Vladimir Putin, peş peşe iki kararnameyle, Donetsk ve Luhansk “Halk Cumhuriyetleri”ni tanıdı ve Rusya Silahlı Kuvvetleri’ni bu iki kentte “barışı korumak”la görevlendirdi. Böylece NATO ve “Batı”yla Rusya arasındaki -askeri boyutlara bürünmesi kaçınılmaz- cepheleşmeyi dünya gündeminin merkezine yerleştirmiş oldu.
Rusya’nın güvenlik ve savunma aygıtının bu karşılaşmayı kabule hazırlandığı, Putin’in Kış Olimpiyat Oyunları vesilesiyle 5 Şubat’ta Beycin’i ziyareti sırasında Çin ile Rusya arasında imzalanan “Yeni Bir Döneme Giren Uluslararası İlişkiler ve Sürdürülebilir Küresel Kalkınma Hakkında Rusya Federasyonu’nun ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ortak Bildirisi”nden okunabilirdi.
Putin, NATO’nun Rusya aleyhine genişlemesine, eski Varşova Paktı’nın üyesi Doğu Avrupa ülkelerinin şimdi birer birer, Rusya’yı kuşatan NATO zincirinin halkaları haline gelişine rıza göstermeyeceğini daha okunaklı bir biçimde ifade edemezdi. Rusya diplomasisi, NATO-Rusya cepheleşmesini bir Doğu-Batı cepheleşmesine tercüme ederek yalnızca arkasını “sağlama almak”la kalmadı “Atlantik ittifakı”nın fay hatlarını da “stres testi”ne soktu.
Putin’in bu adımı atmadan önce, ABD ve Rusya arasında süregiden müzakereler sırasında Biden yönetiminin olası tepkilerini hassas bir biçimde ölçtüğünden kuşku yok. Putin, adımını, Luhansk ve Donetsk’i muhtemel tanımasının, “Batı” medyasının bütün yaygarasına karşın, ABD’nin tahammül sınırları içinde kalacağını görerek attı.
Şimdi, dünya gündeminde apansız bir Rusya-Ukrayna savaşı ve onun alevlendireceği bir Rusya- NATO savaşı değil, alanı bütün küre olan bir “Yeni Soğuk Savaş” var. Bu “Yeni Soğuk Savaş”ın coğrafik konumu dolayısıyla bütün Karadeniz, Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da zaten şimdiden bir arka plana yerleşmiş olduğu göz önünde tutulursa, Rusya’yla girift, çoğu kez çelişik siyasal ve askeri ilişkileri dolayısıyla Türkiye’yi birinci elden etkileyeceği apaçık.
Erdoğan rejiminin yeni cepheleşmede, “eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan evladır” ilkesinden hareketle kendisini palas pandıras Ukrayna’nın yanına, NATO eksenine sıkı sıkıya mıhlamasının sonuçları olacak. Ankara ve Rusya’nın “güvenlik” flörtü -S-400 alımları- yerini Ukrayna’nın “güvenliği” ekseninde ABD ile “eski günler”e dönmeye bırakabilir, “Kanal İstanbul”a NATO’nun Karadeniz’e açılan yeni su yolu statüsü kazandırmaya ve başka pek çok “şeytanlık”a ve yeni vekalet savaşlarına kapı açabilir.
Ancak, Türkiye’nin demokratik ve toplumsal güçlerinin hiçbir savaştan -ve elbette bir “Yeni Soğuk Savaş”tan da- hiçbir çıkar sağlamayacağı bütün ekonomik ve siyasal göstergelerin gösterdiği gibi apaçık.
Cephenin her iki tarafında yer alanlar açısından da “Yeni Soğuk Savaş”ın ideolojik dayanakları, -bütün demagojik süslerinden arındırıldıktan sonra- esasen bir temel ahlaki-politik ilkenin -“ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”- inkarına dayanıyor ve insanlığı bir kez daha büyük kapitalist devlet bloklarının egemenlik kavgası çevresinde saflaşmaya haklarından feragate çağırıyor.
Bu açıdan Putin’in “Yeni Soğuk Savaş” ilanının tarihsel ve ideolojik gerekçeleri bir ibret niteliğindeydi. Başka zaman, başka bir yerde üzerinde ayrıntılarıyla durmayı hak eden bu “Büyük Rus Şovenizmi” manifestosunun merkezine 1917 Ekim Devrimi’yle, Lenin ve komünizmle bir hesaplaşmanın yerleşmiş olmasına şaşmamalı.
Putin şöyle diyordu: “Ukrayna, ‘en çılgın milliyetçilerin’ bile hayallerini aşan arazi bağışlarıyla ve hiçbir ön koşul olmaksızın ‘ayrılma hakkı’ tanınarak Bolşeviklerce var edildi. […] Sovyet Ukraynası Bolşevik politikasının sonucu olarak ortaya çıktı. Ona bugün ‘Lenin’in Ukraynası’ desek yeridir. Ve şimdi ‘onların müteşekkir torunları’ Ukrayna’da Lenin heykellerini yıkarken yaptıklarına ‘komünizmden arındırma’ diyorlar. Demek ‘komünizmden arındırma’ istiyorsunuz. Ala, bu bize uyar. Ama neden yarı yolda duralım? Ukrayna için gerçek ‘komünizmden arındırma’nın ne olduğunu size göstermeye hazırız.”
Ukrayna’nın “NATO’ya katılma hakkı” için çırpınan Batı ve NATO’nun ve Ukrayna’nın Kırım ve Donbass bölgelerinin “ayrılma hakkı” karşısındaki tutumları da Putin’in Ukrayna karşısındaki tutumundan hiç de daha az milliyetçi, Rusya’nınkinden daha özgürlükçü, daha demokratik değildi.
“Yeni Soğuk Savaş” da eskisi gibi erdemler ve ilkeler değil, güç ve çıkarlar üzerine kurulu. Üstelik bu kez, ufukta bütün savaşların ve bütün egemenlik kavgalarının sonunu getirecek olan “sosyalizm” hedefi de yok.
Şimdi, bu göz gözü görmez günlerde, sağlam bir bakış açısı için Lenin’in 1917 Devrimi günlerinde, Ukrayna’nın ayrılma hakkını tanırken izlediği düşünce çizgisini yeniden hatırlamanın tam zamanıdır:
“Biz küçük devletlerden yana değiliz. Biz dünya işçilerinin ‘kendi’ kapitalistlerinin ve öteki ülkelerin hepsinin kapitalistleri karşısında en sıkı birliğini savunuyoruz. Ama bu birliğin gönüllü olabilmesi için, hiçbir konuda Rus ya da Ukrayna burjuvazisine bir an için bile güvenmeyen Rus işçisi, dostluğunu onlara dayatmaksızın ama onlara, eşiti, müttefiki ve sosyalizm mücadelesindeki kardeşi olarak davranarak Ukraynalıların ayrılma hakkını savunuyor.”
“Yeni Soğuk Savaş”tan çıkışın anahtarı hâlâ Lenin ve Bolşeviklerin koyduğu yerde duruyor.
Kaynak: Yeni Yaşam