AKP’nin kaybetmesi Türkiye’yi cennet yapmaz ancak cehennemin kapısından çevirir.”
Merdan Yanardağ, Birgün Gazetesi, 12 Eylül 2022
Her birimiz zaten vahim olan mevcut durumun daha da vahimleşmemesi için en uygun müdahale yollarını arıyoruz. Farklı farklı öbeklerde istibdat rejimini –önce- durdurup sonrasında kalıntılarını temizleyerek kurulacak “yeni” konusuyla da ilgiliyiz; görüşler beyan ediyor, platformlar açıklıyoruz. “Yeni”nin bir yandan kendi iç sorunlarıyla çöken “eski”nin tekrarı olamayacağı konusunda istibdat yanlıları dışında bütün muhalefet birleşiyor. Ancak demokratik ve sol güçler olarak, genel olarak muhalefetten farklı vurgular ve öncelikler önermekteyiz. “Yeni” nasıl olacak, “gerçekçilik” ile “daha ileriyi zorlamak” arasındaki bağı nasıl ve ne ölçüde kuracağız? Her bir rengi ile sol o düzeyde ya da bu ağırlık merkezi ile bu somut bağlamda yanıt(lar) üretmeye çalışıyor. Sınavımız belli, ödevimizin konusu net.
Bu doğrultudaki yazılarda, belgelerde meram anlatmak için özgürlük, eşitlik, laiklik, bağımsızlık, aydınlanma, modernleşme kavramlarına sıkça başvuruyoruz. Son günlerde “laiklik” başvurusu dikkat çekici bir ağırlık kazandı. Kuşkusuz çok önemli bir başlık. Ancak sormadan edemiyorum, acaba neden “demokrasi, demokratikleşme” başlıkları yukarıda sıraladıklarım arasında yer almaz, meramımızı dolayımsız anlatan başlık(lar) olarak kullanılmaz?
Acaba yüzlerce yılın arayışından, kavramından neden vazgeçilir veya ikincilleştirilir? Örneğin laikliğin yanına; hadi öylesi uygun bulunmadı hemen arkasına demokrasi/demokratikleşmenin eklenmemesi, demokrasinin “laikliğin doğal bir sonucu” kabulüne mi dayanır? Özgürlüğün demokrasiyi anlattığı mı düşülür? Demokrasiyi adli adınca anmayıp atıf yapınca demokrasi meselesi çözülmüş mü sayılır? Acaba demokrasi/demokratikleşme, özgürlükler alanında sınırlı kazanımlar olarak görüldüğü için mi bağlı/bağımlı bir başlık görülür veya düpedüz ihmal edebilir sayılır? Elbette bir nedeni vardır ama acaba nedir?
“Yaygın bir önyargının aksine Marx, “biçimsel” dediği demokratik özgürlükleri küçümsemezdi. Meslekten hukukçu olduğu için biçimlerin içinin boş olmadığını ve kendi başlarına bir etkileri olduğunu bilirdi. Yalnız demokratik özgürlüklerin tarihsel sınırlarının altını çiziyordu: ‘Siyasal özgürleşme (yurttaş haklarının özgürleşmesi) büyük bir ilerlemedir; genel olarak insan özgürleşmesinin nihai biçimi değildir şüphesiz, şu ana kadar var olduğu biçimiyle dünya düzeninde içinde insan özgürleşmesinin aldığı son biçimdir’…” diyor Daniel Bensaid, Daimi Skandal makalesinde. (“Demokrasi Ne Âlemde” derlemesi, Metis Yayınları. Alıntı içindeki Marx alıntısı “Yahudi Sorunu” başlıklı çalışmasından.)
Ancak hemen belirtelim, tarihin bu anında, 2022 Türkiye’sinde somut durumda veya genel olarak “demokrasi, demokratikleşme” derken bir efsaneden söz etmiyoruz. Geleneksel kavramlarımızla konuşursak adıyla sanıyla “burjuva demokrasisi”nden söz ediyoruz. Yani kitapların uzun uzun “ezenler için demokrasi, ezilenler için diktatörlük” olarak tanımladığı “azınlığın çoğunluğa tabi olduğu bir siyasal rejim, bir devlet biçimi”nden söz ediyoruz. Ancak yine kitapların uzun uzun anlattığı diktatörlük ve faşizm koşullarında siyasetin öncelikli konusu durumuna gelen demokrasiden. Konunun, somut tarihsel bağlamının, buna bağlı öncelikler saptamasının ıskalanması nedeniyle canlara, insanlığın yaşadığı kırımlara mal olan; ülkelerin kararmasına neden olan, üzerine ciltlerce “birleşik cephe”, “ortak eylem” başlıklarında yazılar yazılan, özeleştiriler yapılan demokrasiden. Siyasal durumun “ya faşizm ya devrim” olarak tanımlanmasının yıkıcı sonuçlara neden olduğu demokrasiden. Siyasetin kilidinin “ya faşizm ya demokrasi” olduğunun kaçırılması sonucunda durdurulamayan faşist diktatörlüklerin yok ettiği demokrasiden söz ediyoruz.
