Artık bu soruya cevap vermeniz eskisi kadar kolay olmayacak. Bu yazıyı okuduktan sonra “Evet ben Türküm, Kürdüm, Arabım…” demeden önce epey düşünmek zorunda kalabilirsiniz. Eğer aşırı milliyetçi görüşleriniz varsa baştan uyarıyorum, yol yakınken geri dönün, okumayı hemen bırakın, mavi hapı alın ve eski halinizde devam edin. Yok, eğer kırmızı hapı alırsanız, unutmayın ki hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak…
Yedi yıl önce National Geographic tarafından başlatılan ‘genom’ projesi için DNA örneği gönderdiğimde henüz Türkiye’nin genetik yapısı üzerine bir yazı kaleme almak için çok erkendi. Ancak genetik bilimi oldukça hızlı ilerledi, 2007’de insanoğlunun gen haritası çıkarıldı ve bugün artık milletlerin akrabalık ilişkilerini belirleyecek yeterli bilgiye sahip durumdayız. Öyleyse yolculuğa başlayalım -Morpheus’un dediği gibi- görelim bakalım tavşanın yuvası ne kadar derinlere gidiyor.
Gen testlerinin sonucuna göre ilk erkek bundan 60 ila 80 bin yıl önce Afrika’da, bugünkü Kenya-Etiyopya civarında yaşadı. Radyo-karbon testlerinden kaynaklanan farklı sonuçlardan dolayı ben ortalamayı alarak 70 bin yıl diyeceğim. Yani yeryüzündeki 3,5 milyar erkekten DNA örneği alıp Y-kromozomunu takip ederek geriye gittiğimizde görüyoruz ki bütün erkeklerin ortak atası 70 bin yıl önce yaşayan bu kişi.
Bu arada neden ‘erkek’ sözcüğüne vurgu yaptığımızı hemen açıklayalım; Y-kromozomu yalnızca erkeklerde var, anne tarafından soyağacınızı belirlemek isterseniz mitokondrial DNA testi yaptırmanız gerekiyor. Y-kromozomunun görevi insanda cinsiyetin belirlenmesidir. Yani erkek çocuk sahibi olamayan beylerimiz ‘bana bir erkek evlat veremedin’ diye kadını suçlamak yerine bu durumdan kendi Y-kromozomlarını sorumlu tutsalar daha doğru bir iş yapmış olurlar.
Yeri gelmişken şunu da hemen belirteyim; kromozom, gen, mitokondri gibi bilimsel sözcükler gözünüzü sakın korkutmasın, bu yazıda mümkün olduğunca teknik terminolojiden uzak durmaya çalışacağım. Ama ister istemez lise yıllarından kalan biyoloji, coğrafya biraz da tarih bilgimizi zorlamak durumundayız. Mesela, biz insan türünün bilimsel adımızın ‘homo sapiens’ olduğunu bilmenizde yarar var. Hayalen 70 bin yıl öncesine gittiğimizde görüyoruz ki yeryüzünde bir erkek homo sapiens ve onun ailesi yaşıyor. Yani bugünkü Japon, Alman, Türk, Arap, İngiliz, Kürt, Rus herkesin ortak dedesi bu kişi, dünyanın başka hiçbir yerinde insan yok, ilginç değil mi? Hepimiz bir tek kişinin torunlarıyız.
Bilim adamları dini inançları çalışmalarına referans almaktan pek hoşlanmasalar da bu homo sapiense Kitab-ı Mukaddes’e atfen ‘Adam’ yani Hz. Adem adını taktılar. Bu ilk erkek ve onun çocukları doğal olarak ortak genetik özelliklere sahiptiler. Yani ten rengi, göz rengi gibi fiziksel özellikler aynıydı. Ancak bu genetik özellikler zaman içinde değişti, binlerce yıl süren yolculukla bu insanların torunları Afrika kıtasına dağıldılar, bir bölümü kuzeye, bugünkü Mısır ve Filistin yönüne hareket ederken 70 bin yıl önce ilk defa Afrika kıtası dışına çıktılar; Güney Asya, Uzak Doğu ve Dünyanın her yanına göç ettiler. İşte bu göçlerin sonucu farklılaşan coğrafya ve iklim şartları insanların genetik yapılarında mutasyonlara yol açtı.
Y-kromozomunda meydana gelen her genetik değişim (SNP-Single Nucleotide Polymorphism) bir harf ile kodlanarak bu yeni genetik özelliğe ‘Haplo-grup’ adı veriliyor. Aşağıdaki kronolojik cetvele baktığımızda görüyoruz ki ilk SNP mutasyon ile BT Haplogrubu oluşuyor. Aradan birkaç bin yıl geçince bir başka genetik değişim CT haplogrubunu oluşturuyor ve bu değişimler dallanarak günümüze kadar devam ediyor. Bu makalede National Georgraphic verileri değil Dr. Stephen Oppenheimer’in araştırmaları esas alındığıdan, yukarıda sözünü ettiğim gibi karbon testlerinden kaynaklanan zamanlama fakları vardır.
