IMF Araştırma Departmanı ile Strateji, Politika ve İnceleme Departmanı uzmanları, Ocak 2023 tarihinde “Jeoeekonomik Parçalanma ve Çoktaraflılığın Geleceği” başlıklı bir rapor yayımladı.
Rapor, IMF’nin ve dolayısıyla adına konuştuğu uluslararası sermaye çevreleri ile bu çevrelerin beklentileri doğrultusunda politikalar üreten devletlerin, kapitalist sistem içerisinde açığa çıkan çelişkilere ilişkin kaygılarını ortaya koyar nitelikte.
Raporda altı çizilen asli nokta, onyıllardır süren küresel ekonomik entegrasyon çabalarının yerini bir “parçalanma” (“fragmentation”) sürecine bıraktığı.
Rapora göre, bu duruma yol açan nedenler ise 2008 krizinden, eşitsiz gelişen ve henüz tamamlanmamış olan çıkış süreci, Brexit, ABD – Çin ticaret gerilimleri ve dünyanın farklı yerlerinde süregiden askeri çatışmalar.
Küresel kriz sonrasında küresel mal ve sermaye hareketlerinin seviyesinin düştüğünün altı çizilen raporda, ticaret kısıtlamalarında son yıllarda önemli bir artış meydana geldiği belirtilirken, Covid-19 pandemisi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin, küreselleşmenin faydalarına ilişkin şüpheleri de arttırdığı vurgulanıyor.
Küreselleşmenin nimetleri mi!
Rapor, elbette şaşırtmayacak bir şekilde, küreselleşme olarak adlandırılan sürecin, dünya halklarına büyük nimetler sunduğu varsayımından hareketle kaleme alınmış.
Örneğin, rapora göre, küreselleşme sayesinde, yoksul ülkeler bir yandan sermaye ve teknolojiye kolay erişim sağlarken diğer yandan da ithalat kolaylıklarının yarattığı fiyat avantajları sayesinde gereksinim duydukları ürünleri ucuza tüketebiliyor.
Dahası, bu ülkeler, gelişmiş ülkelere göç eden kalifiye işçilerin ülkelerinde bıraktıkları yakınlarına gönderdiği paralar aracılığıyla önemli bir gelir elde ediyor vs…
Dolayısıyla, örneğin “parçalanma” sürecinde ortaya çıkan göç hareketlerindeki kısıtlamalar, “gelişmiş ülkeleri” “yükselen piyasalar”ın kalifiye emek gücünden faydalanma şansından mahrum bırakırken, göçmen işçilerin ülkeleri ve aileleri ise bu işçilerin ülkelerine gönderdiği paranın yarattığı gelirden yoksun kalıyor.
Sermaye akışının azalması sermayenin yöneldiği ülkelerdeki finansal derinleşmeyi olumsuz etkilerken, bunların sonucunda ortaya çıkan uluslararası işbirliğindeki azalma ise, temel nitelikteki “küresel kamu malları”nın sunumu açısından risk yaratıyor.
“Küresel köy”den küresel “parçalanma”ya!
Rapora göre, “jeo-ekonomik parçalanma”nın başka riskleri de var.
Küresel üretimin düşmesi, uluslararası para sisteminde ve küresel finansal güvenlik ağında orataya çıkacak zayıflıklar, makroekonomik istikrarsızlıklar, krizlere karşı ulusal ekonomik koruma mekanizmalarının zayıflaması, ülkelerin geleneksel parasal rezervlerden sapmaları bunlardan bazıları.
“Jeo-ekonomik parçalanma”nın önüne geçmek için ise, kurallara dayalı çok taraflı sistemin değişen dünyaya adapte olması gerekiyor, ki bu noktanın ayrı bir yazıda ele alınabileceği kanısındayım.
Bir yanılsama olarak “küreselleşme”!
Kuşkusuz, IMF uzmanlarının bu tartışma raporuna ilişkin söylenecek çok şey var. Aşağıdaki konular bunlardan sadece bazıları:
Göçmen işçilerin göç etme koşullarından göç ettikleri ülkelerdeki, başta çalışma koşulları olma üzere, yaşam şartları;
Küreselleşme olarak tanımlanan sürecin yarattığı, sözümona, refahın “damlama etkisi”nin gerçek dışılığı ,
Raporun ilerleyen bölümlerinde özel bir önem de atfedilen, şu ünlü “küresel tedarik zincirleri” ve bu zincirlerin dünya halkları üzerinde oluşturduğu kölelik zincirleri…
Yukarıdaki noktaların bir kısmını aynı temaya ayrılan başka yazılarda ele almaya çalışacağım.