En yalın ifadesi ile Lenin’in “[biz,] mücadele ettiğimiz hedeflerimiz kadar hangi koşullarda mücadele ettiğimizi de önemseriz” sözü ile kastedilen bir siyasal ortamdan söz ediyoruz.
Siyasal durum tasviri ve görevler arasındaki boşluk
Naçizane bir gözlemimi paylaşayım. Demokratik ve sol yazında, toplumsal ve siyasal durumun analizi epeyce maharet gösterilen bir bahis olabiliyor. Siyasal durum tasvirlerimiz derinlikli ve bağlantıları da –kimi zaman- sağlam; sınıfların ve halk katmanlarının taleplerini tespit etmekte ve görevler sıralamakta oldukça başarılıyız. Ama acaba arada bir boşluk hissetmiyor muyuz? Çünkü tasvir edilen hâl ve güncel talepler, hedefler, hatta görevler bir öncelikler sıralamasını gerektiriyor. Ve doğaldır ki bu öncelikler sıralaması bütünüyle önermelerimizi, işbirliklerimizi veya kollayacağımızı/siyaseten hasımlaşacağımızı belirliyor. Ki buna kısaca siyaset deniliyor. Acaba tasvirlerimiz ile görevlerimiz yahut taleplerimiz arasında bir boşluk veya analizlerin siyasete dönüşememe hali hissedilmiyor mu?
Farklı vurgularla tanımlasak da “istibdat rejimi” tanımında ortaklaşabileceğimiz siyasal durum, erken/vaktinde seçimlerde kalıcı ve daha derinleşen bir diktatörlüğe dönüşmek tehlikesini taşıyor. Demek ki siyasal durum tasvirlerimiz ile görevlerimiz/taleplerimiz arasındaki boşluğu, bu kilit durumu dikkate alarak doldurabiliriz. Demek ki demokrasi/demokratikleşme başlığı, “bir kısım yeni haklar için mücadele”nin çok ötesinde öncelikle bir savunma çizgisine, bu zeminden hareketle bir siyasal, toplumsal, ekonomik dönüşüm programına karşılık oluşturabilir.
Bu yönüyle hatta tam da bu nedenle “demokratikleşme” yalnızca istibdada karşı çıkışla sınırlı olmayan Demokratik Cumhuriyet’i işaret eden bir siyasal hat oluşturmaya olanak sağlıyor. Bir yanıyla güncel duruma yanıtlar verebilmemize, güncel görevleri kâmilen üstlenme iddiasına olanak tanırken diğer yandan “bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm” doğrultusuna bağlı, üçlünün tam da göbeğinde olma özelliği taşıyor. Demokratikleşme çizgisi ve mücadelesi, demokratik Cumhuriyet’e yönelik bir siyasal, sosyal, ekonomik dönüşümler toplamıdır. Ve de öyle kurgulanmak durumundadır.
“Taleplerimiz” başlığında çok sayıda ve oldukça başarılı metinlerimiz var. Yalnızca siyasal hareketler değil, toplumsal örgütler –sendikalar, meslek kuruluşları- da genel veya alanlarını ilgilendiren talep listelerini kamuoyunun dikkatine sunuyorlar. Bu bakımdan burada yeni bir “talepler” listesi oluşturmaya çalışmayacağım. Ama sonraki yazılarda açmak üzere “talepleri” kısaca ve genel olarak tasnif etmeye çalışacağım. Dilerim başlıklar, konu üzerinde düşünmemize ve tartışmamıza bir katkı sağlar.
