Türkiye’nin dış yardım politikaları, resmi söylemlerde insani yardım ve dayanışma gibi evrensel değerlerle gerekçelendirilse de, bu yardımların finansman kaynağı ve kullanım amacı incelendiğinde, halkın vergileriyle sermayenin çıkarlarına hizmet eden yayılmacı bir stratejinin parçası olduğu açıkça görülmektedir. Eski Hazine Kamu Finansmanı Genel Müdürü M. Coşkun Cangöz’ün ANKA Haber Ajansı’na yansıyan açıklamalarına göre, Türkiye son beş yılda toplamda 38,5 milyar dolar dış yardım gerçekleştirmiştir. Bu yardımların büyük bir kısmının Afro-Avrasya’daki güç mücadelesinde nüfuz kazanma amacı doğrultusunda kullanıldığı dikkat çekmektedir.
2023 yılına ait verilere göre, Türkiye, 5,1 milyar dolarlık dış yardımla ABD’den sonra ikinci sırada yer almıştır. Yardımların büyük bir kısmı Suriye’deki krizle bağlantılı olsa da, bu politikaların genel yönelimi Türkiye’nin Afro-Avrasya’da yumuşak gücünü artırma hedefinin bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Eğitim ve sağlık gibi alanlarda yapılan ayni yardımlar, Türkiye’nin uluslararası arenada etkin bir oyuncu olma stratejisiyle örtüşmektedir. Ancak bu yardımların finansmanı, ekonomik zorluklarla boğuşan halkın ödediği vergilerden karşılanmaktadır.
Afro-Avrasya’da Türkiye’nin Rolü: Nüfuz Mücadelesi Aracı Olarak Dış Yardımlar
Türkiye’nin dış yardımları, Afro-Avrasya’daki güç mücadelesinin bir parçası olarak okunmalıdır. Çin, Rusya, İran ve Türkiye’nin bu bölgedeki etkisinin artışı, sadece bölgesel değil, küresel dengeleri de sarsmaktadır. Batı’nın geleneksel nüfuz alanlarında gerilemesine neden olan bu dört ülkenin yükselişi, yeni bir jeopolitik çatışma hattı yaratmıştır.
Türkiye, özellikle Afrika ve Orta Asya’da gerçekleştirdiği projelerle diplomatik bağlarını güçlendirme çabası içerisindedir. Ancak bu yardımlar genellikle sermayenin çıkarları doğrultusunda şekillenmekte ve halkın refahı pahasına finanse edilmektedir. TİKA raporlarına göre, yardımların büyük bir kısmı Suriye’ye kullandırılmış olsa da, Afro-Avrasya’da nüfuz kazanma hedefinin bu yardımların temel motivasyonu olduğu anlaşılmaktadır.
Bu strateji, ekonomik altyapısı zayıf olan Türkiye’yi, Batı’nın yanı sıra Afro-Avrasya’daki diğer güçlerle de rekabette zorlamaktadır. Özellikle Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, Rusya’nın enerji diplomasisi ve İran’ın Şii nüfuz stratejisiyle yarışan Türkiye, dış yardımları bir “yumuşak güç” aracı olarak kullanmaktadır. Ancak bu strateji, ekonomik ve toplumsal maliyetleri göz önüne alındığında sürdürülebilir görünmemektedir.
Halkın Vergilerinden Sermayeye: Bütçe Dağılımının Analizi
Dış yardımların finansmanı doğrudan bütçe kaynaklarından sağlanmaktadır. Bu durum, halkın ödediği vergilerin sermaye sınıfının çıkarları için kullanıldığı gerçeğini gözler önüne sermektedir. Türkiye’de gelir ve sermaye kazançlarından alınan vergilerin GSYH’ye oranı yalnızca %5,8 seviyesindeyken, dış yardım yapan diğer ülkelerde bu oran ortalama %15 düzeyindedir. Halktan alınan dolaylı vergilerin yüksekliği ve doğrudan gelir vergilerinin düşüklüğü, dış yardımların yükünün düşük gelirli kesimlere yıkıldığını göstermektedir.
2012’den bu yana dış yardımlara yönlendirilen 75 milyar dolar, Türkiye ekonomisinin kırılgan olduğu bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde kişi başına gelir dolar bazında sadece %13 oranında artmıştır. Enflasyon %6’dan %80’lere kadar yükselmiş, döviz kuru 1,7 TL’den 30 TL’nin üzerine çıkmıştır. Merkez Bankası’nın net rezervleri 50 milyar dolardan 8 milyar dolara kadar gerilemiştir. Gini katsayısı 0,40’tan 0,42’ye yükselmiş, gelir eşitsizliği artmıştır.
Bütçe açıklarının tarihsel olarak en yüksek seviyelere ulaştığı bu dönemde, dış yardımlar halkın refahını doğrudan olumsuz etkilemiştir. Vergi yükünün büyük ölçüde düşük gelirli kesimlerin omuzlarına yıkılması, bu yardımların toplumsal maliyetini daha da artırmıştır.
Türkiye’nin Küresel Hedefleri ve Sermaye Sınıfının Yükselişi
Türkiye’nin dış yardımları, Afro-Avrasya’daki güç mücadelesinde sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden bir politika olarak öne çıkmaktadır. Ancak bu yardımlar, halkın ödediği vergilerden finanse edilmekte ve ekonomik eşitsizlikleri derinleştirmektedir. Sermayenin çıkarları için tasarlanan bu yayılmacı strateji, halkın refahından ödün verilerek sürdürülebilir hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Afro-Avrasya’da Çin, Rusya, İran ve Türkiye’nin artan etkisi, Batı’nın geleneksel hakimiyet alanlarında gerilemesine neden olmaktadır. Ancak Türkiye’nin bu rekabette ekonomik kırılganlıklarla mücadele eden bir aktör olması, stratejinin sürdürülebilirliğini tartışmaya açık hale getirmektedir.
Türkiye’nin dış yardım politikaları, Afro-Avrasya’daki jeopolitik mücadelelerin bir parçası olmanın ötesinde, halkın emeği ve vergileri üzerinden sermayenin çıkarlarını maksimize eden bir araç haline gelmiştir. Bu durum, yalnızca ekonomik adaletsizlikleri derinleştirmekle kalmamakta, aynı zamanda toplumsal dinamikler üzerindeki olumsuz etkileri de artırmaktadır. Halkın vergileriyle sermayenin çıkarlarına hizmet eden bu yayılmacı strateji, Türkiye’yi hem ekonomik hem de toplumsal açıdan daha kırılgan bir noktaya taşımaktadır.