Salgını, başka endişelerin yanı sıra, virüsün bize bulaşması ve virüsü başkalarına bulaştırma endişesiyle yaşıyoruz. Paradoksal bir biçimde, birini hem kendimize tehdit olarak görmemiz, hem de onu kendimizden korumamız gerekiyor. Herkese test yapılamadığı, yapılsa bile o test sonucu geleceği güvence altına almadığı için, test yapıldıktan sonra geçen zamanda virüs toplumu tehdit etmeye devam ettiği için, yine de taşıyıcı olduğumuzu farz ederek yaşamak zorundayız. Sanki semptom göstermeyen o süper bulaştırıcı biz olabilirmişiz gibi davranmak insanın kendisini tutmasını, sınırlandırmasını, yönetmesini, disiplin altına almasını gerektiriyor. Bu süreç, insanı kendi itkileriyle ciddi bir mücadeleye sokuyor.
Dahası, kendimize böyle bakmamız da yeterli değil, herkes birbirini potansiyel bir bulaştırıcı olarak görmek zorunda. İlginçtir ki, bir marketin koridorunda karşı karşıya geldiğimiz o yabancının aklından neler geçtiğini tam olarak bilebiliyoruz. Biz kendimizi ona ve onu kendimize, o da bizi kendisineve kendisini bize bir tehdit olarak algılayacağı için, acaba birbirimize bir şey bulaştırma riskine girmeden kendi yolumuza gitmeyi nasıl başarabiliriz gibi bir sorunla boğuşmaya başlıyoruz. O kadar angajeyiz duruma. İşte uygarlık böyle bir huzursuzluk.
Salgın yüzünden aynı evde yaşarken bile birbirimize mesafeli olmamız öneriliyor. Ürpermeden sarılabileceğimiz kimse yok, daha kırılgan olanlarımızla ise ya kanlı canlı halimizle hiç ilişki kurmamaya çalışıyoruz veya ilişkide çok dikkatli ve mesafeliyiz. Bu hayatın kendine özgü bir ilişki etiği var. Başkalarının hayatına değer vermeyi hatırlamak ve daha da önemsemek bu sürecin bize kattıkları arasında.
Hepimiz canlı, ölümlü, ihtiyaçları olan varlıklarız, hepimiz için hayat her zaman güzel olmasa bile değerli. Yaşama isteğimiz, yaşamak için verdiğimiz mücadele, sergilediğimiz direnç bizi tüm eşitsizliklerin içinde eşitleyen şey. O halde kimsenin başkalarını umursamamaya, ciddiye almamaya hakkı yok. Ne zayıf olduğumuz için ölmeyi ne güçlü olduğumuz için yaşamayı hakkediyoruz.
Salgın hasta olandan sağlıklı olana geçiyor ama kimin hasta olduğunu kimin sağlıklı olduğunu bilmediğimize göre salgının gücü, hasta olabilecek herkesle başka herkes arasında gerçekleşebilecek bir bulaşma hareketiyle başa çıkabilmemize bağlı. Ne kadar dikkat etmiş olursam olayım virüsün bana bulaşmadığından emin olamam. Belki de yarın hasta olduğum ortaya çıkacak. Ne kendimin sağlıklı olduğundan ne de başka birisinin sağlıklı olduğundan emin olabilirim. Bulaşma gözle göremediğimiz; olmuş olabilecek, olmakta olabilecek, olacak olabilecek bir olay. Bulaşma geçmişte, şimdide, gelecekte her zaman bir imkan olarak orada bekliyor, belki de çoktan evimizin, bedenimizin içinde. Sosyal mesafe, işte salgının yarattığı bu belirsizlikle yaşamayı anlamak ve baştan kabul etmek demek.
Bu davranış biçiminin özelliği, bizi sanki, adeta, mış gibi düşünmeye ve karar vermeye alıştırması. Sadece insanlarla değil, çeşitli yüzeylerle ilişkimiz de bulaşma imkanı bakımından kuruluyor. Bir masaya, bir naylon torbaya, bir metal yüzeye bana bir şey bulaştırabilir veya ben ona bir şey bulaştırabilirim düşüncesiyle yaklaşıyorum ve mümkünse dokunmamaya çalışıyorum. Bilincim beni dürtüyor: Şimdi dokunduğum bu yüzey bir başkasının virüsle temas ettiği veya edeceği bir yer olabilir. Dokunmaya ve yakınlığa dair bu uyanık bilinç, bu teyakkuz hali bizim hem toplumsal deneyimizi hem de dünyayla ilişkimizi şekillendiriyor.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak dediklerinde içimde bir korku beliriyor. Acaba bir daha insanlara, dünyaya içten ve kaygısızca dokunamayacak mıyız? Sanal iletişime mahkum mu olacağız? Elektronik seslerden, ekrandaki siluetlerden, resimlerden ibaret mi olduk? Kendi evimizden de çok bu sanal âlemde hapis mi olduk? Doğru, bu virtüel dünyada bedensiz ve rahatız; bedensel reflekslerimizi, bilinçsizce yaptığımız hareketleri, dokunduğumuz bedenleri, yüzeyleri, mesafeleri takip etmek zorunda değiliz. Sanalda virüs bulaşması yok mu? Elbette var, ama orada bulaşmanın terimleri, ilişkileri, yolları farklı. Sanal alem zaten çoktandır vardı, ama hayatın bir gerçekliği, bir dış dünya da vardı. Oysa şimdi o dış gerçeklikle temas büyük bir sorun haline geldi. Bedenlerimizi koruyalım derken, bedenlerimizi evlere kapattık, başka bir varoluş düzlemine geçtik. Umarım eskiye dönüş vardır ve bu kalıcı olmaz.
- Maya Angelou’yu yeniden okurken… - 12 Haziran 2020
- Salgın - 10 Nisan 2020
- Utanmazlık - 2 Kasım 2019