Başlıkları tasnif etmenin bize sağladığı ilk fayda iki konuda önemli ipucu vermesidir. (i) Hangi başlıklar toplumun en geniş kesimlerini ilgilendirmekte ve buna bağlı olarak geniş işbirliklerine olanak sağlamaktadır (ii) hangi başlıklar biz dokunmazsak hiç dokunulmayacak, el atılmayacak olan halk kesimlerinin köklü değişim taleplerini içermektedir. Bu ikilinin birlikte olma hali, iç içeliği nesnel bir durumdur. Göz ardı edildiğinde bir tercih yapılmış olmayacak, nesnellik kaybedilmiş olacaktır.
Cumhuriyet’i salt savunmak için dahi onu demokratikleştirmek, demokratik Cumhuriyet’i kazanmak zorunludur. Bu nedenle aşağıdaki başlıklar üzerine düşünülmesinin, tartışılmasının ama mutlaka söz söylenmesinin zorunlu olduğunu düşünüyor, bu tartışmayı yararlı görüyorum. Somut durumun somut tahlilinden somut görevler çıkarılmasına yönelik tüm tartışma önerilerine de açık olarak.
Tartışmanın devam etmesi sonucunda başlık tasniflerinin de değişebileceğini ve çeşitlenebileceğini, yeniden sıralanabileceğini kabul ederek ve başlıklar arasında bir öncelik sonralık sıralaması yapmaksızın tasnif önerilerimi paylaşmak istiyorum. Çünkü biliyoruz, her zaman son sözü, “söz” değil mücadele söyler. Ama sağlam bir “söz”e bağlanmayan mücadelenin de son sözü söylediği görülmedi.
Demokratik Cumhuriyet’in bir gereği olarak; çoğulculuğu, yurttaşın ve toplumun katılım ve denetimini, demokratik hak ve özgürlükleri koruyacak ama mutlaka geliştirecek yasal ve giderek anayasal dayanaklar.
• Eşit yurttaşlık: Yurttaşlık doğası gereği eşittir, denilebilir ancak Kürtler başta olmak üzere, hak kullanımı açısından kendisini eşit ve özgür hissetmeyen herkesin, demokratik ve sosyal haklardan istisnasız ve eşit olarak yararlanmasının sağlanması güvence altına alınması. Türkiye’nin demokratikleşmesinin en önemli bahislerinden biri olarak ve “eşit yurttaşlık” temelinde salt hukuki/siyasal değil toplumsal bir dönüşüm hedeflenmesi.
Hukukta “AKP dönemi hasar tespiti” yapılması ve bu hasarın giderilmesi, “hukuk devleti”ni yüceltmeden hakların kazanılması ve korunması için acil eylem planı.
• AKP döneminde tahribatının en önemli hedeflerinden birisi olan laikliğin, toplumsal ve siyasal çoğulculuğun en önemli unsuru olduğu dikkate alınarak bu alandaki tahribatın onarılması ve laikliğin güvence altına alınması.
• İfade özgürlüğü: İnayet dilenmeyen, hakkına sahip çıkan yurttaşın demokrasinin en önemli garantörü olduğundan hareketle başta hak temelli örgütlenmeler olmak üzere ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması.
• Kamucu programlar: Başta eğitim olmak üzere bütün sosyal hak başlıkları için, yoksulluğun istismarına son vermenin hedeflenmesi ve bu doğrultuda sosyal ve siyasal demokratikleşmenin ekonomik dayanağı olarak kamusal tahayyülün somutlanması ve buna uygun kamucu programlar.
• Emek politikaları: Kimsenin çalışırken öldürülmeyeceği bir çalışma hayatı organizasyonu için devletin yükümlülükleri ve kamusal denetim mekanizmaları başta olmak üzere, emeği ile geçinen insanların yaşam hakkının ve sosyal haklarının güvence altına alınacağı yeni bir çalışma düzeninin kurulması.
• Sosyal adalet: Adaletin her düzeyde temin edilebilmesinin en önemli basamaklarından birisi olarak sosyal adaletin sağlanması. Sosyal hakların, son derece keyfi yorumlanan “devletin mali olanakları” cenderesinden kurtarılması için yasal ve anayasal düzenlemeler başta olmak üzere sosyal hakların amasız ve demokratik haklarla yarıştırılmaksızın, hakların bütünleşik olduğu unutulmaksızın tesis edilmesi.
Sona yazdım diye sosyal adaleti ve hakların bir bütün olarak ele alınması gerektiğini ihmal ettiğimi düşünmeyiz. Buradan devam etmek üzere şimdilik sözü noktalayalım. Bâki ilk selam.
Kaynak: BirGün Pazar, 25 Eylül 2022 Pazar