Yakın Partner Şiddeti

Yakın partner (sevgili) şiddeti, bir birliktelik ilişkisi içinde olunan bir insan üzerinde tahakküm veya denetim kurmayı amaçlayan ezici bir davranış kalıbıdır. “Yakın partner şiddeti” evlilik hukuku dışındaki ilişkileri de kapsayan bir terimdir. Yani, birlikte yaşama da, heteroseksüel olsun veya olmasın, buna dahildir. “Çıkma”, yani aynı evde yaşamadan cinsellik de içeren sevgililik veya cinselliğin çok daha sınırlı yaşandığı veya yaşanmadığı flört ilişkilerini de yakın partner şiddetinin yaşandığı ilişkilere dahil etmeliyiz. Cinsellik sona ermiş ama ilişki bir hayat arkadaşlığı biçiminde sürüyor da olabilir. Burada amacımız, tüm bu farklı ilişkilerde yaşayanabilecek şiddeti kapsayan bir kuramsal açıklama yapmak. Bu geniş çerçeveyi koyunca islam hukukunun dışında konuşuyor oluyoruz. Zira evlilik, birlikte yaşama, sevgililik vs., gibi ilişkiler arasında bunları toplumun ve devletin tanımaması veya tanıması dışında bir fark görmüyoruz.

Her üç kadından birisi yakın bir partner (koca veya sevgili) tarafından dövülmüş veya tecavüze uğramıştır. Fiziksel şiddet gören kadınların yüzde seksen dördü kocalarından veya sevgililerinden şiddet görmüşlerdir. Ev içinde şiddet uygulayan kişilerin dörtte üçü erkektir. Dörtte biri de kadındır. Kötü muamele fiziksel, cinsel, duygusal veya psikolojik ve ekonomik olabilir. Yakın partner şiddeti, tehdit, sindirme, korkutma, küçümseme, aşağılama, suçlama, yaralama vb., gibi davranış kalıplarını içerir. Fiziksel şiddet itme, vurma, yumruklama, tutma, bağlama, hareketlerini kısıtlama, boğazını sıkma, boğma vb., davranışları kapsar.Cinsel kötü muamele bir kişinin iradesine ayrkırı, tam rızası olmadığı halde onu cinsel bir eyleme zorlamaktır. Cinsellik esnasında incitmek de bu kapsama alınabilir. Duygusal veya psikolojik şiddet tehdit, fiziksel veya toplumsal olarak yalıtma, eve kapama, ailesinden ve arkadaşlarından koparma, yalnızlaştırma, aşırı kıskançlık ve sahiplenme biçiminde meydana gelir. Kişiyi aşağılamak, değersizleştirmek, susturmak, konuşamaz hale getirmek psikolojik şiddettir.Ekonomik şiddet ise şiddet uygulanan kişiyi temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale getirir.

Yakın parter şiddeti deyince akla hemen erkek geliyor. Kadınlar yakın (eş, koca, sevgili) ilişkilerde erkeklerden çok daha fazla şiddet görüyorlar ama bu erkekler de bunu yaşamıyor anlamına gelmiyor. Kadınlar da erkeklere şiddet, özellikle de psikolojik şiddet uygulayabiliyorlar. Bu yüzden cinsel açıdan nötr bir dille yazmaya devam edeceğim.

