Bizans İmparatoru I. Justinianus (M.S. 482–565), hukuk tarihinde çığır açan reformlara imza atmış bir liderdi. 527-565 yılları arasında hüküm süren Justinianus, hukuk sistemini yeniden düzenlemek ve birleştirmek için kapsamlı bir çalışma başlattı. Bu çalışmalar sonucunda oluşturulan “Corpus Juris Civilis” (Sivil Hukukun Derlemesi), Roma hukukunun temel unsurlarını bir araya getirdi. Derleme; Codex Justinianus, Digesta, Institutiones, ve Novellae adlı dört ana kısımdan oluşuyordu ve ortaçağ ile modern Avrupa hukukunun temelini oluşturdu.
Adaletin yalnızca yasalara değil, aynı zamanda toplumsal düzene de hizmet etmesi gerektiğine inanan Justinianus, yargı süreçlerinde kanıtların merkezi rolünü vurguladı. “Actori incumbit probatio” (İddia eden ispatla yükümlüdür) ve “Kimse, suçu kanıtlanmadan mahkûm edilemez” gibi ilkeler, onun hukuk anlayışının özünü oluşturuyordu.
Ancak, bir zamanlar adaletin temel taşlarının döşendiği bu topraklarda, günümüzde aynı adalet ilkelerinin çiğnendiğine tanıklık ediyoruz. Masumiyet karinesinin kökenlerinin şekillendiği bu coğrafyada, hukukun ve toplumsal vicdanın ağır yara aldığını görmek, tarihin bir ironisi olarak karşımıza çıkıyor.
Günümüzde Yargı ve Medya İkilemi
Modern Türkiye’de masumiyet karinesi anayasal bir güvence olarak yer alsa da, uygulamada sıkça ihlal edilmektedir. Yargı süreçleri tamamlanmadan ve somut deliller ortaya konmadan, sanıkların suçlu ilan edildiği bir medya ve sosyal medya düzeniyle karşı karşıyayız. Gazetelerde yer alan “katil”, “hırsız” ya da “terörist” yaftaları; henüz yargı süreci başlamadan kamu vicdanında mahkûm edilen bireyler; delilsiz iddialarla büyüyen toplumsal linç dalgaları… Bu tablo, adaletin temellerinin sarsıldığını açıkça gösteriyor.
Bu çelişkiyi daha da derinleştiren ise tarihin acımasız ironisidir: Masumiyet karinesinin kökleri, modern Türkiye’nin de bir parçası olduğu bu topraklarda atılmıştır. Bir zamanlar kanıtsız suçlamaların kabul edilmediği bir hukuk düzeninin mirasçıları olarak, bugün delilsiz iddiaları temel alan bir linç kültürü içinde yaşamamız düşündürücüdür.
Oysa Justinianus döneminde bile yargı, yalnızca somut delillere dayanıyordu. Suçlamaların ispat edilmesi, davacıya aitti. Ancak modern çağın hız ve yüzeysellik çağı, bir yandan bilgiye erişimi kolaylaştırırken diğer yandan adaletin köklerini kurutuyor.
Medyanın Rolü ve Sosyal Medya Linç Kültürü
Adaletin zedelenmesinde geleneksel medya ve sosyal medya platformlarının rolü büyüktür. Justinianus döneminde yargıçlar yalnızca somut kanıtlarla karar verirken, günümüzde medya organları adeta yargıç rolüne soyunmuş durumda. Manşetler ve televizyon programları, toplumu manipüle ederek bireyleri delilsiz şekilde mahkûm edebiliyor.
Sosyal medya ise linç kültürünün en tehlikeli arenasına dönüşmüş durumda. İnsanlar, yalnızca birkaç kelimelik bir tweet ya da manipülatif bir görüntüyle suçlanıyor, şüpheden sanık yararlanır ilkesi yerini “şüpheden toplum yararlanır” anlayışına bırakıyor. Bir bireyin suçlu olduğunu ispatlayana kadar masum kabul edilmesi gerektiği gerçeği, dijital çağın hızı ve yüzeyselliği arasında kaybolup gidiyor.
Adaletsizliğin Bedeli
Adaletin temel taşlarının yerinden oynaması, yalnızca bireyleri değil, toplumu da derinden yaralıyor. Hukuk sistemine olan güvenin kaybolması, bireysel hakların ihlal edilmesiyle sınırlı kalmıyor; toplumsal dayanışmayı ve barışı da tehdit ediyor. İnsanların yargıya değil, sosyal medya linçlerine ve manipülatif haberlere itimat ettiği bir toplumda adaletin nasıl sağlanacağı sorusu, her geçen gün daha da karmaşıklaşıyor.
Adaletin bu denli yozlaşması, yalnızca bireylerin suçsuzluğunu değil, insan onurunu da ayaklar altına alıyor. Justinianus döneminde dahi suç, kanıtlanmadan mahkûmiyetin mümkün olmadığını düşündüğümüzde, bu temel ilkenin bugün yok sayılması yalnızca tarihsel bir çelişki değil, aynı zamanda vicdani bir çöküştür.
Adalete ve İnsan Onuruna Dönüş
Bugün ihtiyacımız olan, geçmişin ışığında adaleti yeniden inşa etmektir. Medyanın manipülatif gücü sınırlandırılmalı, yargı süreçleri şeffaf işletilmeli ve masumiyet karinesi uygulamada da hayata geçirilmelidir. Adalet yalnızca bir yargı organı kararıyla değil, toplumsal bir bilinç ve vicdanla şekillenmelidir.
Justinianus döneminin adalet anlayışı, bizim için yalnızca tarihsel bir miras değil, aynı zamanda bir yol gösterici olmalıdır. Eğer bu topraklar bir zamanlar adaletin beşiği olmuşsa, bu mirası yeniden canlandırarak gerçek bir hukuk devleti olma yolunda ilerlemek elimizdedir. Adaleti ve insan onurunu merkeze alan bir toplum inşa etmek, tarihimize ve insanlığa olan en büyük sorumluluğumuzdur.
Kaynakça
- Justinianus, Corpus Juris Civilis.
- Johnston, D. (1999). Roman Law in Context. Cambridge University Press.
- Borkowski, A., & Du Plessis, P. (2020). Textbook on Roman Law. Oxford University Press.
- Türkiye Anayasası, 1982. (Masumiyet Karinesi ile İlgili Maddeler).