14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü: Türkiye’de Tarım Politikalarının Çöküşü

14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü’nde Türkiye’de çiftçiler yalnız, yoksul ve umutsuz. Tarım politikaları iflas etmiş durumda. Çiftçiliğin değersizleştirilmesi, yalnızca üreticiyi değil, ülkenin gıda güvenliğini, ekonomik bağımsızlığını ve toplumsal barışını tehdit ediyor.

CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü dolayısıyla yaptığı açıklama, bir tarım ülkesinin nasıl sistemli biçimde tarımdan kopartıldığını gözler önüne serdi. Gürer’in deyimiyle, “Üreten kazanamıyor, maliyetler artıyor, çiftçi sigortasını dahi ödeyemez hale geldi.” Tarım alanlarının küçülmesi, ithalata bağımlılığın artması ve çiftçilerin mesleklerinden uzaklaşması, Türkiye’nin geleceğini de ipotek altına alıyor.

Çiftçi Üretimden Soğutuluyor, Toprak Sessizliğe Gömülüyor

Gürer, 2001 yılında 40,9 milyon hektar olan toplam tarım alanının 2024’te 38,6 milyon hektara düştüğünü, işlenen tarım alanının ise yaklaşık 3,5 milyon hektar azaldığını belirtti. Bu küçülme, yalnızca sayısal bir daralma değil; aynı zamanda siyasal bir tercih. Çünkü toprağın, emeğin, köylünün değersizleştirilmesi; neoliberal politikaların, tek merkezli yönetim anlayışının ve halktan kopuk planlamaların doğrudan sonucudur.

Bugün Türkiye’de çiftçi üretimden kopartılmakta, kırsal alanlar boşalmakta, genç nüfus tarıma yönelmemekte. Her geçen gün büyüyen bu üretimsizlik sarmalı, ülkenin kendi kendine yetebilme kapasitesini sıfırlarken, gıda krizlerini daha da derinleştirmekte. Gürer’in uyarısı net: “Üretimden kopan her hektar, ithalata bağımlılığı artırıyor.” Yani, dışa bağımlı ekonomi sadece sanayiyle sınırlı değil, soframıza kadar sirayet etmiş durumda.

Sosyal Devletin Çöküşü: Çiftçinin Sigortası Bile Yok

2009 yılında 1 milyonu aşkın olan zorunlu sigortalı tarım çalışanı sayısı, 2025’te 415 binin altına geriledi. Yani çiftçi artık güvencesiz. TARSİM gibi tarım sigortaları ise kağıt üzerinde kalmakta. Gürer’in dikkat çektiği gibi, ÇKS’ye (Çiftçi Kayıt Sistemi) kayıtlı 2 milyon 340 bin çiftçiden sadece bir kısmı destek alabiliyor. Üstelik bu destekler plansız ve yetersiz. Tarım politikalarının hem sosyal hem ekonomik yönü çökmüş durumda.

Çoğulculuğun, Demokrasi Kültürünün Kaybı Kırsalda Daha Acı Hissediliyor

Türkiye’de tarım politikalarının iflası sadece bir üretim modeli sorunu değildir. Aynı zamanda bu çöküş, demokratik katılımın yok sayılmasıyla da doğrudan bağlantılıdır. Köylünün söz hakkı yok. Üretici birlikleri etkisiz, yerel örgütlenmeler bastırılmış durumda. Planlamalar yukarıdan aşağıya dikte edilmekte. Yerelin bilgisi, deneyimi, ihtiyacı hesaba katılmıyor. Böyle bir ortamda fikir özgürlüğü sadece kentli aydınlara değil, kırsalda yaşam mücadelesi veren insanlara da gereklidir.

Çünkü üretim özgürlüğü olmadan fikir özgürlüğü de yarım kalır. Tarım, yalnızca bir ekonomik sektör değil, aynı zamanda kültürel, sosyal ve siyasal bir varoluş biçimidir. Köylünün yaşadığı sessiz çöküş, aslında demokrasinin ve çoğulculuğun da sessiz çöküşüdür.

AKP Politikalarıyla Gelen Tarımsal Çöküş: Toprak Betonla Takas Edildi

Gürer, özellikle AKP iktidarının uyguladığı tarım politikalarının bu çöküşteki rolüne dikkat çekiyor: “Tarım alanlarımız daraldı, 21 üründe arz açığı oluştu. Gençler çiftçiliğe yönelmiyor.” Tarım arazileri enerji ve sanayi yatırımları için talan edilmekte. Büyük şehirlerin etrafındaki kıymetli tarım arazileri, imar adı altında betona kurban edilmekte. Üstelik 2001 yılından bu yana sağlıklı bir tarım sayımı dahi yapılmamış. Yani elimizdeki verilere bile güven yok. Devlet, çiftçisine sırtını dönmüş durumda.

Sofrada Yoksulluk, Tarlada Umutsuzluk

Çiftçi sadece kendi yoksulluğunu yaşamıyor. Aynı zamanda bütün bir topluma açlık ve güvencesizlik getiriyor. Çünkü üretmeyen ülke tüketmek zorunda kalır. İthalata bağımlı gıda, hem döviz kaybı hem de fiyat istikrarsızlığı demektir. Bugün mutfağımıza giren her ürün, aslında kaybolmuş bir tarım politikasının, gözden çıkarılmış bir köylünün ve susturulmuş bir toplumun ürünüdür.

Barışın, Üretimin ve Umudun Yolu: Eşitlikçi ve Demokratik Tarım Politikaları

Ömer Fethi Gürer’in uyarısı yalnızca bugüne değil, yarına dair de bir çağrıdır: “Tarım üretiminin desteklenmesi, çiftçiye teşvik verilmesi ve planlı üretime geçilmesi şarttır.” Bu çağrı yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasal bir çağrıdır. Çünkü tarımda adalet olmadan, barış da olmaz. Üreticinin emeği değer görmeden, demokrasiden söz edilemez. Çiftçinin özgürce örgütlenebildiği, üretime katılabildiği, sesini duyurabildiği bir Türkiye; daha demokratik, daha adil ve daha yaşanabilir bir ülke olacaktır.

14 Mayıs. Dünya Çiftçiler Günü. Ama Türkiye’de çiftçiler için kutlanacak bir şey yok. Ne toprakta umut var ne de tarlada gelecek. Ve bu tabloyu değiştirmek yalnızca teknik çözümlerle değil, siyasal bir iradeyle, çoğulcu demokrasiye olan inançla, emeğe ve doğaya saygıyla mümkün olabilir.


Kaynak: Nokta Haber Yorum