Yakın partner (sevgili veya eş)ten gelen şiddet bir döngü içerir. Birinci evrede gerilimin büyümesinden söz edebiliriz. Bu evre saatler, günler, aylar ve hatta yıllar sürebilir. Bu evrede saldırgan gergindir, her an sinirlenebilir bir haldedir. Sahiplenici, otoriter, karar veren, emreden bir konumdadır; diğer partner ise geri çekilme, alttan alma, susma tavrını benimsemiştir. Olay çıkmaması için sürekli taviz verir. İkinci evrede şiddet patlaması yaşanır. Bu patlama fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik incitme amaçlı bir saldırıdır. Patlamadan sonra saldırgan yaşanan şiddeti haklılaştıracak, kötü muamelenin sorumluluğunu şiddet uyguladığı partnere yıkacak ve kendini temize çekecektir. Olan bitene çok üzülmüştür fakat sorumluluk şiddet uygulayanın değil, şiddet uygulananındır. Şiddetin sorumlusu asla zalim değil, mazlumdur. Böylece saldırgan şiddet uyguladığı partnerde suçluluk duygusu oluşturmak ister. Burada üçüncü evreye geçiyoruz: Saldırgan saldırıyı yaşamış olanı rahatlatır, ona iyi davranır, hatta sevgi gösterir. Bu bir balayı evresidir. Şiddet gören partner bu evrede havanın yumuşamasına ve kendisine gösterilen sevgiye binaen aynı saldırının bir daha yaşanmayacağı ümidine kapılır. En iyisinin, yaşanları unutup yeni bir başlangıç yapmak olduğu zannına kapılır. Ne var ki, ilişki uzadıkça bu üçüncü evre gitgide daha kısa sürmeye başlar. Hatta tamamen ortadan kalkabilir. Yakın partner şiddetinin döngüsel olması, bunun tekrarlandığı ve gelecekte de tekrarlanacağı anlamına gelir. Şiddet döngüsü daha hızlandıkça şiddetin dozu da artar. İntihar veya cinayet gibi olayların meydana gelmesi şaşırtıcı değildir ve şiddete maruz kalanın hukuki bir süreç başlatma isteği de bu süreçten etkilenebilir.

Yakın partnerlerine şiddet uygulayan bireyler mükemmeliyetçilerdir. Etraflarındaki insanların da mükemmel olmalarını beklerler. Hata yaptıkları zaman veya herşey istedikleri gibi olmadığında çabucak sinirlenirler ve başkalarına kızarlar. Aksilikler, beceriksizlikler, birşeylerin istenildiği gibi gitmemesi onların partnerlerine şiddet uygulamalarını haklılaştırmaya yeter.

Önce yakın partner şiddeti nedir ve nasıl yaşanır, tanınır meselesine odaklandık. Bunun sosyolojik, siyasi, psikolojik boyutlarına girmedik. Ancak buradan başlamak zorundaydık, çünkü insanlar “yakın partner şiddeti” ilişkisi içinde olup olmadıklarını teşhis etmekte zorlanıyorlar. Kavram fenomenolojik bir açıklığa kavuşmadan başka disiplinlerden faydalanarak temellendirilemez. Elbette, bu şiddetin daha geniş bağlamdaki şiddetle ilişkisinin kurulması gerekir. Bu yazı bağlama ait tarihsel ve toplumsal sebeblerden çok ilişkinin içindeki şiddetin yapısına ve bireyler üzerindeki etkilerine odaklanıyor.

Yakın partner şiddetinin yaşandığı bir ilişkide şiddet uygulayan partner öteki üzerinde tam bir denetim kurmaya çalışır ve diğerinin geçirdiği günün her dakikasının hesabının kendisine verilmesini bekler. Bunun sebebi şiddet uygulayan partnerin ötekine güvensizlik duyması ve kendisine yeterince güvenmemesidir. Ötekini başkalarıyla flört etmekle veya cinsel ilişkiler kurmakla suçlar. Onun davranışlarına, giyimine ve makyajına karışır.

Bir şiddet ilişkisi içinde olduğunuzun belirtileri şunlar olabilir:

Yara bereleri gizleme: Şiddete maruz kalan partner toplumsal sebebler yüzünden, başkalarının ne diyeceğinden veya düşüneceğinden utandığı için, bir şiddet ilişkisi içinde olduğunu gizler. Yara bere fiziksel olarak anlaşılmamalı yalnızca. Cinsel veya psikolojik olarak da incinebilir, bu yaraları da başkalarından gizlemeye gayret edebiliriz. Toplumda herşey yolundaymış gibi davrandığımızda bizi tanıyıp sevenler yaşadığımız şiddeti fark etseler bile susmak zorunda kalacaklardır. Yara berelerini konuşmamak, herkesten saklamak yaşanan şiddeti görünmez kılmakta, şiddet uygulayan partnerin işini kolaylaştırmaktadır.

