2 Nisan Tüketim Boykotunun Sınıfsal Dinamikleri

2 Nisan’da gençlerin çağrısıyla başlayan tüketim boykotu, Türkiye’nin siyasal ve ekonomik gündeminde güçlü bir yankı yarattı. Anayasal hakların ilgası, gösteri ve ifade özgürlüğünün sistematik şekilde baskılanması karşısında gelişen boykot dalgası, yalnızca birer alışveriş kesintisi olarak değil, iktidara ve sermayeye doğrudan yöneltilmiş bir uyarı niteliği taşıyor. Boykotun sembolik değeri, iktidar temsilcilerinin telaşlı açıklamalarında ve sermaye örgütlerinin “milli zarar” uyarılarında açıkça görüldü.

Sermaye çevrelerini asıl rahatsız edenin, tüketimin ötesinde üretime sıçrayabilecek bir sınıf hareketinin işaretleri olduğu görülüyor. Çünkü kapitalist sistemde üretim sürecinin sekteye uğraması, yalnızca kârların değil, sınıfsal egemenliğin de sorgulanmasına neden olabilir.

Kapitalizmin Kalbi: Üretim Süreci

Kansu Yıldırım’ın Evrensel Gazetesi’nde yayımlanan analizine göre, tüketim boykotu önemli bir eylemsellik göstergesi olmakla birlikte, kapitalizmin temelinde üretimin yer aldığını göz ardı etmemek gerekiyor. Tüketim, ancak bölüşüm sürecinin bir uzantısı olarak işlev kazanır. Gelir düzeyi, mülkiyet yapısı ve sınıfsal konum gibi temel belirleyiciler, toplumdaki tüketim eğilimlerini şekillendirir.

Karl Marx’ın Kapital’in üçüncü cildinde belirttiği üzere, metaların üretimi, artı-değerin yaratılması ve buna sermaye sınıfı tarafından el konulması kapitalizmin esas dinamiğidir. Üretim yalnızca ihtiyaçlar için değil, sermaye birikimi için gerçekleştirilir. Bu nedenle, tüketim alanındaki boykotların politik etkisi, üretim sürecindeki aksamalara yol açmadıkça sınırlı kalabilir. Ancak üretimi durdurmaya yönelik bir genel grev, sistemin en temel sinir uçlarına dokunur.

Boykotun Sınıfsal Tehdit Potansiyeli

2 Nisan boykotunun sermaye çevrelerinde yarattığı huzursuzluk, geçici maddi kayıpların ötesindedir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), İstanbul Ticaret Odası (İTO), Ankara Sanayi Odası (ASO) ve benzeri kuruluşların yaptıkları açıklamalar, üretim sürecine sıçrayabilecek bir direniş hareketinin öncüllerine karşı duyulan kaygıyı yansıtıyor.

Boykot çağrısının sosyal medyada paylaşılması nedeniyle Gaziantep’te Ecoplast Fabrikası’ndan bir işçinin işten çıkarılması, Eğitim-Bir-Sen’in üyelerine gönderdiği “boykot çağrısı yapanları bildirin” uyarısı, sermaye sınıfının, potansiyel bir sınıf hareketine karşı şimdiden savunmaya geçtiğini gösteriyor.

Üretimin Damarında Grev Var

Son yıllarda grevler, sistematik biçimde baskılanıyor. 2024 sonu itibarıyla, Birleşik Metal-İş’in örgütlü olduğu birçok fabrikada grevler, Cumhurbaşkanı kararıyla “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklandı. Aynı dönemde Tekgıda-İş’e üye Polonez işçilerinin yürüyüş hakları engellendi, Başpınar’daki işçilerin mücadelesini yürüten BİRTEK-SEN Başkanı Mehmet Türkmen tutuklandı. Temel Conta ve Lezita’daki grevler yüz günü aşarken, hükümet ve sermaye cephesi üretimdeki kesintileri önlemeye dönük baskı mekanizmalarını artırdı.

AKP’nin başkanlık sistemiyle güçlendirdiği “agresif büyüme” modeli, sermayeye sunduğu en önemli vaatlerden biri olan kesintisiz üretimi sağlamakta kararlı. Şirketlerin yıllık net kârları 2009’daki 53,5 milyar TL seviyesinden, 2023 itibarıyla 1,8 trilyon TL’ye ulaştı. Bu artış, enflasyon oranının bile iki katı hızla büyüyen bir sermaye birikimi anlamına geliyor. Bu durum, üretim alanında yaşanacak herhangi bir grevin, sadece ekonomik değil, siyasal etkileri de olabileceğini gösteriyor.

Grev Sadece Ekonomik Değil, Aynı Zamanda Kültürel Bir Güçtür

Grev yalnızca ekonomik taleplerin karşılanmasıyla sınırlı değildir. Raymond Williams’ın da belirttiği gibi, işçi sınıfı kültürü esasen kolektivizm fikri üzerine kuruludur ve grevler bu kolektif bilincin şekillenmesinde kritik bir rol oynar. Grev, sınıf bilincini ve örgütlülüğü besler; emekçilerin kendi hakları kadar toplumun genel siyasal yönelimine dair söz sahibi olmasını da mümkün kılar.

Genel grev, üretimden gelen gücün tüm toplumsal alanlara yayılmasını sağlar. Ancak bu tür bir hareketin örgütlenmesi, bireysel iradelerle değil, sendikaların ve emek örgütlerinin tutumuyla mümkündür. Bugün için bağımsız ve mücadeleci sendikalar dışında bu yönde güçlü bir irade bulunmasa da, bu boşluğun doldurulması emekçilerin elindedir.

Yol Haritası: Tüketimden Üretime, Direnişten Greve

2 Nisan boykotu, toplumsal muhalefetin yeni biçimlerinin ortaya çıktığını gösterdi. Ancak bu muhalefetin kalıcı ve etkili olabilmesi için üretim sürecine yönelmesi gerekiyor. Genel grev fikrinin, sendikal ve toplumsal alanda yeniden inşa edilmesi, yalnızca hakların savunulması için değil, egemenliğin yeniden tanımlanması için de bir zorunluluk haline geliyor.

Ve o unutulmaz pankart yeniden hatırlanıyor: “Gücümüz birliğimizden gelir.”