Bu yazıda ise, raporda sadece bir cümle içinde ve bir defa geçen “küresel kamu malları” ifadesi ile neyin kastedildiğini tartışmak amacındayım.
Şu “küresel kamu malları” dedikleri!
“Küresel kamusal mallar” kavramını daha iyi anlamak için öncelikle kavramın kim tarafından formüle edildiğine bakmak gerekiyor.
Sorunun yanıtı İkinci Dünya Savaşı sonrasının ABD öncülüğünde hayata geçirilen, başta Truman Doktrini, Marshall Planı ve “azgelişmiş ülkeler”e aktarılacak dış yardımların çerçevesini çizen “dört nokta programı” olmak üzere, bir çok politikasında önemli rol oynayan Charles Kindleberger.
Kavram, bir soğuk savaş sosyal bilimcisi, doktrineri ve uygulayacısı olan, iktisat tarihi, uluslararası ilişkiler ve iktisadi kalkınma gibi alanlarda çok sayıda eser veren Kindleberger’in ana akım iktisattaki “oyun teorisi”ne dayanarak formüle ettiği “Hegemonik İstikrar Teorisi”nin yapıtaşlarından birisini oluşturuyor.
Teori, uluslararası ekonomik sistem içerisinde ekonomik, kurumsal ve ideolojik olarak güçlü ve istikrarlı olan devleti hegemonik devlet olarak tanımlıyor.
Hegemonik devlet tarafından güvence altına alınan uluslarararası ekonomik istikrar ve bu istikrarın dayanağı “liderlik” ise, üretimine katkıda bulunsun ya da bulunmasın, sistem içerisindeki bütün devletlerin faydalanacağı bir olgu olması nedeniyle “uluslararası kamusal mal” olarak kabul ediliyor.
Şu liberal demokrasi dedikleri!
Elbette, “hegemonik devlet”, yani “lider”, gerektiğinde, pazarı ve sermaye akışını garanti altına almak, finansal sistem paniğe kapıldığında gerekli likiditeyi sağlamak, döviz kurlarının yapısını yönetmek ya da ulusal para politikalarını koordine etmek gibi becerileri de sergileyebilmeli.
Nitekim Kindleberger, yukarıda özetlenen görüşlerini ifade ettiği “Uluslararası Ekonomide Tahakküm ve Liderlik: Sömürü, Kamu Malları ve Bedavacılar”(1) başlıklı metninde, temsili demokrasi teorisinin “liderlik” olgusuna da yer vermesi gerektiğinin altını çiziyor.
Kindleberger’in aynı metinde dile getirdiği bir başka görüş ise şu şekilde:
“…Karşı karşıya olduğumuz tehlike, uluslararası ekonomide çok fazla güç değil, çok az güç olması” (agm., s. 253)”.
IMF’nin söylediği
Yukarıda ele alınan IMF uzmanları raporunda, raporun arkaplanını ortaya serecek kadar açık ama aşırı vurguya kaçmayacak kadar da seyrek olarak anılan “kamu malları” ifadesinin, kapitalist sistemin hegemonik gücünün pozisyonunu meşrulaştırmanın bir ifadesi olduğu aşikar.
Bu ülkenin, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kapitalist sistemin hegemonik gücü kabul edilen ABD olduğu ise bilinen bir gerçek.
Daha sonra tartışacağım üzere, raporun ilerleyen bölümlerinde ise Çin birçok alanda görünürlük kazanıyor.
Bu durum, IMF’nin sadece “hegemonik gücü” meşrulaştırılmaya dönük bir “safları sıkılaştırma çağrısı” yapmakla yetinmediğini, “istikrarsızlaştırıcı”nın kim olduğuna ilişkin de bir tutumu olduğunu ortaya koyar nitelikte.
Henüz doğmakta olanın doğamadığı, ölmekte olanın ölemediği bir dönemse de bu, görünen o ki, kapitalist sistem içerisinde taşların yeniden dağılma süreci, yerini daha keskin hamlelere bırakıyor.
Karşı karşıya olduğumuz kriz ve savaş diyalektiği bir çok şeyi elverir nitelikte.
Bu sürecin gerektirdiklerinden birisi ise, emperyalizm tartışmalarını yeniden gündeme almak.
(1) Kindleberger, Charles P. (1981) “Dominance and Leadership in the International Economy: Exploitation, Public Goods, and Free Rides”, International Studies Quarterly, 25(2), 242-254.