Cumartesi Anneleri’nin 1034. Haftası: Abdullah Canan’ın Akıbeti ve Adalet Arayışı

 
Cumartesi Anneleri/İnsanları, şeffaf ve hesap verebilir bir hukuk sistemi talebiyle sürdürdükleri eylemlerinin 1034’üncü haftasında, 1996 yılında Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde kaybedilen Abdullah Canan’ın akıbetini sordu. 29 yıl önce öldürülerek kaybedilen Abdullah Canan’ın davası, cezasızlığın ve hak ihlallerinin kronik bir sorun olarak varlığını koruduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Galatasaray Meydanı’nda Engeller ve Kararlılık

Her hafta olduğu gibi bu haftaki eylemde de Galatasaray Meydanı polis bariyerleriyle kapatıldı. Ancak Cumartesi Anneleri, meydandaki sembolik varlıklarını yine de sürdürerek adalet talebini dile getirdi. Basın açıklamasını İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri okudu. Yoleri, Abdullah Canan’ın kaybıyla birlikte, güzelce kurgulanmış hukuksuzluk zincirine dair çarpıcı detayları paylaştı.

Abdullah Canan’ın Hikâyesi: Bir İşkence ve Kaybediliş Dosyası

Abdullah Canan, 43 yaşında, Hakkari Yüksekova’da bir iş insanıydı. Bölgede yaşanan ve ailesini de hedef alan ağır insan hakları ihlallerine karşı savcılığa başvuruda bulunmuş, Yüksekova Dağ Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’u şikayet etmişti. Bu başvurunun ardından Yurdakul, Abdullah Canan’ı ve diğer şikayetçileri taburdaki makamına çağırarak şikayetlerinden vazgeçmelerini istedi. Abdullah Canan’ın vazgeçmeyeceğini ifade etmesi üzerine Yurdakul’un tehditlerine maruz kaldı.
Birkaç gün sonra, 17 Ocak 1996 tarihinde, Abdullah Canan, Yüksekova-Van karayolunda askerler tarafından otomobili durdurularak gözaltına alındı. Tanık beyanlarına göre, askeri bir araçla Yüksekova Dağ Komando Taburu’na götürüldü. Ancak bu olay sonrası, Canan’ın ailesinin tüm başvurularına rağmen gözaltı durumu inkar edildi ve kendisinden bir daha haber alınamadı.
21 Şubat 1996 tarihinde Canan’ın cansız bedeni, ağır işkence izleri, bağlı elleri ve yedi kurşun yarası ile bir menfezde bulundu. Bu bulgu, gözaltında kaybedilme vakalarında alışılagelmiş inkâr stratejisini bir kez daha gözler önüne serdi.

Dava Süreci ve Cezasızlık

Abdullah Canan’ın öldürülmesiyle ilgili açılan davada Yüksekova Taburu’nda görev yapan itirafçı Kahraman Bilgiç, savcılık ifadesinde Abdullah Canan’ın taburda işkenceyle sorgulandığını ve Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul’un talimatıyla Bölük Komutanı Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından öldürüldüğünü anlattı.
Ayrıca Albay Kamber Oğur, Canan’ın gözaltında olduğunu revirde başı sarılı halde gördüğünü belirtti. Ancak tüm bu ifadelere ve tanık beyanlarına rağmen, Mehmet Emin Yurdakul, Nihat Yiğiter ve diğer sanıklar hakkında beraat kararlıları verildi. Bu kararlar, 2001 yılında Yargıtay tarafından da onandı.

AİHM ve Adaletin Üstü Kapanan Dosyalar

Canan ailesi, 1997 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. 2007 yılında AİHM, Abdullah Canan’ın yaşam hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Ancak bu karar, iç hukukta cezasızlığı sona erdirmedi.
Cumartesi Anneleri, Abdullah Canan ve tüm kayıplar için adalet istemekten vazgeçmeyeceklerini bir kez daha duyurdu. İHD Başkanı Gülseren Yoleri, hakikat arayışını şu sözlerle dile getirdi:
“Savcılık ifadelerinde, mahkeme tutanaklarında, TBMM Araştırma Komisyonu Raporu’nda, Yargıtay Başsavcısı’nın İtiraz Yazısı’nda Abdullah Canan’ı gözaltına alanların, işkenceyle katledip bedenini kaybedenlerin isimleri yazılıdır. Kaç yıl geçerse geçsin, adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz.”
Bu kararlılık, cezasızlığın bir kural haline geldiği hukuk sistemine karşı çaresizliğe teslim olunmayacağının çarpıcı bir göstergesi. Abdullah Canan’ın akıbeti ve ona adalet sağlanmadıkça, bu dava kapanmayacak.