CIA’den SADAT’a: Özel harp taktikleri

Sedat Peker’in kamuoyunda psikolog olarak tanınan Prof. Dr. Nevzat Tarhan’la ilgili paylaşımları önceki açıklamaları kadar ilgi çekmedi. Oysa bir kuşak Nevzat Tarhan ve onun ‘yanında yetiştiği’ Ayhan Songar’ı bir başka nedenle tanıyor. Önce Sedat Peker’in Nevzat Tarhan için yazdıklarını hatırlayalım. Şöyle demişti Peker: “Ordudan mecburi emekli edilen Üsküdar Üniversitesi rektörü Nevzat Tarhan’ın uzmanlık alanı psikolojik harptir. Nevzat Tarhan’la çalışmalarınız ne üzerine? Güvenlik şirketiyiz diyorsunuz. Nevzat Tarhan’ın sizin için yaptığı psikolojik harp çalışmalarının sebebi nedir? Anlaşılan o ki sizinle işimiz uzun.”

‘OLUK OLUK KAN AKITACAĞIZ’ PSİKOLOJİK HARP TAKTİĞİYDİ

Bu açıklamanın ardından Sedat Peker’in biraz daha ayrıntıya inen bir açıklaması geldi: “Ülkede korku iklimi yaratmak için silahlanın çağrısını yapmam ortak fikirdi. Oluk, oluk kan dökülme çıkışını yapacağından haberdar değildik diyemezsiniz. O tarihlerin birkaç gün öncesinde yaptığım görüşmelerin HTS kayıtları da ortaya çıkacaktır.”
Özetle Peker asmakla, kesmekle, oluk oluk kan akıtmakla ilgili önceki açıklamalarının SADAT ve Nevzat Tarhan odaklı bir psikolojik harp taktiği olduğunu söylüyordu.
Ama bizim konumuz bu açıklamalar ve ayrıntıları değil. Peker’in açıklamalarında bahsedilen özel harp tekniklerinin hem ülkemizde hem dünyada uzun bir geçmişi olduğunu biliyoruz. ABD’de başlayan ve Türkiye’ye uzanan psikolojik savaş taktiklerinin geçmişinde, Sedat Peker’in açıklamalarında yer alan Nevzat Tarhan, Tarhan’ın asistanlığını yaptığı Ayhan Songar, “dünyaca ünlü Sümerolog” olarak tanınan Muazzez İlmiye Çığ ve kardeşi Turan İtil de var.

ABD’DEN TÜRKİYE’YE BİR ÖZEL SAVAŞ ÖRGÜTÜ

Akademisyen, psikolog ve Üsküdar Üniversitesi Rektörü Nevzat Tarhan’ı sadece bu unvanlarıyla tanımıyoruz. Ama önce biraz geçmişe gitmekte fayda var. Nevzat Tarhan asker kökenli bir akademisyen. Kuleli Askeri Lisesi mezunu, uzun yıllar Gülhane Tıp Akademisi’nde (GATA) albay rütbesi ile görev yapmış bir asker. 1994 yılında emekliye ayrıldı. Kendisi daha sonra yaptığı bir açıklamada bu emekliliğin eşinin başörtülü olması sebebiyle ‘zorunlu olarak dilekçe verdirilmesi’ sonucu olduğunu söyledi.

Peker’in itirafları sonucunda SADAT-Tarhan ilişkisi olduğu iddiasının gündeme gelmesi ile bu işin ana yönlendiricisi olan ABD’den Türkiye’ye uzanan eski bir hikâyeyi tekrar aktaralım.

AYHAN SONGAR’IN ASİSTANI

Nevzat Tarhan’ın aynı zamanda Türkiye sağının önemli isimlerinden psikolog Ayhan Songar’la bir öğrenci-öğretmen ilişkisi vardı. Ayhan Songar, bir psikolog olmanın ötesinde 12 Eylül’den sonra cuntanın hayata geçirmeye çalıştığı Türk-İslam sentezinin önemli ideologlarındandı. Tarhan’ın, Ayhan Songar’ın asistanı olduğu biliniyor. Hatta Songar’ın ölümünden sonra, ölüm yıldönümlerinde yapılan etkinlikleri de o düzenliyor.

