Çocuk İşçiliği: Kapitalizmin Yapısal Bir Sonucu Olarak Türkiye’deki Durum

Çocuk işçiliği yalnızca bireysel yoksullukların veya ailevi ihmallerin değil; kapitalist üretim ilişkilerinin yapısal bir sonucu ve devletin sınıfsal işlevinin bir yansımasıdır. Türkiye’de giderek artan çocuk işçiliği vakaları, ne istisna ne de “gelişmekte olan ülke gerçeği”dir. Aksine, bu tablo, devletin sermaye birikim rejimine koşulsuz sadakatinin ve emeğin disipline edilmesinin bir parçasıdır. Bu yazı, çocuk işçiliğini tarihsel bağlamda incelemekle kalmayacak; devletin bu sömürü düzenindeki konumunu ve kapitalist sistemin bu sömürüye duyduğu yapısal ihtiyacı tartışacaktır.

Kapitalizmin Tarihsel Sürekliliğinde Çocuk Emeği

Kapitalizm, ilk adımlarını atarken, ucuz, esnek ve hak talep etmeyen işgücü biçimlerine ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyacın en görünür karşılığı ise çocuk emeğidir. Sanayi Devrimi’nin merkezinde, madenlerde kömür çeken, fabrikalarda iplik büken çocuklar vardı. Onlar, kapitalist birikimin ilk halkasını oluşturan, “oyuncak değil çekiç taşıyan” çocuklardı.

Ancak bu sömürü biçimi yalnızca geçmişin meselesi değildir. Kapitalizmin her kriz anında çocuk emeğine dönüş yaptığı, esnekleştirilmiş ve kayıt dışı sektörlerde bu emeği kullandığı bilinmektedir (Bourdieu, 1998). Kriz dönemlerinde sosyal harcamaları kısmayı seçen devletler, çocukları eğitim sisteminden dışlayan yapılar üretir ve sermayenin ihtiyaç duyduğu “erken yaşta itaatkâr iş gücü” nü yeniden üretir.

Devletin Sınıfsal Niteliği ve Çocuk Emeği

Modern devletin işlevi, çoğu zaman “tarafsız hakem” gibi sunulsa da, kapitalist devlet, gerçekte sınıflar arasında tarafsız değil, sermaye lehine pozisyon alan bir organizmadır. Eğitim, sağlık, güvenlik gibi alanlarda sağladığı hizmetlerin dağıtımı, bu sınıfsal pozisyonu görünür kılar. Çocuk işçiliği de, bu tercihlerle şekillenir.

Örneğin Türkiye’de çocukların sanayi atölyelerinde çalışması tesadüf değil, bir kamu politikasıdır. Devlet, mesleki eğitim adı altında çocuk emeğini meşrulaştırırken, bir yandan da bu çocuklara “iş disiplini” öğretmeyi hedeflemektedir. 10. sınıf öğrencisinin haftanın üç günü bir tekstil atölyesinde çalıştırılması, eğitim politikası değil, kapitalist üretim ilişkilerine koşulsuz hizmetin yasal biçimidir (Özdemir, 2021).

Devlet, çocuk emeğini denetlemek yerine, sermayeye ucuz iş gücü havuzu sunan yapılar kurar: Organize Sanayi Bölgeleri çevresinde açılan meslek liseleri, bu yapının kurumsallaşmış örnekleridir.

Neoliberal Dönüşüm: Sermayeye Alan Açan Devlet

1980 darbesi sonrası Türkiye’de uygulanan neoliberal politikalar, yalnızca özelleştirme ve kamu hizmetlerinin tasfiyesiyle değil, aynı zamanda emeğin parçalanmasıyla tanımlanır. Çocuk işçiliği bu parçalanmanın en uç noktalarından biridir. Neoliberal devlet modeli, “kendi kaderine terk edilmiş birey” mitiyle aileyi temel sosyal güvenlik birimine indirger. Bu da çocuk emeğini zorunlu hale getirir.

Mevcut iktidar bloğunun iş gücü piyasasını esnekleştirme adına attığı her adım, çocukları daha kırılgan hale getirmiştir. Kamusal eğitim geriletilmiş, sosyal destek sistemleri parçalanmış ve denetimden kaçınan işverenlere teşvik sağlanmıştır. Bu koşullar altında, sokakta kağıt toplayan, sanayi atölyesinde kesim yapan veya tarlada çalışan çocuklar görünür hale gelmiş; ancak devletin radarına değil, sermayenin çıkar haritasına girmiştir.

Göçmenlik, Sınıf ve Çocuk Emeğinin Derinleşmesi

Kapitalizm yalnızca kendi yurttaşlarını değil, mültecileri de ucuz iş gücü olarak kullanır. Türkiye’de Suriyeli çocukların işgücüne dahil edilmesi, bu stratejinin bir parçasıdır. Göçmen çocukların eğitim sistemine entegre edilememesi, yalnızca idari bir eksiklik değil, bilinçli bir devlet politikasıdır. Sermaye için önemli olan, “sesi çıkmayan, sendikasız, kayıtsız emek gücüdür” ve göçmen çocuklar bu model için biçilmiş kaftandır (Erdoğan, 2017).

Devletin Sessizliği: Düzenin Bekçiliği

Çocuklar çalışırken ölüyor. Şerafettin Başarır (15) sanayi atölyesindeki patlamada hayatını kaybetti. Ali (15), Gaziantep’te iş cinayetine kurban gitti. Devlet, bu cinayetlerin ardından ne bir sistem sorgulamasına ne de yapısal reforma yöneliyor. Sorumlular değil, “kader” yargılanıyor. İşte bu sessizlik, devletin hangi sınıfa hizmet ettiğini ifşa eder.

Devletin, İSİG gibi kurumların raporlarını görmezden gelmesi, resmi verileri açıklamaması ve çocuk işçiliğini kayıtdışı bir “tali sorun” gibi göstermesi, bu düzenin sürdürülebilirliğini sağlayan ideolojik aygıtlardır. Devlet, çocukları korumaz; onları sermayeye karşı savunmasız bırakır.

Çocuk Emeği, Sınıf Siyasetinin Merkezindedir

Çocuk işçiliği, ne vicdani çağrılarla ne de mevzuat güncellemeleriyle çözülebilir. Bu sorunun çözümü, emeğin değil, sermayenin sınırlandırılmasından geçer. Eğer çocuklar çalışırken ölüyorsa, bu bir iş kazası değil; sınıf savaşının açık bir cephesidir. Ve bu cephede, devlet tarafsız değildir.

Gerçek çözüm, çocukları koruyacak yasaları değil, emeğin sömürülmesini engelleyecek yapıyı inşa etmekten geçer. Çünkü kapitalizm için çocuklar birer birey değil, “geleceğin insan sermayesi”dir. Ancak bizler, onları geleceğin ezileni değil, bugünün öznesi olarak görmek zorundayız.


Kaynakça

  • Bourdieu, P. (1998). Acts of Resistance: Against the Tyranny of the Market. New Press.

  • Buğra, A. & Keyder, Ç. (2003). New Poverty and the Changing Welfare Regime in Turkey. UNDP Reports.

  • Özdemir, E. (2021). “Mesleki Eğitimde Çocuk Emeği Tartışmaları”. Eğitim Bilim Toplum Dergisi, 19(3), 45–67.

  • Erdoğan, M. (2017). Suriyeliler ve Türkiye: Uyum, Politika ve Toplumsal Algılar. Hacettepe Göç Araştırmaları Merkezi.

  • İSİG Meclisi (2024). Çocuk İşçiliği Raporu.

  • ILO (2020). Global Estimates on Child Labour.