Sorun Ne? Dünya ve Türkiye evrimin bir oyunuyla karşı karşıyayız. Corona virüs ailesinde yaşanan bir mutasyon sonrasında ortaya çıkan SARS. Cov.2 virüsünün yarattığı Covid.19 hastalığının bir pandemi haline gelerek yarattığı krizi atlatmaya çalışıyoruz. Dünya bu krizi 8 aydır yaşıyor, henüz bir çözüm ufukta görünmüyor. Gündelik yaşamımız alt üst olmuş durumda.
Krizi aşmaya çalışırken uğraşlarımızın üç farklı konuda çözüm bulmaya çalıştığımız gözlenmektedir. Bunlardan;
- Birincisi bu hastalık konusundaki bilgimizi geliştirerek, aşı, ilaç ve tanı kitleri konusunda buluşlar yaratarak, bu hastalığı eradike etme yolunu bulmaya çalışıyoruz.
- İkincisi, birinci konudaki çözümlere ulaşıncaya kadar geçecek zamanda, Covid.19’un yayılma hızını azaltarak, toplumdaki ekonomik ve sosyal etkinliklerdeki kayıpları en aza indirecek bir yaşam kalıbını, biraz da deneme hata yaklaşımıyla oluşturmaya çalışıyoruz.
- Üçüncüsü ise ulaşılacak çözümün tüm dünyada uygulanmış olmasını sağlayacak ve her toplumda fırsat eşitliği içinde adil olarak gerçekleştirecek düzenlemeleri geliştirmemiz gerekir. Birinci ve ikinci sorunların çözümünde bazı adımlar atılmasına rağmen üçüncü sorunun çözümünde yeterli adımlar attığımız söylenemez.
Doğanı İnsanlara Karşı Oynadığı Oyunlar
Bu yaşadığımız deneyimini doğanın insana karşı uyguladığı oyunlar kategorisi içinde düşünmemiz gerekiyor. Sibernetiğin kurucusu olan Nobert Wiener insana karşı olumsuz sonuçlar doğuran oyunları ikiye ayırıyor. Bunlardan doğanın oynadığı oyunları Augustinian oyunlar, insanların insanlara karşı oynadığı oyunları Manichean olarak adlandırıyor. Doğanın oyunlarının gerisinde insana kötülük yapmak gibi bir güdü yoktur. Doğa insanın düşmanı değildir. O kendi oyununu oynamaktadır. İnsan doğa içinde onun bir parçası olarak doğanın oynadığı oyunların riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Tabii doğa da yaşayan tüm canlılar için durum aynıdır. Ama insan kültür üretebilme kapasitesine sahip olduğu için onlardan ayrılmaktadır. Örneğin hayvanlar doğanın oyunlarının tehditten kaçınamamaktadır. Olumsuz sonuçlara doğrudan maruz kalmaktadır. Oysa İnsan kültür üretebildiğinden, doğanın oyununu öğrenebilmekte ve yaşamında aldığı önlemlerle onun etkilerinden kaçınabilmektedirler. Ama kültür üreten insan yeni yaşam biçimleri, üretim yolları geliştirerek, doğa üzerinde olumsuz etkiler yaratarak doğanın oyununu değiştirmekte, bu oyunların insan üzerindeki tehditlerini artırabilmektedir. Örneğin yağışların yarattığı seller karşısında insanlar mühendislik yapılarıyla, sellerin olumsuz etkilerinden kaçınabilmişlerdir. Ama aynı insanlar yarattığı üretim ve yaşam biçimleriyle doğayı etkilemekte, iklim değişikliğine neden olarak, olağan üstü yağışlara neden olmakta, ani sellerin sıklığı ve büyüklüğünü değiştirerek, bulunmuş olan eski mühendislik çözümlerinin yetersiz kalmasına neden olmaktadır. İnsanın kültür üreticisi bir canlı olması doğanın ona karşı olan oyununu karmaşıklaştırmış olmaktadır.