Ayhan Songar

MECİDİYEKÖY’DE BİR SAĞLIK MERKEZİ BOMBALANDI

Tam bu noktada 90’lı yıllarda o dönem çok şaşırtıcı görünen bir bombalama olayını da aktarmak gerekiyor. Mecidiyeköy’de bir sağlık merkezine giren bir grup binayı boşaltmış, çalışanları alt kata almış ve içeriye koydukları bombayla merkezi kullanılmaz hale getirmişlerdi. O güne kadar farklı saldırılar olsa da silahlı sol örgütlerin bu şekilde içinde sivillerin olduğu bir sağlık kuruluşunu basmaları görülmüş bir eylem biçimi değildi. Gazeteciler de adını şimdiye kadar hiç duymadıkları bu sağlık kuruluşunun neden basıldığını anlamaya çalışıyorlardı. Ardından o dönem adı sıkça anılan Dev-Sol’dan bu sağlık kuruluşunun bir “işkence merkezi” olduğu şeklindeki açıklama geldi.

TUTUKLULARIN İŞKENCE MERKEZİ MİYDİ?

Peki, neden bu merkez bombalanmıştı? Seksenlerin sonuna doğru tekrar yayınlanmaya başlanan sosyalist dergilerin okuyucu mektuplarının büyük kısmını hapishanelerden gelen yazıların doldurduğu sayfalarda onların aktardığı, bazı olaylar dikkat çekiciydi. Bazı tutuklular, hastalandıktan sonra götürüldükleri sağlık kuruluşlarında kendilerine verilen ilaçlardan şikayet ediyorlardı. Bazıları ise iradeleri dışında bilmedikleri yerlere götürüldüklerini ve ilaç verildiğini yazmışlardı. Sonradan ortaya çıkan bir takım bilgilere göre, bu yerlerden birisi Dev-Sol’un bombaladığı belirtilen Mecidiyeköy’deki Hamide Zekeriya İtil (HZİ) Vakfı’ydı. Örgütün yaptığı açıklamada da bu merkezde ‘siyasi tutuklulara ilaç verildiği’ iddia ediliyordu.
1971 yılında kurulan söz konusu vakfın kurucu başkanı ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’dı. Kardeşi Turan İtil de yönetimdeydi. Vakfın baş harflerinin açılımını Muazzez İlmiye Çığ, kendisi ile yapılan bir röportajda şöyle açıklıyor: “Annemin ismi Hamide, babamın ismi Zekeriya ve soyadımız İtil’in ilk harflerini yan yana getirdik. Neyse, ben vakfı idare ediyorum ama araştırmaları benim yapacak halim yok.”

Muazzez İlmiye Çığ ve kardeşi Turan İtil.

ABD’DE BEYİN FONKSİYONLARI UZMANI

Vakıftaki “tıbbi” çalışmaların esas mimarı olan kardeş Turan İtil hakkında en ayrıntılı aktarımı, gazeteci Serhat Öztürk’ün “Çivi Çiviyi Söker, Muazzez İlmiye Çığ” adlı kitabında bulmak mümkün. Çığ, kardeşinin 1958’de önce Almanya’ya daha sonra Amerika’ya gittiğini söylüyor. Amerikalılar onun anlatımına göre, Turan İtil’in özellikle “beyin fonksiyonlarını tetkik projesi” ile ilgilenmişlerdi.
1971’de kurulan vakfın kuruluş amacını Çığ, kardeşinin “Türkiye’ye olan borcunu ödemek istemesi” olarak açıklıyor. Onun anlatımlarına göre, özellikle yurt dışından getirilen ilaçlar, Türk insanının bünyesine uygun hale getirilmeliydi. Vakfın ilk çalışması da bu yönde olmuştu: “O zaman iki profesör arkadaşıyla Türkiye’deki Valium’un beyindeki tesirini, Amerikan ve Alman Valium’larıyla mukayese ettiler. Sonuçta Türk Valium’unun beyne çok az etki yaptığını buldular. Bunu, ABD’deki Gıda ve İlaç İdaresi’ne (FDA) raporla bildirdiler ve ilmi bir neşriyatta yayımladılar.”

İLAÇ ARAŞTIRMALARI İÇİN 3. DÜNYA ÜLKELERİ SEÇİLDİ

Yine beyindeki elektrik dalgalarını ölçmek için kullanılan elektroansefalografi (EEG) adlı cihazı Türkiye’ye getirerek “hastalara hizmet etmek” istemişti. Bu vakfın kağıt üzerinde kalmadığı yetmişli yıllardan başlayarak Türkiye’de faaliyete geçtiği anlaşılıyor. Yine bazı ilaçların etkileri üzerine hastalarda denemeler yapıldığı da Çığ’ın anlatımlarından ortaya çıkıyor: “Biz vakfı açtıktan sonra bir taraftan araştırmalar yürüyordu, bir taraftan da dışarıdan hasta alıyorduk. Orada laboratuvar var, ucuza çalışıyoruz, millet bayılıyordu. Bir alt katı da tutmuştuk, her şey çok güzel gidiyordu. Fakat arada bir kulağıma dedikodular geliyordu.” Bu dedikoduların ayrıntısına inmiyor Muazzez İlmiye Çığ. Kimbilir belki de ‘hastalara’ verilen ilaçların ne olduğuyla ilgiliydi… Vakfın bundan sonraki çalışmalarına geçmeden önce konunun ABD’ndeki geçmişine bakmak gerekiyor.