Bu bilgiler ışığında genetik değişim serüvenimize bir göz attıktan sonra kaldığımız yerden devam edelim.
Mezolitik Avrupalılar:
I1: Ön-Germen (İskandinav)
I2b: Ön-Kelt-Germen
I2a1: Sardunya, Iberia
I2a2: Adriyatik, Tuna havzası
Neolitik göçmenler:
N1c1: Uralo-Fin, Baltık, Sibiryalı
G2a: Kafkasya, Greko-Anadolu
E1b1b: Kuzey Afrika, Yakın Doğu, Balkan
T: Orta Doğu, Doğu Afrika
Bronz çağı göçmenleri:
R1a: Balto-Slav, Germen, Hint-İran
R1b: İtalo-Keltik, Germen, Hitit, Ermeni
J1: Kafkasya, Mezopotamya, Semitik
J2: Greko-Anadolu, Mezopotamya, Kafkasya
Pek çoğumuzun bu grupları tek tek inceleyip harf ve rakamlarla belirtilen kodların yerine ulus isimlerini koyarak ülkemizdeki genlerin hangi ırklara ait olduğunu tespit etmesi zor olabilir. Örnek olarak R1a haplogrubunu inceleyelim. Yukarıdaki şemaya baktığımızda bu grubun 22-24 bin yıl önce muhtemelen Doğu Avrupa veya Güney Asya’da oluştuğunu görüyoruz. Daha çok Slav ve Germen ırklarında görülen bir gruptur. Haliyle Avrupa’da yaşayan R1a’nın açık kumral veya sarışın ten rengi, yeşil-mavi gözlü bir genetik özelliğe sahip olduğunu tahmin edebiliriz.
Nitekim aşağıdaki grafiğe bakarsak bugün Rusya, Ukrayna, Polonya gibi Slav ülkelerinde yoğun şekilde görülüyor. Buradan yola çıkarak R1a’nın sadece Rus veya Slav ırkının geni olduğunu söyleyemeyiz. Evet, Slav ırklarının ataları R1a grubundandır, ancak 22 bin yıl önce ortaya çıkan bu grup %19-27 oranında Norveç ve İsveç’te de görülüyor. Demek ki R1a hem Slav hem de pek çok Doğu Avrupa ve İskandinav ırklarının ortak atasıdır. Bir anlamda bu milletler taşıdıkları R1a genleri kadar birbirleriyle akrabadır denilebilir.
Şimdi bir başka tipik Avrupa haplogrubu olan R1b’yi inceleyelim. Haritada görüldüğü gibi bu genetik grup İspanya, Fransa, İngiltere gibi Batı Avrupa ülkelerinde yoğun olarak karşımıza çıkıyor. R1b yaklaşık 20 bin yıl önce oluşmuş, kronolojik şema R1a ve R1b’nin ortak ataları R1’in 26 bin yıl önce ortaya çıktığını söylüyor. Bu ne demektir? Bu demektir ki, 26 bin yıl geriye gittiğinizde Fransız, İngiliz, Rus diye ırk kalmıyor büyük ölçüde akraba oluyorlar. Eğer 44 bin yıl geriye giderseniz bütün Avrupa ırkları IJK haplogrubundan olup aynı dedenin torunlarıdırlar. Bu noktada milliyetçilik kavramını tatsızlaştıran bir durumla karşılaşıyoruz. IJK için Rus, Alman, İngiliz, Fransız, İsveç diyemiyoruz, çünkü bu millet isimleri binlerce yıl sonra ortaya çıktı. Katı ırkçılar için gerçekten zor bir durum, bugün nefret ettiği millet ile birkaç bin yıl önce aynı soydan olduğunu öğrenmek üzücü olsa gerek.
Bu kadar bilgiden sonra artık Türkiye’ye gelme zamanıdır. Eminim ki buraya kadar yazdıklarımızı dikkatle okumuş olanlar yukarıdaki haritada Türkiye’de yaşayan halkların genetik grafiğine baktıklarında bu renklerden hangisinin Orta Asya’dan gelen atalara ait olduğunu bilmek istiyorlar. Sizi daha fazla meraklandırmayacağım, ama daha önce bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Diğer ülkelerin gen grafiğine bakıp Türkiye ile karşılaştırdığınızda gözünüze çarpan ilginç bir şey yok mu? Mesela Rusya’nın yarısı sarı, Polonya’nın yarıdan fazlası, Fransa’nın %60’ı kırmızı, İngiltere hakeza büyük ölçüde kırmızı…
Türkiye’ye baktığımızda adeta bir gen mozaiği görüyoruz, neredeyse hiçbir haplogrup baskın değil. Eğer yeşil renk dikkatinizi çektiyse karar vermekte acele etmeyin. Yeşil renk J1 ve J2 gruplarını simgeliyor ki bunların Orta Asya ile hiçbir ilgisi yok. Nitekim bu araştırmayı yapan kaynak Türkiye için özel bir not düşmüş, tercümesi aynen şöyle; “Türkiye, bu tabloya alınmayan Afrika ve Asya haplogruplarını da (A, ExE1b1b, C, H, L, O, R2) %8.5 oranında barındıran tek ülke…” Yani Türkiye adeta bir ırklar karışımı. Bu kadar ırk olur da bunların arasında Orta Asya’dan göç eden ataların genleri de olmaz mı, elbette var: Q haplogrubu, oranı sadece %2. Ülkenin adıyla hiçte uyumlu olmayan bir oran, bilim bazen bizleri hayal kırıklığına uğratabiliyor.