Covid.19 Doğanın Mikroorganizmalarla Oynadığı Oyunların Bir Örneğidir
Mikroorganizmalar gözle görülmeyen varlıklardır. Canlı yaşam onlarla başlamış, 3-4 Milyar yıllık bir evrim sonrasında günümüzdeki canlılar dünyasına ulaşılmıştır. Dünya biyokitlesinin büyük kısmını oluşturmaktadır. Çok büyük kısmı olumlu katkılar yapmaktadır. Az sayıda olan patojen mikro organizmalar hastalık yaratmaktadır. İnsanlık yıllardır, onların yarattığı salgın hastalık krizleriyle başa çıkmaya çalışmaktadır. Bu mücadelede bakterilerin yarattığı hastalıklar konusunda antibiotiklerin bulunmasından sonra başarılı olunmuş ve bu hastalıklar bir tehdit olmaktan çıkarılmıştır. Virüsler’in yarattığı hastalıklar konusunda aynı başarı henüz sağlanamamıştır. Böyle genel bir antiviral ilaç henüz üretilememiştir.
Covid.19 bir virüstür. Virüsler temelde canlı değildirler. Ne büyürler, ne çoğalabilirler. Ne enerji üretebilir ne de kullanabilirler. Virüsler hücrelere girerek onları enfekte edebilmektedir. Virüsler hücre olmadıkları için bölünerek çoğalmamaktadır. Ama virüsler genetik materyali taşımakta bir araç olarak işlev görmektedirler. Bu da onlara dolaylı olarak çoğalma fırsatı vermektedir. Konak hücrenin organallerini, moleküllerini ve metabolizmalarını kullanarak, konağa kendi parçalarını kopyalatırlar ve bu parçaları birleştirerek kendilerini üretebilmektedirler.
İnsan vücuduna değişik yollardan giren virüsler kuduz, kanser, grip, çiçek, suçiçeği, zona, ebola, kırım Kongo kanamalı ateşi vb. hastalıklar yaratabilmektedir. Vücuda giren her virüs otomatik olarak hastalık yaratmamaktadır. Çünkü insanların bağışıklık sistemleri vardır. Virüs bağışıklık sistemiyle etkileşmeye girdikten sonra bağışıklık sistemi zayıfsa hastalık ortaya çıkmaktadır. Güçlüyse hastalık oluşamamaktadır. Virüs hastalığı oluşturduktan sonra eğer bu hastalık bulaşıcı değilse, varsa ilaçlarla tedavi olacaktır. Bir anlamda bizim bu yazıdaki ilgi alanımız dışındadır. Eğer virüsün yarattığı hastalık bulaşıcıysa bizim ilgi alanımıza girmektedir. Bu durumda iki seçenekle karşı karşıya kalmaktayız. Seçeneklerden biri hastalanan kişilerin hepsine kesin tanı koyulabilmekte olmasıdır. İkinci seçenek ise hastalananların bir kısmına tanı konulabilmesine karşın oldukça büyük kısmına tanı konulamamaktadır. Eğer kesin tanı konulan bir bulaşıcı hastalık söz konusuysa, tedaviye alınan hasta izole edilerek, hastalığın yayılması kolayca denetim altına alınabilmekte ve krize dönüşmemektedir. Ama Covid.19’da olduğu gibi hastaların bir kısmı asemptomik ise ve tanı konulamıyorsa ve aşı, ilaç henüz bulunmadıysa, hastalığın yayılması denetlenememekte ve krize dönüşmektedir.