CIA, LSD ARAŞTIRMALARINI TUTUKLULAR ÜZERİNDE DENEDİ

İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte CIA, bugün ayrıntıları yeni yeni çıkmaya başlayan çok farklı alanlarda çalışmalar yürüttü. Bunlardan en önemlisi karşı tarafın ajanlarından, diplomatlarından bilgi almaya dayanan tekniklerdi. CIA, şu sorunun cevabını merak ediyordu: Kişinin davranışlarını, konuşmalarını yönlendirecek ilaçlar yapılabilir mi? Hayvan deneyleri sonrası karşılarına şu soru çıktı: Peki, bu ilaçlar nasıl ve kimler üzerinde denenecekti? Çünkü yapılmak istenen deney, son derece sıra dışıydı. Gönüllü kobayların kullanılmasına imkan yoktu. CIA, kendisine bağlı laboratuvarların bu isteğine kolay bir yol buldu. Sokaklarda binlerce eroin bağımlısı vardı! Amerikan hapishanelerinde yüzde 90’ı siyah Amerikalılardan oluşan uyuşturucu bağımlısı mahkûmları kullanmaya karar verdiler. Ancak bu çalışmalar zamanla dışarıya sızdı ve soruşturmalar açıldı.

FDA ÇALIŞMALARI YASAKLADI

Çalışmalar için ikinci büyük engelse Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi’nden (FDA) gelmişti. FDA, beyni etkileyecek kimyasal ilaçların insanlar üzerinde denenmesini yasaklamıştı. Bu nedenle birçok Amerikan ilaç şirketi çalışmalarını üçüncü dünya ülkelerinde yapmaya başladı. Turhan İtil’in de bu tür yasaklardan şikâyetçi olduğunu daha sonra kendisiyle yapılan bir röportajdaki sözlerinden anlıyoruz: “Bir memlekette, tıbbi bulguları engellemeye çalışıyorsanız, bunun bir güzel yolu da insan haklarını bahane ederek tıbbi araştırmaları önlemek.”

İTİL ‘BİR VASITA’ İLE ASKERİ CUNTAYA ULAŞTI

12 Eylül Darbesi’nin ardından yine Muazzez İlmiye Çığ’ın anlatımlarına göre, “memleketi için bir şeyler yapmak isteyen” Turhan İtil, dönemin askeri cuntasına “bir vasıta” ile ulaşmıştı. Yapılmak istenen çalışmada İtil, şunları amaçlıyordu: “Turan, ‘ben ne yapabilirim’ diye düşündü. ‘Bu genç çocuklar nasıl teröre bulaştılar, bunların psikolojisini araştırabilirim’ dedi. Daha sonra Turan buraya geldi. O zaman Evren Paşa ve Milli Güvenlik Kurulu var. Bir vasıtayla kurula gidip, yapmak istediği araştırmayı anlattı. Meğer askerler daha 1977 yılında böyle bir araştırmaya başlamışlar.”

TÜRKİYE’DE İLAÇLAR DENENDİ Mİ?

Şüphesiz bu araştırmaların yapılacağı denekler cezaevlerindeki siyasi tutuklular olacaktı. Peki yapılmak istenen yalnızca bir ‘anket çalışması’ mıydı? Yoksa Turhan İtil’in esas çalışma alanı olan beyne etki eden ilaçlar bu araştırmalarda kullanıldı mı? “Neden teröre bulaşıyorlar” sorusu üzerine geniş kapsamlı bir çalışma yapıldığını bizzat çalışmaya katılanların anlatımlarından biliyoruz. Dönemin siyasi tutukluları arasında bu konuda çok sayıda tanıklık olduğunu da biliyoruz. Son olarak Türk Tabibleri Birliği üyesi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Şahin, 12 Eylül’ün 30. yılı nedeniyle Türkiye Psikiyatri Derneği’nin yayın organına yayınlanan yazısında HZİ Vakfı’nın “insanlık ve etik dışı araştırmalar yaptığını” belirtiyor, işkence iddiaları ile ilgili görüştüğü bazı tutukluların bunu teyit ettiğini aktarıyordu.