Bir başka Orta Asya haplogrubu ise N. Bugün özellikle Finlandiya ve Baltık ülkelerinde görülen bu genetik grubun da 20 bin yıllık Orta Asya geçmişi var. Türkiye’deki oranı %4. Q ve N haplogruplarının ortak atası ise 36 bin yıl önceki ‘NOP’ haplogrubu. Kronolojik cetvele baktığınızda kimlerle akraba olduğunuzu göreceksiniz. Evet, gözlerinize inanın, bütün Avrupa ve Orta Asya ırkları 36 bin yıl önce aynı soydan türediler. Tipik Avrupalı ırklar R1a ve R1b’nin atası olan R haplogrubu 30 bin yıl önce Orta Asya’da doğdu ve daha sonra Avrupa’ya göç etti.
Pek çok kişinin gen testine sıcak bakmadığını biliyorum. Son zamanlarda komplo teorilerine iyice kendimizi kaptırmışken birilerinin bu genetik araştırmaları şiddetle reddedeceğini de tahmin edebiliriz. Ama Galileo’nun dediği gibi bilim inkar kabul etmiyor, bazıları ‘hayır olmaz’ dese de Dünya dönmeye devam ediyor. Sanıyorum benim gibi merak yönü paranoyasından ağır basanlar biraz tedirgin olsalar da “bir de ben öğreneyim atalarımın kimler olduğunu” diyeceklerdir. Bilim adamları bu hızla giderlerse 3-5 yıla kalmaz insanlığın soyağacı tamamlanır, sanıyorum herkes çok yakında kiminle ne kadar akraba olduğunu öğrenecek.
Genetik soyağacı sadece bireylerin hayata bakışlarını değil, belki devlet yapılarını da sarsacak yeni bir çığır açmak üzere dersek biraz abartmış mı oluruz? Bence hayır, belki bu konunun önemini ifade etmek için bugün söyleyeceğimiz her şey az bile kalır. Kırmızı hapı alıp bir an önce gerçekle yüzleşmeyenlerin başı yakın gelecekte çok ciddi ağrıyabilir. Bu genetik çalışmaların Fransa’dan dünyaya 200 yıl önce yayılan ulus-devlet modelini nasıl etkileyeceğini yakında göreceğiz. Bugünkü millet anlayışımızın temeli dile dayanmaktadır. Yani aynı dili konuşan insanlar aynı milletten sayılırlar. Dillerinin yakın olduğu nispette milletler birbiriyle akraba olarak kabul edilir. Türkçe-Özbekçe-Azerice gibi…
Ama diğer taraftan genlere baktığımızda Ural-Altay (Türk) dil grubunun lehçelerini konuşan bu milletlerdeki Orta Asyalı ataların geni nerdeyse yok denecek kadar az iken Finlandiya’da %58 gibi büyük bir oranda karşımıza çıkıyor. Latvia-Lituanya-Estonya gibi Baltık ülkelerinde Orta Asya ve Sibirya genleri Türk dilini konuşanlara göre çok daha iyi korunmuş durumda. Görünen o ki bilim geçmişte birkaç defa yaptığı gibi dogmaları bir kez daha yıkmak üzere. Bazı rejimler varlıklarını devam ettirmek istiyorsa dil dışında başka harç malzemelerine de acilen ihtiyaçları vardır.
Bu durumu şu an için tehlike olarak algılamayanlar unutmamalıdır ki Fransız ihtilali akabinde kraliyet giyotin altında son bulurken ne Romanov’lar ne de Osmanoğulları henüz doğmuş olan cumhuriyet rejimini ve ulus-devlet modelini kendi saltanatları için bir tehlike olarak görmüyorlardı. Ancak geleceği görmeyi başarıp yeni şartlara adaptasyonu sağlayan kraliyet aileleri bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar. Galiba öngörü yeteneği herkese nasip olmayan bir ayrıcalık…
İlgilenenler için Avrupa ülkelerinin barındırdıkları haplogrupların % oran tablosu aşağıda. Buna milletlerin akrabalık derecesinin tablosu da diyebiliriz. Tabii bütün bunlar y-kromozomunun hikayesi, yani baba tarafından soyağacı. Bir de mitokondrial DNA testi var, acaba anne tarafından kim kiminle akraba? Belki bir dahaki sefere de onu anlatırım.
Murat D. Mirza
muratmirza@gmail.com