Covid.19 Gibi Asemptomik Bir Bulaşıcı Hastalığın Yayılması Sosyo-Mekansal Bir Süreçtir
Covid.19’ konusunda değişik ülkelerdeki çalışmalarda asemptomik olan hasta oranını yüzde 40’larla, yüzde 80’ler arasında değiştiğini göstermektedir. Bu oranların en alttakilerinde bile toplumda serbestçe dolaşan ve hastalığı sürekli bulaştıran kişilerin sayısı çok yüksek kalacak demektir. Kentte insanlar yaşarken sosyal nedenlerle bir araya gelerek yüz yüze ilişki kurmak durumunda kalmakta ve hastalığın bulaşması gerçekleşmektedir. Bulaşmayı tetikleyen ilişkilerin nedeni sosyaldir. Bir kentte iki kişi arasındaki uzaklık ne kadar fazlaysa onların yüz yüze ilişki kurma olasılığı o kadar düşüktür. Bu nedenle bir alanda nüfus yoğunluğu ne kadar yüksekse, ilişki kurma dolayısıyla bulaştırma olasılıkları da o kadar yüksek olacaktır. Bu nedenle yayılma sürecinin sosyo-mekansal olduğunu söylüyoruz. Eğer böyle bir sürecin denetlenmesi ve yayılmanın durdurulması isteniyorsa sosyal yok edilmeye çalışılmakta ya da içinde yüz yüze ilişkinin bulunmadığı yeni bir tür sosyal ilişki kurgulanmaya çalışılmaktadır. Eve kapanmayla yapılmaya çalışılan birincisi, maske, soysal mesafe, temizlikle gerçekleştirilmeye çalışılan ise ikincisidir.
ALTERNATİF MÜCADELE SENARYOLARI VE BEKLENTİLER
Covid.19’un yayılma süreci bir pandemi meydana getirdi. Başlangıçta değişik ülkeler kendi bilgi ve organizasyon kapasiteleri içinde, Covid.19 konusunda farklı stratejiler izlese de sonunda bu farklılıklar zaman içinde törpülenerek bir birine yaklaştı denilebilir. Günümüzde değişik bakımlardan iyimserlik taşıyan üç farklı stratejinin geliştiği ve birlikte kullanıldıklarını söyleyebiliriz. Tabii ki kötümser senaryolar da geliştirilebilir. Ama onlar bu çalışmanın kapsamı dışında kalıyorlar.
İnsanın Bilim ve Teknoloji Geliştirme Kapasitesine Güven Duyan İyimser Senaryolar
Günümüzde Dünya ve Türkiye Covid.19 krizi içinde yaşanırken, dünyanın günümüzde bilim ve teknoloji geliştirme kapasitesine güvenerek, yaşananların geçici olduğu, bilimsel ve teknolojik gelişmeler gerçekleştirilince, bu krizin etkisini kaybedeceği konusunda bir iyimserlik içindedir.
Bu konuda Covid.19’un dünyada yok edilmesi için iki aşamalı bir senaryo önerilmektedir. Birinci aşamada üç alanda geliştirilecek yeni teknolojilere bel bağlanmaktadır. Birincisi Covid.19’za karşı aşının geliştirilmesidir. Bu konuda sağlanan gelişmeler sonucu hastalığın yayılması engellenecektir. İkincisi Covid.19’za karşı tedavi edici ilacın geliştirilmesidir. Bu yolla hastalananların kaybını azaltacaktır. Üçüncüsü ise ucuz, güvenilir, hızlı uygulanan test kitlerinin geliştirilmesidir. Bu yolla asemptomik olan bölümle mücadele etkili hale getirilebilecektir. Her üç alanda da sağlanan gelişme insanlığı Covid.19’zu yok etmek için gerekli bilgi ve teknolojiyle donatmış olacaktır.
İkinci aşama sağlanan bu kapasitenin dünyadaki ülkelerin hiç birini dışlamadan tümünde uygulanmasını sağlayacak finansal ya da örgütsel düzenlemelerin gerçekleştirilmesini sağlamaktır. Eğer eradikasyon tüm ülkelerde sağlanamazsa, uygulamanın yapılamadığı ülkeler dünya için daimi bir tehdit unsuru olacaktır. Günümüzde gelinen noktada Covid.19 krizine çözüm konusunda çok sayıda ülke birinci aşamada başarılı olmak için yarışıyorlar. Ama ikinci aşama konusunda atılan bir adım olduğunu görmüyoruz.
