Tutuklamanın Gölgesinde: “Muhafazakâr Mahalle” Ne Diyor, Ne Saklıyor?

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte Türkiye’deki siyasal fay hatları yeniden harekete geçti. Ancak bu kez tepkiler, alışıldık seküler-demokrat çevrelerin ötesine taştı. BBC Türkçe’nin saha haberi, muhafazakâr mahallenin bu gelişmeye verdiği tepkileri yansıtarak önemli bir boşluğu dolduruyor. Fakat bu tepkileri sadece “sakin bir hukuki değerlendirme” veya “ekonomik sıkıntılar üzerinden gelişen memnuniyetsizlik” olarak okumak, hem meseleyi hem de Türkiye’deki muhafazakâr siyaseti eksik anlamak olur.

Sessizliğin Politikası: Temkinli Destek mi, Korku Üretimi mi?

Haberin satır aralarında bir sessizliğin yankısı duyuluyor: İmamoğlu’nun tutuklanmasına doğrudan bir destek ya da net bir karşı çıkış yok. Yerine “yargı sürecine bakarız”, “önce anlamaya çalıştık” gibi temkinli ifadeler yerleştirilmiş. Bu temkinlilik elbette tesadüfi değil; AKP’nin 20 yılı aşan iktidarı boyunca kurduğu kültürel ve ekonomik hegemonya, özellikle muhafazakâr mahallede bir tür sessiz sadakati mecbur hale getirdi.

Kimi zaman cami mezar taşlarına yapılan saygısızlık iddiaları, kimi zaman Gezi olaylarının anımsatılması, sokak gösterilerinin “toplum huzurunu bozduğu” gibi argümanlar bu sessizliği meşrulaştırıyor. Bu tür söylemler, sivil itaatsizliğin kriminalize edilmesinde başvurulan klasik araçlar. Ama asıl dikkat çekici olan, bu reflekslerin muhafazakâr mahallede artık içselleşmiş olması.

İçsel Eleştiriler Bastırılıyor

Ekonomik sıkıntılar, torpil iddiaları, gençlerin işsizlikten bunalmış olması gibi eleştiriler, haberde birçok kez tekrar ediliyor. Ancak bunlar ne iktidara yönelik bir hesaplaşmaya dönüşüyor ne de açık bir siyasi tavır alışı getiriyor. Bunun nedeni, muhafazakâr camianın içindeki yapısal korkular: “CHP gelirse başörtüsü yasağı geri gelir mi?”, “imam hatipler kapatılır mı?”, “kazanımlarımız elimizden alınır mı?”

Prof. Dr. Ergun Yıldırım’ın ifadesiyle muhafazakârlar bugün yaşadıkları ekonomik ve sosyal sorunları iktidarın icraatları üzerinden değil, muhalefetin iktidara gelmesiyle doğacak potansiyel tehlikeler üzerinden tanımlıyor. Böylece iktidar bir sorunun parçası değil, bir kalkan olarak görülüyor. Bu, rasyonel siyasal muhakemenin yerine duygusal korumacılığın geçtiği bir siyasal kültürün tezahürü.

Gezi’nin Hayaleti

Gezi direnişi, muhafazakâr mahalle için bir tür “negatif toplumsal hafıza” olarak canlı tutuluyor. Bu olayın sürekli olarak bir kaos, anarşi ve “devlet düşmanlığı” sembolü olarak yeniden üretilmesi, mevcut protesto hareketlerine karşı da refleksif bir korku üretimini kolaylaştırıyor. CHP’nin yaptığı her sivil çağrı, hemen “yıkıcılık” ya da “solcu ajitasyon” olarak kodlanıyor.

Bu noktada, haberde Melike Türkmen’in ve Muhammet Onur Yıldırım’ın görüşleri dikkat çekici: Sol grupların flamaları, “ümmet coğrafyasındaki haksızlıklara karşı duyarsızlık”, hatta “mezar taşlarına saygısızlık” gibi imgeler, protesto hakkının meşruiyetini sorgulamak için birer araç haline geliyor. Oysa bu imgeler, politik gerçeklikten çok, duygusal kutuplaşmanın simgeleri.

Siyasal Bilincin İdeolojik Koşullanması

İmamoğlu’nun tutuklanmasına muhafazakâr çevrelerin yaklaşımında en çarpıcı nokta, “yolsuzluk olabilir ama biz bu süreçte sokağa inemeyiz” ya da “boykot ekonomiye zarar verir” gibi savunma reflekslerinin öne çıkması. Bu tür söylemler, sadece muhafazakâr mahalledeki etik ve politik muhakemenin değil, aynı zamanda örgütlü sivil toplum refleksinin de nasıl bastırıldığını gösteriyor.

Burada mesele sadece İmamoğlu değil; mesele, halkın adalet duygusuna, siyasete katılımına ve kendi yaşamına dair söz üretme kapasitesine iktidar eliyle çekilen sınırlar. Bu sınırlar, “dindar nesil” politikasıyla büyüyen bir kuşağın bile özgürlükçü değil korumacı reflekslerle donatılmasını sağladı.

Bir Mahallenin Aynasında Türkiye

BBC’nin bu haber çalışması, sadece muhafazakârların İmamoğlu olayına nasıl baktığını değil, aynı zamanda Türkiye’de siyasal kültürün ne kadar içe kapandığını da gösteriyor. Bir mahalle üzerinden bir ülkenin ruh halini okumak mümkündür. Ve görünen o ki, bugün muhafazakâr mahallenin iç sesleri çoktan bastırılmış; yerini kolektif bir savunma mekanizması almış durumda.

Belki de asıl sormamız gereken soru şu: Bu sessizlik gerçekten bir tercihin mi, yoksa yıllarca süren ideolojik tahakkümün doğal bir sonucu mu?