Türkiye’de Mutsuzluğun Artışı: Umut Yerine Çaresizlik

Bu verileri daha çarpıcı ve eleştirel bir şekilde ele alarak, toplumsal gerçekliği daha derinlemesine analiz eden bir yorum yazısı olarak yeniden kurguluyorum.

Mutluluk, sadece bireysel bir ruh hâli midir, yoksa toplumsal yapının bir yansıması mı? Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na bakılırsa, bu soruya verilecek yanıt net: Türkiye’de mutsuzluk artık münferit bir duygu değil, derinleşen ekonomik ve sosyal krizlerin kaçınılmaz sonucu.

Araştırmaya göre, mutlu olduğunu beyan eden bireylerin oranı bir yıl içinde 3,1 puan azalarak yüzde 49,6’ya geriledi. Yani bugün sokakta karşılaştığınız her iki kişiden biri mutsuz. Peki, bu mutsuzluk sadece bireysel kaygılardan mı kaynaklanıyor? Yoksa bunun ardında, geçim derdinin bir karabasan gibi çökmesi, geleceğe dair umutların her geçen gün daha da tükenmesi mi var?

Mutsuzluğun Cinsiyeti ve Yaşı Var mı?

Verilere göre, kadınlar hâlâ erkeklerden daha mutlu görünüyor, ancak bu fark kapanıyor. 2023’te kadınların yüzde 55,1’i kendini mutlu olarak tanımlarken, 2024’te bu oran yüzde 52,3’e geriledi. Erkeklerde ise düşüş daha sert: Mutlu olduğunu belirten erkeklerin oranı yüzde 50,3’ten yüzde 46,9’a düştü.

Yaş gruplarına bakıldığında ise yalnızca 25-34 yaş aralığında ufak bir artış gözleniyor. Ancak bu artışın nedenini sormak gerek: Gerçekten daha mı mutlular, yoksa hayata dair beklentileri henüz tam anlamıyla kırılmadığı için mi? Asıl trajedi, 45-54 yaş grubunda. Bu yaş aralığında mutluluk oranı 7,1 puan gibi dramatik bir düşüşle yüzde 46,5’e geriledi. Yani, hayatın en üretken döneminde insanlar umutsuzluk girdabına sürüklenmiş durumda.

Mutluluğun Kaynağı: Aile mi, Hayatta Kalma Mücadelesi mi?

Araştırmaya göre, insanların en büyük mutluluk kaynağı hâlâ aileleri. Yüzde 72,9’luk bir kesim mutluluğu ailesinde bulduğunu söylüyor. Bunun altında ne var? Aile, insanın kendini var edebildiği bir alan olduğu için mi, yoksa dış dünyadaki ağır koşullar karşısında tek sığınılabilecek liman olduğu için mi?

Çünkü mutluluk kaynakları içinde “para” yalnızca yüzde 6,4 oranında yer alıyor. Oysa en büyük sorun hayat pahalılığı. İnsanlar artık paranın mutluluk getirmeyeceğini mi düşünüyor, yoksa “olmayana erdem atfetme” psikolojisi mi devreye giriyor? Daha doğrusu, para mutlu etmiyorsa, parasızlık ne yapıyor?

Gelecek Karanlık: Umutlu Olmak Zorlaşıyor

Geleceğe umutla bakan bireylerin oranı 2024’te yüzde 64,3 olarak kaydedildi. Ancak bu oran her geçen yıl azalıyor. Yani insanlar sadece bugünü değil, yarını da kaygıyla bekliyor. Kendi geleceğine dair umudu olmayan bir toplum, çocuklarının geleceğine nasıl güvenebilir?

Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, eğitimde fırsat eşitsizliği… TÜİK verilerine göre Türkiye’nin en büyük sorunu açık bir şekilde ortaya çıkıyor: Yüzde 29,2’lik kesim için hayat pahalılığı en büyük mesele. Yoksulluk (yüzde 14,0) ve eğitim (yüzde 15,7) gibi temel sorunlar, toplumu sıkan çemberin en belirgin halkaları.

Mutluluk Bir Seçim mi, Yoksa Bir Hak mı?

Bireysel çabalara indirgenmiş, kişisel gelişim kitaplarının önerilerine sıkıştırılmış bir mutluluk kavramı, bu toplumun gerçekleriyle ne kadar örtüşüyor? İnsanlar “mutlu olmaya çalışmak” zorunda mı, yoksa insanca bir yaşam sürmek onların hakkı mı?

Bugün Türkiye’de yaşanan mutsuzluk, kişisel değil, kolektif bir bunalımdır. Ekonomik politikalar, sosyal adaletsizlikler, çalışma hayatındaki sömürü düzeni, gençlerin geleceksizliği, kadınların toplumsal baskılar karşısında ezilmesi… Bütün bunlar, mutluluk değil, çaresizlik üretiyor.

Gerçek mutluluk, ancak insanca yaşanabilir bir düzen kurulduğunda mümkün olacak. Birkaç kişinin servetlerine servet kattığı, geri kalanların hayatta kalma mücadelesine hapsolduğu bir ülkede, mutluluğun bir istatistik değil, bir hak olması gerektiğini hatırlamak zorundayız.