Çözümü Ekolojik Sistemin İşleyişinde Gören ve Kaderci Bir Bekleyiş İçine Giren Senaryolar
Dünya salgınlar tarihini inceleyenler, çok sayıda büyük insan kayıplarına neden olan çok sayıda salgın yaşandığını ama bu salgınların, insanlığın bilgisinin bu konularda gelişmiş olmadığı dönemlerde bile içinde bulunduğu yerellikte çok uzun süreler geçmeden sönümlendiğini görerek çözümün ekolojik sisteminin işleyişiyle ortaya çıkacağı sonucuna varmaktadır. Bu sonuca ulaşıncaya kadar kayıpların azaltılmasına çalışılacaktır.
Bu beklentiyi doğuran iki farklı argüman bulunmaktadır. Bunlardan birincisi geçmişteki salgınların gözlemlerine dayanarak salgın sırasında virüslerin mutasyon sonucu hasta yapma güçlerinin (virülans) azalacağı beklentisidir. Bu çözüm beklentisini evrim kuramından almaktadır. Bu beklenti gerçekleştikten sonra salgın etkisini kaybetmektedir.
İkinci argüman “sürü bağışıklığı” stratejisine dayanmaktadır. Bu durumda ekolojik sistem kendi işleyişine bırakılmakta, başlangıçta hastalık hızlı yayılmakta, hastalananların bir kısmı kaybedilirken, hastalığı atlatarak bağışıklık kazananların oranı yüzde 60’lara ulaştıktan sonra, toplumda bulaştırma oranı 1’rin altına düşüp salgın sönümlenme sürecine girmektedir.
Yaşanan Covid.19 salgınının yaşanmaya başladığı ilk günlerde bazı ülkeler sürü bağışıklığı stratejisi uygulamaya başlamışlarsa da, bu ülkeler iki nedenle stratejilerini değiştirmek durumunda kalmışlardır. Öncelikle bağışıklık oranları hızla yükselmemiş, yüzde 60 lık oranlara yükselmesinin uzun süre alacağı anlaşılmıştır. Bu kadar uzun süre yüksek insan kayıpları karşısında suskun kalan bir stratejiyi politikacılar sürdürememişlerdir. İnsanların kayıplar karşısındaki yüksek duyarlılığı bu stratejiden vazgeçilmesini zorlamıştır.
Salgın Krizi Sürerken Uygulanan Bulaşmayı En Aza İndirme Stratejisi
İster ve birinci ister ikinci tür strateji uygulansın, insanlar çözüme kavuşuncaya kadar bir geçiş döneminde bulaşmayı en aza indirgeme stratejisi uygulanmaktadır. Yapılan uygulamalara bakarak bu stratejinin temelde iki kademeli bir yaklaşım önerdiği söylenebilir.
Salgının başlangıcında hasta (vaka) sayılarının hızla arttığı dönemde birinci aşama önlemler alınmaktadır. Birinci aşama önlemlerde asemptomik hastaların yarattığı bulaşmayı önleyebilmek için sosyo-mekansal olanın sosyali denetim altına alınmaya çalışılmaktadır. Bunun pratikteki yansıması insanların evde kalmasını sağlamak olmaktadır. Bununla iki şey gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan birincisi artan vaka sayılarının artışının durdurularak düşüşünün gerçekleştirilmesi ve günlük yeni vaka sayısının küçük bir değere inmesinin sağlanmasıdır. Eğer günlük vaka sayısı küçük ise bu vakalarla ilgili filiasyon çalışmaları yapılarak, bu az sayıdaki vakanın salgının yeniden canlanmasına katkı yapmamasının sağlanacağı var sayılmaktadır. Bu sosyali denetlemenin derecesi ise yeni vaka sayısının o ülkenin sağlık sisteminin kapasitesini aşmamasını sağlayacak şekilde belirlenecektir.