Çatışmadan kaçma: İlk başta sadece partnerle çatışmadan kaçma söz konusudur. Ancak zamanla bu kaçma tavrı hayatın başka alanlarına da yayılır ve ortaya genel olarak arkadaşlar ve birlikte çalışılan kişilerle çatışmadan kaçınan sinmiş bir birey çıkar. Oysa çatışmadan kaçmak sağlıklı bir tavır değildir, zira bazen çatışmayla, kendi konumumuzda direnerek ve karşımızdakinin fikrine itiraz ederek, hatta durumu krize sokarak kim olduğumuzu duyumsar, amaçlarımıza ulaşırız. İçinde bulunduğu şiddet ilişkisi yüzünden bunu yapma becerisini yitiren bir birey edilgin biri haline gelir, hayatın başka alanlarında ve başka ilişkilerde de kaybetmeye başlar.

Kişilik değişimleri: Şiddet gören partnerin kendine verdiği değerde azalma meydana gelir. Kendisini değersiz bulmaya başlar, içe kapanır. İlişki daha da fazla şiddet içerdikçe, örneğin dışarıya çıkan ve kendine güvenen bir kadın ne dediğine ve ne yaptığına çok fazla dikkat eden biri haline gelir. Bunun nedeni partnerinin öfkesini üstüne çekmemektir. Bu kişilik değişimleri hayatının başka alanlarına da sirayet eder ve şiddet görenin kişiliğinin baskın bir ögesi haline gelir. Dahası, büyük bir baskı altında yaşayan insanın denetim dışında hiçbir özel alanı kalmaz. Bu kişi kendisine dar da olsa öznel bir alan yaratabilmek için veya şiddete veya tersliğe yol açabilecek ufak tefek sorunları görünmez kılmak için yalan söyleyecektir. Unutmayalım ki tahakkümün olduğu yerde insan ikiye bölünür ve hakikat yoktur. Kanımca, eğer doğru ezenin işine yarayacaksa ezileni doğruyu söylemediği için ahlaki olarak mahkum edemeyiz. Hakikat hiçbir zaman ortaya çıkmasa bile insanın yalanların içinde kaybolması da bir kişilik değişimidir.

Yakın partner şiddeti konusunda paylaştığım bilgiler bu konunun temelini oluşturuyor. Bu konuyla ilgili yazında iyi bilinen bu bilgileri paylaşmamın sebebi, aileyi koruma kanunuyla ilgili yapılan bazı yorumların neden yanlış olduğunu göstermek. Bu yorumları yapanlar nasıl bir konuyla uğraştıklarının farkında değiller. Aile içi şiddeti “kocaya muhabbet” kurslarıyla aşılabilecek bir sorun olduğunu söyleyebilmek için bu şiddet yazınıyla hiç tanışmamış olmak lazım. Dahası, şiddet sadece aile içinde değil ki, yakın, özel ilişkilerde de yaşanıyor. “Kuran-ı Kerim’e göre kadını koruma görevi devletin değil, kocanındır” deniyor. Fakat eğer ailede şiddet varsa, korumayı şiddet uygulayana bırakmak kuzuyu kurda emanet etmek gibi bir şeydir. Yakın partner şiddetine maruz kalan bir kişinin korunmaya ihtiyacı vardır ve bu koruma görevi şiddet uygulayana, yani zalime bırakılamaz. Kuran-ı Kerim’e göre “aileyi koca korumalıdır” gibi bir yola çıkış noktasıyla, şiddet gören kadını devlet değil kocası korusun demek düpedüz o kadını şiddet döngüsüne terketmektir, onun hayatını tehlikeye atmaktır. Bunu ben cinayete katılmanın, intiharı desteklemenin bir yolu olarak görüyorum.

