12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye’nin yakın tarihindeki en karanlık dönemlerden biri olarak hafızalara kazındı. Darbeci generaller, Türkiye’yi 1980 öncesindeki toplumsal çatışmalardan kurtaracaklarını iddia etseler de esasen ülkeyi tamamen neoliberal bir düzenin zeminine oturttular. Bu yeni düzen, sermayenin tahakkümü altında bir toplum inşa etmeyi amaçlayan, baskıcı bir rejimin kapısını araladı. Bugün, AKP iktidarının 21 yıllık süreci göz önüne alındığında, 12 Eylül askeri darbesi ile başlatılan pek çok hedefin fazlasıyla yerine getirildiğini görüyoruz. Peki, AKP bu hedeflerin hangilerini gerçekleştirdi? Bu sorunun cevabını daha derinlemesine incelemek için darbenin arkasındaki temel hedeflere bakmakta fayda var.
1. Neoliberal Ekonomik Dönüşümün Pekiştirilmesi
12 Eylül darbesi, Türkiye’nin küresel neoliberal düzenle uyum sağlamasının önünü açtı. 24 Ocak 1980 kararları, uluslararası sermayenin ihtiyaçlarını karşılayacak bir ekonomi politikası öngörüyordu. Ancak bu kararlar, ancak 12 Eylül’ün baskıcı ortamında tam anlamıyla uygulanabilirdi. Darbe, sendikaları zayıflattı, işçi haklarını tırpanladı ve toplumsal muhalefeti sindirdi.
AKP iktidarı ise, 12 Eylül’ün açtığı bu yolda neoliberal dönüşümü daha da ileriye taşıdı. Özelleştirmeler, kamu varlıklarının satılması, taşeron işçi sisteminin yaygınlaştırılması ve sermaye sınıfına verilen tavizlerle AKP, Türkiye ekonomisini büyük ölçüde sermayenin hizmetine sundu. Emeğin payı sürekli olarak gerilerken, sermaye kesimi devasa servetler biriktirdi. AKP döneminde gelir eşitsizliği daha da derinleşti ve neoliberal düzenin olumsuz etkileri katmerlendi. 12 Eylül’ün başlattığı ekonomi politikalarının AKP eliyle daha sert ve keskin bir şekilde devam ettirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
2. Devletin Yeniden Yapılandırılması ve Otoriterleşme
12 Eylül darbesi, güçlü bir merkezi devlet yapısını inşa etmeyi amaçladı. Bu bağlamda darbe yönetimi, siyaseti denetim altına almak için anayasayı değiştirdi, özgürlükleri kısıtladı ve baskıcı bir devlet aygıtı kurdu. Otoriter yönetim anlayışı, yasaların, kurumların ve bürokrasinin devletin çıkarlarına göre şekillendirilmesi anlamına geliyordu.
AKP iktidarı ise bu süreci derinleştirerek tek adam yönetimini kurumsallaştırdı. 12 Eylül’ün inşa ettiği merkeziyetçi ve otoriter yapıyı miras alarak, AKP bu yapıyı daha da güçlendirdi. 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, denetimsiz bir yürütme organı oluşturdu. Yasama ve yargı, yürütmenin kontrolü altına girerek bağımsızlığını büyük ölçüde yitirdi. Tek adam rejimi, 12 Eylül’ün baskıcı devlet yapısını farklı bir boyuta taşıdı.
3. Toplumsal Muhalefetin Bastırılması
12 Eylül askeri rejiminin en büyük hedeflerinden biri de solun ve toplumsal muhalefetin etkisizleştirilmesiydi. Sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve sol siyasi hareketler darbe sürecinde büyük baskılara maruz kaldı. Türkiye toplumu depolitize edilerek, bireysel çıkarların ön planda olduğu bir yaşam tarzına yönlendirildi.
AKP iktidarı, bu baskıcı yapıyı yeni mekanizmalarla sürdürdü. Gezi Parkı protestoları, Kürt hareketine yönelik operasyonlar, sivil toplum kuruluşlarına yönelik baskılar ve medyanın susturulması, 12 Eylül’ün toplumsal muhalefeti bastırma politikasının AKP eliyle nasıl devam ettiğini gösteriyor. Aynı zamanda AKP’nin iktidarda kalabilmek için milliyetçi ve dini argümanları kullanarak toplumu kutuplaştırması, 12 Eylül’ün toplumu sindirme stratejisinin yeni bir versiyonu olarak karşımıza çıkıyor.
4. Eğitim Sisteminin Dönüştürülmesi
12 Eylül rejimi, eğitim sistemini milliyetçi ve muhafazakâr bir yapıya dönüştürdü. Darbeci generaller, Türk-İslam sentezini benimseyen bir eğitim politikası uygulayarak, genç nesilleri devlet ideolojisine göre şekillendirmek istedi.
AKP ise bu dönüşümü daha da ileriye taşıdı. Eğitim sisteminin dinselleştirilmesi, imam hatip okullarının yaygınlaştırılması, müfredatta dini içeriklerin artırılması ve laik eğitimin zayıflatılması, AKP’nin 12 Eylül rejiminin eğitimde başlattığı ideolojik dönüşümü daha da derinleştirdiğini gösteriyor. Bu bağlamda AKP, darbeci rejimin eğitim alanındaki hedeflerine ulaşmakla kalmadı, bu hedefleri kendi muhafazakâr politikaları doğrultusunda yeniden biçimlendirdi.
5. Sermaye Devleti ve Çeteleşme
12 Eylül, ekonomik elitlerin ve sermayenin devletle iş birliği yaparak büyümesine olanak sağladı. Ancak AKP döneminde bu durum adeta kurumsallaştı. AKP, “yandaş sermaye” kavramını ortaya çıkardı. Devlet kaynakları ve kamu ihaleleri, belirli sermaye gruplarına aktarılırken, devlet ile sermaye arasındaki sınır daha da belirsizleşti. AKP döneminde sermaye devleti, devleti özelleştirmenin ötesine geçti ve ekonomik gücün siyasete eklemlendiği bir yapı ortaya çıktı. Bu çeteleşme ve rant ekonomisi, 12 Eylül’ün sermaye birikim stratejisini AKP’nin daha yoğun bir şekilde uyguladığını gösteriyor.
12 Eylül’ün AKP Eliyle Yeniden İnşası
AKP iktidarı, 12 Eylül faşist darbesinin başlattığı toplumsal, siyasal ve ekonomik dönüşümü daha da ileriye taşıdı. Neoliberal politikaların kökleşmesi, otoriter devlet yapısının güçlendirilmesi, toplumsal muhalefetin bastırılması ve eğitim sisteminin ideolojik biçimde dönüştürülmesi gibi pek çok alanda AKP, darbeci rejimin hedeflerini gerçekleştirdi. Ancak AKP, bu hedefleri kendi muhafazakâr ve İslamcı çizgisi doğrultusunda yeniden biçimlendirerek, darbe rejimini yeni bir boyuta taşıdı. Bugün, 12 Eylül’ün faşist düzeninin mirası, AKP-MHP iktidarıyla daha da kökleşmiş durumda.
Darbenin sadece geçmişte kalmış bir travma olmadığını, bugün de Türkiye’nin içinde bulunduğu pek çok sorunun kaynağının 12 Eylül rejiminin sürdürülen uygulamaları olduğunu unutmamak gerekiyor. 12 Eylül ile hesaplaşmak, aynı zamanda AKP’nin bu mirası nasıl sürdürdüğünü ve toplumu nasıl baskıladığını anlamaktan geçiyor.
Hasan Baki