Birinci aşama tamamlandığında ikinci aşamaya geçilmekte yeni bir normal, tasarlanmaya çalışılmaktadır. Yeni normalde ön görülen toplum sosyal ilişkilerinin bulaşma yaratmayacak şekilde kurulması için yeni kurallar konulmaktadır. Bu da Covid.19 olayında maske takılması, sosyal/fiziksel mesafeye dikkat edilmesi, temizlik/hijyen olarak formüle edilmiştir. Bu kurallar içinde ilişki kurma yaklaşımı, bazı yan önlemlerle desteklenmektedir. Kalabalıklardan kaçınma, kalabalıklara izin vermemek, selektif yerlerde karantina uygulamak vb.
Dünyanın, bu stratejiyi tam olarak başarıyla uyguladığı söylenemez. İnsanın sosyal ilişki kurma biçimlerini yeniden şekillendirmek, kolay olmamakta, insanın psikolojik dirençleriyle karşılaşmaktadır.
III.COVİD.19 KRİZİNDEN YAŞAMIMIZA NELER KALACAK
Covid.19 krizi günlerini yaşarken insanlar o kadar bunaldılar ki aralarında “ artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye konuşmaya başladılar. Ben kriz sonrasında pek çok konuda geriye dönüşler yaşanırken, bazı değişikliklerin kalıcılaşacağını düşünüyorum. Bunun temel nedeni bulaşmayı en aza indirgeme stratejisi içinde alınan önlemler, yeni normale dönüş için konulan kuralların insanların yaşam kalitesini düşürmesi ve insanların bu değişmelere karşı koyma eğiliminin yüksek olmasıdır. Örneğin kriz günlerinde insanların kendilerini izole etmesi ve yalnızlık alışılabilen sağlıklı bir durum değildir. İnsanlar ilk fırsat bulduklarında eski yaşam kalıplarına dönerek duygusal tatminlerini yükseltme eğilimi taşımaktadırlar. Ama bu geri dönüş, tam bir geri dönüş olmayacak, Covid.19 öncesinden bazı bakımlardan farklı bir yaşam düzeni kurulacaktır. Bu farklılıkların değişik kaynakları bulunmaktadır. Bunlar şöyle sıralanabilir.
1- Değişmenin bir kaynağı toplumların zaten durağan olmaması ve değişme eğilimi taşımasıdır. Bu nedenle kriz sonrasında oluşan düzende zaten değişecek olan değişmiş olarak yerini alacaktır.
2- 19 öncesinde toplumda gelişmiş bulunan ama yeterince kullanılmayan alt yapıların, Covid.19’un yarattığı tehdit altında, yeni kullanışlara açıldığı ve yoğun kullanışın geliştiği durumlar, kriz sonrasında kalıcılaşma eğilimi taşıyabilir.Bu durumun örneği olarak internet olanaklarının kullanılarak uzaktan eğitimin çok yaygınlaşması ve internet yoluyla ticaretin toplam ticaret içinde payını artırmasıdır. Mal ve insan yer değiştirmelerinin iletişim ile ikame olanakları gelişmektedir. Bu durumlar geri dönüşü azaltıcı etkiler yaratacaktır.
Bu konuda temel sorun sosyal ilişkilerde yüz yüze ilişkilerin, uzaktan ilişkilerle ikame edilebilirliği konusundaki kabullerin geçerliliğidir. Sosyal ilişkinin sadece bilgi/enformasyon naklini gerçekleştirdiğini varsayıyorsak, oldukça yüksek bir ikamenin olanaklı olduğunu düşünebiliriz. Oysa yüz yüze kurulan ilişkilerin sadece bilgi/enformasyon nakletmediği ilişkinin kalitesi konusunda farklılıklar yarattığının farkında olunursa, uzaktan iletişimle kolayca ikame edilemeyeceğini kabul etmek gerekir. Yüz yüze ilişkilerde sözün yanısıra, mimiklerle, parlayan gözlerle, güven, sempati vb. de iletilebilmektedir.