Yakın ilişkide fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik şiddet gören bir kişi özerkliğini (autonomy) kaybeder. Özerklikten burada ne kastediliyor? Özerk insan kendi değerleri, kavramları üzerine düşünerek o değer ve kavramlara uygun davranabilen kişidir. Kendisi seçerek benimsediği değerler ve kavramlarla yaşayan insandır. Özerk olmayan bir insanın kendi kendisini düşünüşü, inançları, değerleri ve kavramlarıyla hayatını belirleyen inançlar, değerler ve kavramlar arasında bir uçurum açılır. Özerk bir insan, başkalarından gelen mukavemete rağmen kendi doğru bildiği değerlere, kavramlara ve ilgilere göre davranmakta sebat etme kapasitesine sahip olan bir kişidir. Kendi yaşamı üzerine girdiği düşünüm faaliyeti ötekinin manipülasyon ve zorlamasına tabi değildir.

Yakın partner şiddeti özerkliği üç şekilde ortadan kaldırır: İlkin yakın partner şiddeti zorlayıcıdır; şiddet gören kişinin hayatını sürdürme ve güvenliğini tehdit eder. Bu şiddet kişiyi kendi evinde ve en mahrem bedensel varlığında yaşamak için ihtiyaç duyduğu güven duygusundan ve güvenlikten mahrum eder. Bazı filozoflara göre bir insanın özerk olabilmesi için hayatının birçok kabul edilebilir alternatif içerebilmesi gerekir. Yakın partneri tarafından kendi evinde tehdit edilen veya evinden atılmış olan bir kişi, temel gereksinimlerini karşılama mücadelesine indirgenmiş olduğu için sadece hayatta kalmak ve güvenliğini sağlamakla uğraşabilir ve bu yüzden özerk olamaz. Hayatta kalma ve güvenlikle ilgili kaygılar özerkliği destekleyen duygular değildir. Kişinin yaşaması veya herşeye rağmen hayatta kalması onun kendi kendini belirleme yetisini kullanabildiği anlamına gelmez. Elbette özerkliğin yakın partner şiddetiyle dolu bir ilişkide tamamen ortadan kalktığını söylemek de sorunlu bir iddia olacaktır. İnsan tehlikeli veya trajik durumlarda da risk alarak kendisine ait olanı korumak için eyleme geçebilir. Ancak bu gibi durumlarda özerk davranabilmek hayli zordur.

İkinci olarak, yakın ilişkide şiddet gören bir insan kendisine şiddet uygulayan partnerin arzu ve isteklerine sürekli bir biçimde dikkat ederek yaşamak zorundadır. Burada diğerinin istek ve ihtiyaçlarına yönelik olarak yüksek bir bilinç ortaya çıkar. İsteklerin ve serzenişlerin hemen ciddiye alınıp davranışın bunlara göre yeniden ayarlanması şiddetli tepkileri bertaraf etmeyi amaçlar. Dikkatin bir başkasının üzerinde bu denli yoğunlaşması insanın kendi kendisini anlamasını ve kendi ilgilerine göre yaşamasını zorlaştırır.

Son olarak, yakın partner ilişkisinde şiddet uygulayan insanlar birlikte oldukları kişi üzerinde anormal bir denetim kurarlar. Özerklik bir başkasının iradesine derin ve sürekli bir biçimde tabi olmamaktır. Kronik şiddet bir başkasının iradesine tabi olarak yaşama koşulunu yaratır. Sahiplenme, bir başkasına bir özne gibi değil sahip olunan bir nesne gibi davranmadır. Bunun insanın kendisinin seçerek ve arzulayarak bağlanmasından çok farklı olduğu açıktır. Özgürce bağlanmak ile sahip olunmak arasında deneyim ve yaşantı bakımından çok fark vardır. Özgürce bağlanmak başkalarıyla ilişkileri dışlamaz. Buna karşın, sahip olunan bir nesne konumuna indirgenen partnerin başkalarıyla ilişkisi kesilir ve bu, elbette bir yalnızlaşma, yoksullaşma getireceği gibi, bir özerklik kaybıdır.

