“Bütün özgürleşme hareketlerinde biriken deneyim, bir devrimin başarısının kadınların katılımına bağlı olduğunu göstermiştir.” Bu söz, Rus devrimci lider Vladimir Lenin’e ait. Burada ifade edilen hakikat, direniş ve mücadelenin en ön saflarında yer alan kadınlar sayesinde tekrar tekrar kanıtlanmıştır.
Kadınlar, XVI. Louis ile ailesini Paris’i terk etmeye ve 1789’daki yeni anayasayı tanımaya mecbur eden Paris’ten Versaille’a yapılan yürüyüşe öncülük etmişti. Kadın tekstil işçileri, 1917 Rus Devrimi’nin fitilini ateşlemek için St. Petersburg’da greve gitmiş ve 2011 Mısır Devrimi’ndeki grev ile kitle hareketlerinde de çok önemli bir rol oynamıştı. Kadınlar, tarih boyunca pasif ve zayıf kadın imgesinin cinsiyetçi basmakalıplarını paramparça etmekle kalmadı; aynı zamanda kitle hareketleri, isyan, grev ve devrimlere öncülük edip bunlara kol kanat gerdi.
Kadınlar, bugün dünyanın dört bir yanında olduğu gibi, sınıflı toplumun başlangıcından beri kendilerine baskı yapanlara karşı mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Ne var ki kadınlar, işçi mücadelesinin kolayca bir parçası olamamıştır her zaman.
Modern endüstrinin yükselişiyle birlikte, işverenlerin, kadınları erkeklerin geleneksel vasıflarını ve örgütlenmelerini baltalamak maksadıyla ucuz işgücü olarak kullanmaya çalışması, erkekler ile kadınları çoğu zaman karşı karşıya getirdi. Erkekler, kadınları ellerinden geldiğince vasıf gerektiren işlerden dışladı. On dokuzuncu yüzyıl işçi sınıfı hareketi içerisinde kadınlara dair pek çok gerici fikir vardı. Belki de bunların en kötüsüne “Kadın dediğin ya evde oturur ya da fahişe olur” diyen Proudhon’un Fransa’daki (anarşist) tilmizleri arasında rastlanıyordu. Tüm bunlara rağmen, Marx ve Engels, 1848’te yayınlanan Komünist Manifesto’da açıkça kadınlardan yana taraf almıştı.
İngiltere’deki endüstriyel kapitalizmin yükselişi esnasında kadınlar mücadelenin bir parçasıydı. Şair [Robert ç.n.] Southey, eldiven üreticisi kadınların 1807’de yaptıkları protesto için şöyle diyordu:
Kadınlar isyankârlığa daha yatkın: Kanundan korkuları daha az (…); bu nedenle bütün halk ayaklanmalarında, şiddet ve gaddarlıkta önde gidiyorlar.
Kadınların gaddarlığının namı, 1833’te Derby ipek yolunda ve 1842 Lancashire’daki “genel grev”de iyice yayılmıştı.[1] Kadınlar, 1820 ve 1830’larda birdenbire ortaya çıkan işçi sendikalarına zaman kaybetmeden kaydolmuş ve İngiltere’nin ilk sosyalist hareketinin bir parçası olmuşlardı.
1871’deki Paris Komünü boyunca binlerce kadın, dünyanın ilk işçi hükümetini savunmak için silahlandı. Tony Cliff Sınıf Mücadelesi ve Kadınların Özgürleşmesi’nde şöyle der:
Kadınlar, Komün’ün ilk günü olan 18 Mart’ta Ulusal Muhafızlar’ın toplarını el geçirmek için Adolphe Thiers’in gönderdiği grubu etkisiz hale getirmede çok önemli bir rol oynadılar. General Lecomte, Montmartre’da ateş emri verdi. Bu sırada kadınlar askerlere şöyle sesleniyordu: “Bize ateş açacak mısınız? Ağabeylerinize? Kocalarımıza? Çocuklarımıza?” General d’Aurelles de Paladine, olup bitene dair şunları söylüyordu:
Kadınlar ile çocuklar gelip bölüklerin arasına karıştı. Bu insanların askerlerimize yaklaşmasına ve aralarına karışıp “bu halka ateş açamazsınız” demesine müsaade ettiğimiz için hatalı olan biziz. 88. ve görebildiğim kadarıyla diğer alayların askerleri kendilerini işte böyle kuşatılmış buldu ve bu alkış yağmuruna direnmeye kalkışmadılar. İnsanlar haykırıyordu: “Uzun yaşa alay!”
Beklenmedik bir müdahaleyle karşılaşan askerler duraksadı. Kıdemli subay, alayın önünde ayakta dururken bir anda haykırdı: “İsyan!” Bunun üzerine 88. alay kalabalıkla kucaklaştı. Nihayetinde askerler kendi generallerinin bileklerine kelepçe vurdu.
Kadınlar, Houdon Sokağı’nda bir araya gelmişti. General Susbielle ise taarruz emri vermişti. Ne var ki, “kadınların çığlıklarından korkan süvariler, ‘atlarını geri geri sürdüler’; bu da insanları kahkahalara boğdu. Çoğunluğu kadınlardan oluşan kalabalık askerlerin etrafını sardı, atları durdurdu, koşum takımlarını kesti; “sersemlemiş” askerleri Ulusal Muhafızlar’daki “kardeşleri”yle dostça ilişkiler kurmaya mecbur etti.
Tony Cliff, gerici bir yazarın metinleri için yazdığı bir önsözde, bu yazarın bile Paris Komünü’ndeki kadınlar hakkında şöyle konuşmak zorunda kaldığını söyler:
Zayıf cins, bu elim günlerde saldırganca davrandı. (…) Kendilerini Komün’e adayanların -kaldı ki, sayıca az oldukları söylenemezdi- tek bir emeli vardı: Ahlaksızlıklarında sınır tanımayarak kendilerini insan derekesine çıkarmak (…) Hepsi oradaydı, telaşlı ve viyak viyak. (…) Beyefendilerin terzileri ve gömlek üreticileri; okula giden çocukların öğretmenleri ve her işe elverişli hizmetçiler… Son derece gülünç olan ise bu bakım evi kaçkınlarının şaşmaz şekilde kendilerini Jeanne d’Arc’a benzetmeleri ve kendilerini onunla kıyaslamaktan çekinmemeleriydi. (…) Komün’ün son günlerinde, tüm bu huysuz şirretler, barikatların arkasındaki adamlardan daha fazla dayanmıştı.
Paris Komünü, yetmiş iki gün gibi kısa bir süre hayatta kalmasına rağmen, şehri işçiler yönetti ve kadınlar Paris Komünü’nün doğuşu, idaresi ve savunulmasına etkili oldular.
Rowan McArthur
Çev. Bartu Şanlı
[1] Genel grev ifadesinin orijinal metindeki karşılığı “plug plot” idi. Böyle çevirmemizin sebebi başka bir adıyla bu olayın tarihe 1842 Genel Grevi olarak geçmesidir. Kısaca olay, madencilerle başlayan grevin İngiltere çevresindeki pek çok fabrikaya taşınmasıdır. (ç.n)
*Yazının orijinal metnine https://iso.org.nz/2012/07/07/the-paris-commune-of-1871-women-and-revolution/ adresinden ulaşabilirsiniz.