Örneğin bir hoca için ders vermenin anlamı nedir? Ben bir hoca olarak kötü ders verdiğimde mutsuz olurum. Ben iyi ders verdiğimi ise öğrencilerin gözlerinden izlerim. Mutluluğum artar. Denilebilir ki bir eğitim sürecince standart, rutinleşmiş bilgi aktarımının yapıldığı bölümleri vardır. Belki bu kesimlerin uzaktan eğitimle verilmesi önemli performans kayıpları yaratmayacaktır. Ama doktora öğrencilerine verilen bir derste, yüzyüze olmayan ilişki kurulması halinde performans kaybı çok yüksek olacaktır. Uzaktan olan ilişki de yok olan yalnız yüz yüze ilişki değil, sınıf olgusu da yok olmaktadır. Sınıfın yok olması eğitim sisteminin sağladığı sosyalleşmenin yok olması demektir. Sınıfta eğitimde aktarılan, davranış kalıpları, değerler, “tacit bilgiler” tamamiyle devre dışı kalacaktır.
Yüz yüze ilişkilerin uzaktan iletişimle ikame edilebilirliğinin kabulü sadece eğitim etkinliklerinde bir değişme yaratmayacak, kent formlarının oluşumları bakımından da önemli farklılıklar yaratacaktır. Yüzyüze ilişkilerin yarattığı farklılıkları görmezden gelmek büyük kentlerde merkezdeki yoğunlaşmaların gerekliliğinin yok olması sonucunu doğuracak, kentlerin merkezlerinin desantralizasyonu ve kentlerin yaşadığı büzülme süreçleri değişecektir. Kent plancıları kompakt kent ve sürdürülebilirlik ilişkisini yeniden ele almak durumunda kalacaklardır.
3- İnsanlar krizde Covid.19 öncesi yaşam alışkanlıklarına göre oluşmuş evlerimize kapanarak uzun süre izolasyon koşullarında yaşamışlardır. Bu deneyim evler ya da özel alanlarımız konusundaki beklentileri ve evin değişik bölümlerinin önemi konusundaki farkındalıkları değiştirmiştir. Örneğin açık balkonların önemi anlaşılmış, kullanılmayan küçük bahçelerin yaşama kattıklarının farkına varılmıştır. İzolasyon içinde insanlar boşlukta kalmamak için zihni ve fiziki kapasitelerini kullanmasının önemini kavrayarak, evlerini bunu sağlayacak şekilde donatmaya çalışmaktadırlar. Bu durumda kriz sonrasında konutların tasarımının bu beklentiler doğrultusunda değişeceği söylenebilir.
4- Kriz içinde Covid.19’la savaş içine giren yönetimler, kamusal alanı esas tehlikeli alan olarak görmüşlerdir. Bulaşmayı en aza indirmek stratejisini uygularken birinci aşamada aldıkları evlere kapanma kararlarıyla sosyali yok ederken, kaçınılmaz olarak da kamusal alanı da yok etmişlerdir.
Sorun stratejinin ikinci aşamasında ortaya çıkmıştır. Bu yeni normale geçiş aşamasında bulaşma tehdidi içermeyen bir kamusal alan yaşamını tasarlamak sorunu ortaya çıkmıştır. Eğer kamusal alanda yeni bir yaşam biçimi ve kurallar geliştirilemezse sosyal oluşamayacak, komünite ve kimlik yeniden üretilemeyecektir.