Neden kadınlar veya erkekler bir yakınlık ilişkisi şiddet ilişkisi olduğu halde o ilişkide kalırlar? Bu soru tartışmanın bu noktasında ister istemez karşımıza çıkıyor ve çoğumuzun kafasını kurcalamaya devam ediyor. Bir insanın şiddet gördüğü bir ilişkide kalması stokholm sendromu mudur, onun celladına aşık olduğu, mazoşist olduğu, şiddeti istediği anlamına gelir mi? Böyle bir soru sorulmalı mı yoksa sorulmamalı mıdır? Neden kadınlar şiddet gördükleri ilişkide kalırlar eğer mazoşist değillerse? Aynı soru erkekler için de sorulabilir. Ancak “dişi mazoşizm” veya “eril mazoşizm” kavramları şiddet ilişkisinin sorumluluğunu yine ezilene yüklemektedir. Asıl soru şu olmalıdır: Neden şu partner (şu erkek veya şu kadın) bu partnere (bu erkek veya bu kadın) şiddet uyguluyor? Bu konudaki yazının tarihine baktığımızda da şunu görüyoruz: Önce şiddet görenin mazoşist olarak teşhis edilmiştir. Ardından şiddet görenin içinde bulunduğu ilişkideki şiddet döngüsünden kurtulamaması, “öğrenilmiş çaresizlik”e bağlanmıştır. Öğrenilmiş çaresizlik içinden çıkılması zor durumları yaşaya yaşaya insanın o durumun içinden çıkamayacağına inanması, başına gelene teslim olmasıdır. Ancak belki de “öğrenilmiş çaresizlik”ten muzdarip olanlar bu konuyu anlamaya çalışan uzmanlardır.

Eğer bir insan şiddet gördüğü bir ilişki içinde kalıyor veya ona geri dönüyorsa elbette bunda yanlış olan bir şey vardır. Ama bu yanlış ahlaki bir yanlış değildir, zira kötü muamele görmek ahlaki bir suç olamaz. Ahlaken yargılanması gereken şiddeti uygulayandır, şiddet gören değil. İnsanın şiddet gördüğü bir ilişkide kalması, olsa olsa onu mutlu etmeyecek, hayatını riske ettiği bir karar vermiş olması anlamına gelebilir. Bu anlamda bir hata söz konusudur. Şu veya bu sebeble, bilişsel hatalar, başka çabalarda uğradığımız başarısızlıklar, çeşitli kaygılar yüzünden, mutlu olmaya değil mutsuz olmaya yol açacak bir seçim yapmış, şiddet gördüğümüz bir ilişkide kalmış veya ona geri dönmüş olabiliriz.

Ancak bazen bir şiddet ilişkisi içinden çıkmak da hayatını riske etmek anlamına gelir. Bu bir kadın için çocuklarını görememek, vurulup öldürülmek tehlikesiyle karşı karşıya kalmak olabilir. Ayrıldıktan sonra ölüm riski çok büyükse, büyük bir yoksulluk ve sefalet bizi bekliyorsa belki de o ilişkinin şiddet döngüsü içinde yaşamayı seçmek daha doğru bir seçimdir. Bir erkek için bu gelecek kaygısı, ilerde alacağı bakım hizmetinden mahrum kalmak, yalnız başına ölme riskine girmek anlamına gelebilir. Erkekler hizmete alışık oldukları için bu durum onlar için çok daha korkutucu olabilir. Jean-Paul Sartre’ın “mauvaise conscience” –insanın kendi kendini kandırması– dediği şeye benziyor şiddet görenin içinden çıkamadığı veya çeşitli sebeplerle çıkmamayı seçtiği şiddet ilişkisine “aşk” adını vermesi. Bizim toplum olarak bunu böyle adlandırmamız ise daha da vahim. Zira ilişkilerde yakın partner şiddetini meşrulaştırma anlamına geliyor. Bu dilin değişmesi gerek.