5 BİN KİŞİ ÜZERİNDE ARAŞTIRMA YAPILDI

Onun verdiği bilgilere göre, araştırmalar HZİ Vakfı’ndan Turan İtil tarafından 5 bin kişi üzerinde yapılmıştı. İtil kendisiyle yapılan ender röportajlardan birinde 1985 yılında Nokta Dergisi’ne araştırma sonuçlarına ilişkin şunları söylüyordu: “Bunların elinde olmayan bir şey var, içgüdüleri var, bunu anlayabilmek için iki tanesini görmeniz kafi, üç taneye gerek yok. Öyle bir şey ki, bunlar, buluttan nem kapan insanlar, kendileri de bilmiyorlar, kontrol edilemeyen bir kızgınlıkları var. Terörist olmasalardı da katil olurlardı. Uluslararası bir araştırma yaptık, Türkiye’nin çeşitli hapishanelerindeki teröristlerle görüştük… Bir de en iyi ilaç yaştır. Kimse 40 yaşından sonra terörist olmaz. O halde 40’a kadar beklemek gerek. 40 yaşına kadar içeride tutulmaları gerekir. Pahalı bir yöntem ama idamdan daha iyi.”

TARHAN ARAŞTIRMAYI DOĞRULADI

Bu araştırmaya ilişkin Ayhan Songar’la çalışmış Nevzat Tarhan’ın da bir tanıklığı var. Tarhan kendisinin bu çalışmalara katıldığına ilişkin iddiaları reddediyor. Ancak Ayhan Songar’ın bulduğu sonuçları kendisinin de bulunduğu sohbet ortamlarında açıkladığını söylüyor: “Araştırmanın sonuçlarına göre sağcılar geri zekalı, solcularsa anti sosyal ve psikopat çıktı.” Yine Tarhan’ın anlatımlarına göre araştırma sonuçları Harbiye Orduevi’nde Genelkurmay’a bir sunumla aktarılmıştı. Peki, ABD’de CIA’in hayat kadınları, uyuşturucu bağımlıları ve mahkûmlar üzerinde denediği bilinen bu ilaçlar, Türkiye’de de denenmiş miydi? Burada HZİ Vakfı’nın araştırmalarında “kobay” olan tutukluların anlatımları dışında bazı psikiyatristlerin dönemin “ruhundan” etkilenerek yaptıkları açıklamalar da var elimizde.

SORGUDA İŞKENCE YERİNE İLAÇ TAVSİYE EDİLDİ

Güneş Gazetesi’nde 12 Aralık 1987 yılında yayınlanan bir haberde Dicle Üniversitesi’nden psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Balcı’nın bir açıklaması yer alıyordu. Tutuklulara işkence yapıldığını son derece doğal bir şekilde kabullenen bu akademisyen, kendince daha “insani bir yöntemi” tavsiye ediyordu: “Sorgulamalarda işkence yerine, insanda otokontrolü kaybettiren ve yaşanan olayları hatırlattıran Sodyum Pentothal adlı ilaç kullanılmalı”ydı…
Yine dönemin sağcı-muhafazakâr Tercüman Gazetesi’nde emniyette işkence yapıldığı iddiaları ret edilirken, işkence yerine “Ankara’da sorgulanan iki şahsa Sodyum Pentothal” verildiği açıkça yazılmıştı. Yani işkence yapılmıyordu, ilaç veriliyordu.

SUNUMLAR CIA VE ORDUYA YAPILDI

Turan İtil ve Ayhan Songar ikilisinin yaptıkları araştırmalar sadece bir yerlerde yayınlanmak üzere yapılmadı. Zaman zaman dönemin en üst düzey devlet yetkililerine sunumlar yaptılar. 1983 yılında Harbiye Orduevi’nde “Uluslararası Terörün Çağdaş Yönleri” adlı bir seminer düzenlediler. Yine 1985 yılında “Türkiye’de Teröristlerin Rehabilitasyonu” başlıklı bir panel düzenlendi. Katılımcılar arasında Turan İtil ile yakın dostluğu bilinen CIA İstasyon şefi Paul Henze, Orgeneral Necdet Öztorun, dönemin İstanbul Valisi Nevzat Ayaz vardı. Bilinen şey, bu sunumlardan sonra Türkiye cezaevlerindeki siyasi tutuklulara yönelik yeni uygulamaların başladığıdır. Mamak, Metris hatta Diyarbakır cezaevlerindeki uygulamaların bu seminerler ile yakın ilişkisi olduğuna ilişkin iddialar da dillendirildi.