Kamusal alanları kapalı ve açık kamusal alanlar diye ikiye ayırırız. Kapalı kamusal alanlar olarak; restoranlar, tiyatrolar, toplantı salonları, alış veriş merkezleri vb.leri kamu alanları olarak, yollar meydanlar, parklar, bölgesel yeşiller vb.leri sayılacaktır. Bu alanlarda Maske, sosyal mesafe ve temizlik kuralına uyarak, yeni tanımlanmış kullanım yoğunluklarına uygun şekilde bir kullanımın gerçekleştirilmesi beklenecektir. Yaşanan yeni normale geçiş döneminde yeni kullanışlar ortaya çıkmakta ve eski dokular olabildiğince yeni koşullara uygun hale getirilmektedir. Bunlar arasında;
- Sosyal mesafenin korunmasına önem veren ülkeler buna uygun olarak kamu alanlarını düzenlerken; sokaklardaki kaldırımları genişletiyorlar, bazı sokakları motorlu trafiğe kapatarak yayalaştırılmış mekanlarını genişletiyorlar. Yeni bisiklet yolları oluşturuyorlar.
- 19 krizi sayıları çok yükselen işsizler için kamu alanları, özellikle bazı yeşil alanlar maliyeti olmadan, insanların boş vakitlerini geçirecekleri yerler olma niteliği kazanıyor, aynı zamanda iş arama mekanları işlevini görüyor.
- Kriz anlarında seslerini duyuramayan toplumun en çok kaybedenleri için insanlarının toplanma ve protesto haklarını kullanabilmeleri için çok gerekli hale gelmektedir. Yönetimler ise bu hakların Covid.19 koşullarda kullanılmasının yeni normal kurallarını saptamak yoluna gitmek yerine, hastalık riskini öne sürerek bu faaliyetleri yasaklamak yoluna başvurmaktadırlar. Bu da temel insan haklarından birinin kullanılışını engellemek olmaktadır.
- Kriz koşulları kamu alanlar kimin içindir sorusunun yeniden sorulmasını gündeme getirmektedir. Kriz içinde toplumun kırılgan kesimlerinin kamu alanlarını kullanmasını kolaylaştıracak, artıracak, kuralların konulmasını ve yeni tasarımların yapılmasını gerektirmektedir.
Yaşanan kriz koşullarına göre kamusal alan, ticaret ve hizmetler ilişkilerinin nasıl kurulacağını yeniden tasarlamak ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
5- Dünya’da Covid.19 ile mücadele edilirken yaşananlar “yarı kamusalın” önemini artırmıştır.
Türkiye’de bu dönemde insanların kamusal alana çıkmaları yasaklanırken özel alandan doğrusal kamusal alanına çıkacakları varsayımıyla hareket edilmiştir. Bu durumda tutarlı olabilmek için kamu yönetimi tutamayacağı sözler vermek durumunda kalmıştır. Oysa birçok ülkede özel, yarı kamusal ve kamusal alanlar ayrımı esas alınmıştır. Bu ülkelerde insanların özel alanlarına kapatılması kararı verilirken, insanlar konutlarına yürüme mesafesi içindeki fırın manav, eczane vb.ne yaya ulaşımı, maske takmak, sosyal mesafeye dikkat etmek üzere serbest bırakılarak bir tür yarı kamusal tanımlanmıştır. Böyle bir yarı kamusalın tanımı verilen eve kapatma kararını riski artırmadan uygulanabilir yapmıştır. Burada yaşanan deneyimin Kriz sonrasında da üzerinde düşünülebilecek yeni bir yerel anlayışının tanımlanmasına yol açmıştır.
6- Yeni normale dönerken karşılaşılan en büyük zorluklar “toplu taşıma” alanında yaşanmaktadır. Toplu taşıma sistemleri büyük kentlerin yaşam damarlarıdır. Kentin çalışır hale getirilmesi için toplu taşıma sistemlerinin yeni kurallara göre maske takarak, sosyal mesafeye dikkat ederek işler hale getirilmesi gerekmektedir. Bu sadece, söylemekle gerçekleştirilecek bir şey değildir. Bir toplu taşıma aracının sosyal mesafeye dikkat ederek çalıştırılması az sayıda yolcu taşıması demektir. Bu da iki farklı bakımdan başarısızlık yaratacak bir durumdur. Bunlardan biri minibüslerde ve halk otobüslerinde olduğu gibi araç sahipliği özel kişilerin elindiyse bu koşullarda doğacak zarar karşılanamayacak ve hizmet sunulamayacak hale gelecektir. İkinci başarısızlık var olan taşıma sistemleri düşük kapasiteyle çalıştıklarında zirve saatlerinde talepleri karşılayamayacak, duraklarda büyük bir yığılmaya neden olacak, hastalığın bulaşması araç içinde gerçekleşmese bile duraklarda gerçekleşmeye başlayacaktır.
