Avrupa’da aşırı sağcı partilerin yükselişi, özellikle göç korkularının etkisiyle belirginleşiyor. Ancak bu durum, yalnızca göç olgusunun bir yansıması değil; aynı zamanda ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin derinleştiği bir dönemde yaşanan toplumsal kaygıların da bir sonucudur.
Son dönemde, aşırı sağcı partiler Avrupa Parlamentosu’ndaki sandalyelerin yüzde 24’ünü kazanarak tarihi bir başarı elde etti. Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Ralli’sinin (RN) oyların yüzde 33’ünü alarak ilk turda öne çıkması, bu eğilimin yalnızca Fransa’yla sınırlı olmadığını gösteriyor. Hollanda’da Geert Wilders’in liderliğindeki aşırı sağcı koalisyon, İtalya’da Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi, Macaristan’da ise Viktor Orbán’ın iktidarı, bu yeni sağcı dalganın Avrupa’nın dört bir yanını sardığını gözler önüne seriyor.
Aşırı Sağın Tanımı ve Stratejileri
Aşırı sağ, genellikle anti-demokratik ve ırkçı unsurlar barındıran gruplarla, radikal popülist partileri kapsayan iki ayrı kategoriye ayrılıyor. Bu partiler, göçe karşı duydukları muhalefetle beslenen ve çeşitli kültürel kimliklere, özellikle de İslam’a karşıtlık sergileyen bir söylem geliştiriyorlar. Çoğunlukla sosyal olarak aşırı muhafazakâr olan bu partiler, Avrupa’nın düşük doğum oranlarına dair kaygılarla birleşen bir milliyetçilik söylemi benimsiyor.
Bununla birlikte, bu partilerin çoğu, demokratik normları aşındırarak hukukun üstünlüğünü zayıflatma eğiliminde. Örneğin, Orbán’ın Fidesz partisi medya özgürlüğünü kısıtlayarak iktidarını pekiştirmiştir. Aşırı sağcı liderler, iktidara geldiklerinde daha az aşırı bir söyleme yönelerek destek kazanmayı hedefliyor.
Ekonomik ve Sosyal Arka Plan
Bu partilerin çekiciliği, büyük ölçüde artan göç korkularına ve sosyal adaletsizliklere dayanıyor. 2015’teki Avrupa göç krizinin ardından aşırı sağcı partilerin destek oranları patlama yaptı. Ekonomik çalkantılar, devlet borç krizleri ve ardından gelen kemer sıkma politikaları, halkı radikal alternatifler aramaya yöneltti. Aşırı sağ partiler, bu sorunları ulusal gerileme ve yetersiz sosyal yardımlar bağlamında sunarak kendilerine bir yer açtılar.
Ayrıca, geleneksel sağcı ve sosyal demokrat partilerin uyguladığı sıkı mali politikalar, seçmenlerin bu radikal alternatiflere yönelmesine zemin hazırladı. Radikal sağ, gündelik sorunlara basit çözümler sunarak toplumda köklü değişim talep eden bir konumda bulunuyor.
Aşırı sağ seçmenlerinin geleneksel profili, ortalamanın üzerinde yaştaki beyaz erkeklerdi. Ancak bu imaj, zamanla değişti. Aşırı sağ partilerin normalleşmesi, ana akım partilerin bu partilerle işbirliği yapmalarını kolaylaştırdı. Norveç, İsveç, Finlandiya ve Hollanda, aşırı sağ partileri koalisyonlarına dahil etme eğiliminde oldu.
Gelecek Perspektifi ve Sermaye İlişkisi
Aşırı sağın yükselişi, kalıcı bir sonuç değil; ancak Avrupa’da etkilerinin güçlü bir şekilde hissedileceği kesin. Ana akım partiler, göç ve iltica konularında daha sert bir tutum benimseyerek bu partilerin etkisi altında kalmaya devam ediyor. Ancak, Avrupa Parlamentosu’ndaki üç ayrı aşırı sağcı grubun varlığı, bu blokların içindeki parçalanmanın da bir göstergesi.
Sermayenin bu süreçteki rolü, aşırı sağın yükselişinin arkasındaki önemli bir dinamik olarak ortaya çıkıyor. Ekonomik çıkarlar, bu tür partilerin politikalarına yön veriyor; bu durum, toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren bir döngü yaratıyor. Aşırı sağın yükselişi, yalnızca bir siyasi tercih değil, aynı zamanda bir sistemin kendini yeniden üretme çabasının bir yansımasıdır.