Unutmayalım ki, yakın partner ilişkisinde şiddet döngüsünden çıkamayan veya ona geri dönen insanlar da aslında mücadeleye devam ederler, şiddete direnirler. Sadece o şiddet ilişkisinden kurtulma sürecinde engellere rastlamışlardır, rastlamaktadırlar. Bu insanlara “mazoşist” veya “çaresiz zavallı” olarak değil, “hayatta kalan” olarak bakmak ve destek olmak gerekir.

Devletin desteği de bu direniş mücadelesi içinde şüphesiz çok önemli bir yer tutar. Zira mazlum hayatını riske atmış ve zalime karşı hukuki bir eyleme girişmiştir. Bu noktada toplumun da devletin de onun yanında olması, onu zalime karşı koruması gerekir.

Bu yazıda yakın partner ilişkisinde şiddetin yapısını ve etkilerini ele aldık. Şunları da ekleyerek bitirebiliriz. Siyasal, sosyolojik, ekonomik, psikolojik sebebler yakın ilişkilerde şiddetin yaşanmasını tetikleyebilir, etkileyebilirler. Örneğin toplumda şiddetin artması, devlet şiddeti, militarizm, savaş, ekonomik eşitsizliğin bireylere yaşattığı şiddet, insanların kurdukları özel ilişkilerine de siyaret eder. Bir yakın partner şiddetinin kesişimsellik (intersectionality) düzleminde yorumlanması da kesinlikle gerekir. Bir birliktelik ilişkisinde yaşanan şiddetin kökeninde bulunan hınç duygusu, etnik, ırksal, dinsel, toplumsal cinsiyete ilişkin ve sınıfsal faktörlerin özgül bir biçimde içiçe geçmesiyle de deşifre edilebilir. Toplumun yapılanışı, bireylerin kimliklendirilişi, türlü ezme ve ezilme ilişkilerinin mevcudiyeti elbette yakın ilişkilerin hem bağlamını hem de ufkunu oluşturur. Bu tarz bir çözümleme, tekillikleri gözden kaçırmadan neden bu partner şu partnere şiddet uyguluyor sorusuna yanıt bulabilir. Şiddet uygulayan biri olmaktan kurtulmak ve bize uygulanmasına razı olmamak ezberlerimizi bozmayı gerektirir. Şiddet uygulamayı kolaylaştıran bir ezber olduğu gibi şiddete katlanmayı sağlayan bir ezber de olabilir. Bu ezberi değiştirmek, onun yerine başka bir dil, başka bir konuşma, başka bir talep koyabilmek önemlidir. İnsanın kendisini sorgulama ve ilişkileri üzerine düşünme kapasitesi arttıkça şiddetin kökenindeki hıncın özünde ne olduğunu ve hangi iç içe işleyen mekanizmalarla harekete geçtiğini farketmesi kolaylaşacaktır.


Kaynakça

Edward W. Gondolf and Ellen R. Fischer, Battered Women As Survivors: An Alternative to Treating Learned Helplessness, New York, Macmillen, 1988.

Marilyn Friedman, “Domestic Violence Against Women and Autonomy”,Applied Ethics: A Multicultural Approach, Fifth Edition, yayına hazırlayanlar Larry May, Kai Wong, Jill Delston, New York, Prentice Hall, 2011, ss. 326-336.

Susan L. Miller and Charles F. Wellford, “Patterns and Correlates of Interpresonal Violence,” in Violence Between Intimate Partners: Patterns, Causes, and Effects, yayına hazırlayan Albert P. Carderelli, Boston, Allyn and Bacon, 1997.

Zeynep DİREK
Latest posts by Zeynep DİREK (see all)