Bu nedenle yeni normale dönüşte istenen başarılı sonuçların alınamamasının ana nedenlerden biri toplu taşıma alanında bu tutarsızlığın çözümlememiş olması yatmaktadır. Bu tutarsızlığın ortadan kaldırılması ek önlemlerin alınması gerekmektedir. Bunlardan biri değişik kuruluşların çalışma saatlerini kaydırarak zirvedeki talebi küçültmeye çalışmak olmaktadır. Diğeri ise toplu taşıma talebini azaltmak için, özel araba kullanmayı artırmak, bisiklet yollarını ve bisikletli yolculukları çoğaltmak, yaya yolculuklarını artırmak gibi yollara başvurulmaktadır. Ama bunların etkileri sınırlı olmakta, Covid. 19 koşullarında toplu taşıma sorun olmaya devam etmektedir. Ama ilginç olan buna rağmen yeni koşullara uygun yeni araç tasarımları henüz görülmemektedir. Bu da krizin aşılacağına ilişkin beklentinin yüksekliğinin kanıtıdır.
IV: SON VERİRKEN
Yazının sonuna geldik. Covid.19 krizi aşıldığında gündemimizde hala önemli sorular kalacaktır. Dünyanın bu krizi yönetmekte uğradığı başarısızlıklar ders çıkarılması gereken durumlar yaratmıştır. Bunlardan üçünü ele alarak yazıya son vereceğim.
Yaşanan krize müdahale etmekte, sağlık sistemlerini piyasa mantığıyla kuran ülkeler başarılı olamamıştır. Buna karşılık refah devleti anlayışı içinde sosyal sağlık sistemleri kuran ülkeler daha başarılı olmuşlardır. Bu ülkelerde halk devletine daha çok güvenmiş ve mesajlarına kulaklarını daha açık tutmuştur. Böylece bir ülkenin sağlık sisteminin nasıl kurulması gerektiği sorusu dünyanın gündemine yeniden gelmiştir.
Covid.19 bir pandemi dolayısıyla küresel bir olgu ve tehdit olmasına karşın, çözüme küresel olarak yaklaşılmamış, her ulus devlet ulusalcı güdülerle çözümler üretmeye çalışmıştır. Unutulmamalı ki uluslararası işbirliğinin zayıflığı kaçınılmaz bir şey değil, bir tercihtir. Çin ve ABD gibi dünya liderliği iddiası olan ülkeler dünyaya önderlik yapma kapasitesine sahip olmadıklarını göstermişlerdir. Ulus devletler ve BM’den oluşan sistemin küreselleşmiş bir dünyayı yönetmekte yetersiz kalışı bu deneyimle bir kez daha kanıtlanmıştır. Yönetilebilen dünyanın oluşması için ne tür bir kozmopoliten demokrasi kurmamız gerektiği sorusunun yanıtlanması aciliyetini korumaktadır.
Son sorunumuz Covid.19 krizini çözmüş olmamızın, doğanın mikro organizmalarla insana karşı oynadığı oyunların tehditlerinden kurtarması anlamına gelmemesinin farkında olmasından kaynaklanmaktadır. Her an bir mikro organizmanın uğradığı mutasyon sonucu dünyayı çok ciddi bir bulaşıcı hastalıkla karşı karşıya bırakabilecektir. Yaşam bu tehditler altında sürecek insanda kültürünü böyle bir ortamda yaşamasına olanak verecek şekilde geliştirecektir.