluk çocuk ölesiye çalıştırılmış, onlarca insan dayanamayıp intihar etmiş, yüzlerce insan kurşuna dizilmiştir. Kralın Avrupai özentisini doğrulayacak en önemli veri de yaptırdığı sarayın, başka bir Sans Souci’den esinli olmasıdır. Prusya  İmparatoru Büyük Frederick’in Postdam’daki sarayının yapıldığı tepenin adı da Sans Souci’dir. Trouillot’ya göre “Avrupa Aydınlanmasının Mekke’si olarak kabul edilen yer”dir (s.71). Haiti’deki saraya ilham olup olmadığı hakkında net bir bilgi yok. Ama mimarideki Alman etkisine bakılırsa, Milot’taki sarayı yaptıran Henry Christophe, Postdam’daki saraydan haberdardır. Demek ki tarih anlatıları açısından ilk önemli suskunluk, bir toplumun kendi tarihinde önemli olaylara ve kişilere karşı suskunluğu. Haitililer bağımsızlık isyanını başlatan Kongolu köleleri hayalet haline getirilmişken Avrupai olmaya çalışanların tarihini yazmaktadır.

İçerideki bu suskunluğun bir benzeri olarak Haiti Devrimi’ne Batı tarihçiliğinin de büyük bir suskunluğu vardır. Tam da “Eşitlik-Özgürlük-Kardeşlik” ilkelerini dillendiren Fransız Devrimi’nin ardından gerçekleşmesine karşın ya görmezden gelinmiş ya da önemsizleştirilir şekilde anılmıştır. Burada çok daha genişçe üzerinde durulacak ihmaller, çelişkiler söz konusu elbette ancak yazıyı fazla uzatmamak adına kısa tutacağım. Genel olarak Siyahlara, kölelere yaklaşıma paralel bir anlayış söz konusudur Haiti Devrimi’ne olan yaklaşımlarda. Aydınlanmanın daha evrensel bakışının söz Siyahlara ve kölelere geldiğinde kafayı öne eğdiği gözlenir. Söz konusu çelişkiyi Trouillot şöyle ifade ediyor: “…sömürgeciliğin her farklı uygulamasına felsefe bir başka açıklama getirir. Aydınlanma Çağı öyle bir çağdır ki Nantesli köle simsarları unvan satın alıp felsefecilerle kol kola yârenlik edebilir. Özgürlük savaşçısı Thomas Jefferson hiçbir ahlaki veya entelektüel sıkıntı yaşamadan köle sahibi olabilir. ” (s.104). Fransız meclisinde ilan edilen İnsan Hakları Bildirgesi’nin tam adı İnsanların ve Vatandaşların Hakları. Edebiyat teorisyeni Todorov, bu başlığın zaten metnin özünü yansıttığını söylemiş; bu ayrım Beyaz ve Beyaz olmayanları ayırıyordu. Voltaire, David Hume, Adam Smith çeşitli gerekçelerle köleliği savunmuşlardır. Bütün bu dönemde Abbe Reynal ve Denis Diderot’un sömürgede olan bitenlere itirazları olmuş ancak çözümü zamana yaymada bulmuşlardır (s.107). Çok hareketli ve ateşli siyasal tartışmalara karşın Haiti Devrimi, Batı’da akla sığmayan bir olay olarak kalır. Düşünsel bir birikimi bulunmayan, açıkça dile getirilmiş talepleri olmayan, siyasi düşüncesi sınırlı bir isyanın böyle bir Devrim yapması kabul edilebilir bir şey olarak görülmez. Onların iddiasına göre Siyahlar kendi başlarına u kadar büyük bir işe girişemeyeceklerine göre, bu başkaldırı daha ziyade plantasyon sahiplerinin (yani sömürgecilerle işbirliği içinde olan yerel ağalar) yanlış hesapları sonucunda olabilir, isyanın devrimle sonuçlanması olası değildir, dışarıdan gelmiş ajanların kışkırtmaları[5] söz konusudur (s.117).

Oysa Haiti Devrimi entelektüel ve düşünsel bir yenilik, halihazırdaki politik eşitliği aşan, mevcut sömürge idaresini parçalayan, özgürlüğü herkes için kabul eden ve devlet mekanizmasını ele geçiren bir devrimdir. Bu haliyle Batı’daki entelektüel özgürlük tartışmalarını fersah fersah aşan bir devrimdir. Batı’nın ontolojik düzenine ve küresel sömürgeci düzene de açıkça bir meydan okumadır (s.115). Bağımsızlığını ilan eden Haiti’nin diğer uluslarca tanınması Napoleon’un ordularını yenmekten daha zor olmuştur çünkü Devrim’in sonuçları, kafalardaki “gelişmemiş” kölelere yakıştırılmaz; ancak 19. Yüzyılın ikinci yarısına doğru resmi olarak kabul görmeye başlamıştır Haiti Cumhuriyeti. Bugün bile bu Devrim çoğu kez göz ardı edilir. Bu suskunluk, geleneğin icadı fikrinin babası ve tarihin ezilenlerin gözünden yazılmasının öneminin ayırdında olan, Devrimler Çağı kitabının yazarı Eric Hobsbawm için de geçerlidir. Hobsbawm, Haiti Devrimi’nden dipnotlarda bir kez, ana metinde iki kez ve üstünkörü olarak anar; o da Fransız Devrimi’nin sömürgedeki ayaklanmalara “ilham” verdiği hususundadır. Trouillot, söz konusu suskunluk suikastine ortak olan tarihçiler ve kitaplara detaylıca değindiğini görüyoruz.

Trouillot, suskunlaşılan bir başka geçmiş olarak Kolomb’un Amerika’yı keşfedecek yolculuğa çıkışına değiniyor ancak başka bir yazıya konu olacak kadar geniş bir tartışmayı da içerdiği için bu yazıyı daha fazla genişletmek istemiyorum. Geçmişi Susturmak, tarihin sorgulanmasından ziyade güncelin sorgulanmasını içeriyor; özgürleşme düşünceleri açısından kurumsal ve fikri egemenlikleri sorgulamak bakımından bu önemli bir noktadır. Çünkü iktidarlar kendi gerçekliklerine uygun olarak güncelin dizaynını yapmakta ve çeşitli tarihsel bağlarla ilişkili olarak üretmektedir.


[1] Buck-Morss, S. (2012). Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih, Çeviren: Erkan Ünal, İstanbul: Metis Yayınları, s.26.

[2] Trouillot, M.R. (2015). Geçmişi Susturmak: Tarihin Üretilmesi ve İktidar, Çeviren: Sezai Ozan Zeybek, İstanbul: İthaki Yayınları.

[3] Carpenter, Alejo (1990). Bu Dünyanın Krallığı [1949], Çeviren: Nazım Aslan, İstanbul: Can Yayınları. Bu romanla ilgili detaylı bir incelemeye sanatvetoplum.org sitesinde yer veriyoruz.

[4] Bossale, Müslüman sözcüğünü çağrıştırıyor. Köleler arasında önemli bir Müslüman nüfus vardı. Bugün de Haiti’de yaşayan Müslümanlar ve ibadet yerleri mevcuttur.

[5] Bu bakış açısı halen egemendir. Başrolünde Marlon Brando’nun oynadığı Pontecorvo’nun 1969 yapımı Queimeda (İsyan) İtalya-Fransa yapımı filmde köle isyanını kışkırtan, İngiliz ajanıdır.