ÇIĞ: BİLİM BÖYLE İLERLİYOR

Fakat Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de sistemin içinden ve dışından bu yöntemleri ifşa edenler çıktı. Çalışmalarda yer alan bir kadın akademisyen, gazetecilere “Amerika’da kullanılması yasak olan ilaçların hastalara ve tutuklulara” verildiğini sızdırmıştı. Çığ’a göre bu açıklamanın tek sebebi “bu kadının Ayhan Songar ile kişisel çatışması”ydı. Bu haberler Cumhuriyet Gazetesi’nde ve Nokta Dergisi’nde 1985 yılından sonra yayınlanmaya başladı. Çığ, hastaların “kobay” olarak kullanıldıklarını bilmedikleri şeklindeki iddiaya da cevap vermişti. Çığ, bu araştırmaların yapıldığını kabul ediyor ancak “her şeyin kuralına uygun olduğunu” söylüyordu. Ona göre hastalar “gönüllünün rızası olduğuna dair imza alınması dahil” bütün haklara sahiptiler. Çığ, yapılan yayınlar konusunda İlhan Selçuk’u suçladı.
Cumhuriyet gazetesinin Mart 1985’de “Toplum ve Hekim” sayfalarında konu hem İtil’in hem Muazzez İlmiye Çığ’ın açıklamalarına cevap olarak dönemin saygın bilim insanları tarafından ele alındı. Dönemin Türk Tabipler Birliği başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek bu ilaç denemelerinin yasadışı olduğunu belirterek şu açıklamayı yapmıştı: “Bayan Çığ beyanatında ‘maddi karşılık uğruna fedakârlık yapan insan çok’ diyor. Bu, fukaralığın sömürüsü anlamına gelir ve böyle bir deney tıp meslek ahlakına aykırıdır. İkinci sorun ise hükümetin, insanlar üzerinde deney yapabilmeleri için bilim adamlarına izin veren bir komite kurmamış olmasıdır. Bu durumda karar, bilim adamlarının bilgi ve vicdanlarına kalmaktadır.”

VAKIF BOMBALANINCA ABD’YE DÖNDÜ

Bütün bu tartışmalar Dev-Sol’un, HZİ Vakfı’nın İstanbul Mecidiyeköy’deki merkezini basması ile son buldu. Turan İtil bu baskından sonra Amerika’ya döndü. Amerikan Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir psikoloji merkezinin başına getirildi. Orhan Gökdemir’in bu konuda “sol.org’da” yayınlanan bir yazısında dediği gibi bütün bunlar unutuldu, hepsi birer saygın bilim insanı kimliğine büründüler. Turan İtil, 2014’de 90 yaşında öldü. Yine bu araştırmalarda yer alan Ayhan Songar ise Nevzat Tarhan öncülüğünde her yıl üniversitelerde düzenlenen etkinliklerle anılıyor. Muazzez İlmiye Çığ, 90’lı yıllardan sonra yazdığı kitaplardan dolayı “dünyanın en ünlü Sümeroloğu ve aydın Cumhuriyet kadını” olarak yaşıyor. 

Turan İtil hakkındaki tek soruşturma
Ülkü Ocakları davasında tutuklanan
Küçükizsiz’in şikayeti ile açıldı ancak sonuçsuz kaldı.

AÇILAN TEK SORUŞTURMA SONUÇSUZ KALDI

Bu konuda açılan tek dava ise 12 Eylül’de gözaltına alınan bir ülkücüye ait. Mamak’da “mengele” olarak adlandırdıkları işkencelerde bulunmuş doktoru bir televizyon programında gören Recep Küçükizsiz, hemen bu kişi hakkında suç duyurusunda bulundu. Küçükizsiz, Turan İtil’i tanımıştı ve kendilerine işkence yapan ekipte olduğunu söylüyordu. Ama bu soruşturmadan bir sonuç alınamadı. Sadece tarihe bir kayıt düşülmüş oldu.
Nevzat Tarhan’ın da Ayhan Songar ile olan yakınlığı nedeni ile bu ekibin içinde olduğu iddiaları basında yer aldı. Ancak kendisi bunları kesin bir dille reddetti. Bugün onun hakkında duyduğumuz son gelişme ise Sedat Peker’in psikolojik savaş yöntemleri hakkında SADAT’a yardım ettiği iddiası. Peker, onun “SADAT’ın ortağı” olduğunu gösterdiğini belirttiği belgeleri de yine sosyal medyadan yayınladı. Toplumsal hareketlere karşı CIA eliyle başlayan olaylar zincirinin bugün de farklı şekillerde varlığını sürdürdüğünü ise yine bu açıklamalardan anlıyoruz…

Sadık Güleç, Gazete Duvar