Amerika Birleşik Devletleri, sınırlarında yeni bir gözetim katmanı daha inşa ediyor. Gümrük ve Sınır Koruma Birimi (CBP), artık kara yoluyla ülkeyi terk eden tüm yolcuların yüzlerini de tarayacağını açıkladı. Uygulamanın, pasaport ve vize belgeleriyle eşleştirilen bu fotoğrafların yüz tanıma teknolojisiyle analiz edilmesine dayanacağı bildirildi. Bu sistemin tam olarak ne zaman yürürlüğe gireceği netleşmemiş olsa da yönü belli: devlet, bireyi yalnızca girerken değil, çıkarken de kayıt altına alıyor.
CBP, uzun süredir havalimanlarında uyguladığı biyometrik sistemin verimli olduğunu iddia ediyor ve şimdi bunu kara sınırlarına da yaymak istiyor. Kurum yetkilileri, yüz tanımanın “sezgisel” ve hızlı bir yöntem olduğunu söylüyor; parmak izi veya iris taramasına göre “kullanıcı dostu.” Ama bu dilin ardında, teknolojiyle maskelenmiş derin bir politik tahayyül yatıyor: Devlet artık yalnızca fiziksel değil, dijital sınırları da tek taraflı biçimde inşa ediyor.
Kapitalizm, Sermayeyi Serbest Bırakır; İnsanı Kaydeder
Bu uygulama yalnızca bir güvenlik tedbiri değil, aynı zamanda kapitalist devlet aklının en çıplak tezahürlerinden biridir. Çünkü bu sistemde, malların ve sermayenin serbestçe sınır aşması kutsanırken, insanların dolaşımı türlü bariyerlerle kontrol altına alınır. Kapitalist küreselleşme, paranın ve ticaretin dolaşımını engelsizleştirme adına sınırları silikleştirmeyi başarmıştır; ama aynı kapitalist devletler, insanların hareketlerini biyometrik verilerle, kameralarla ve dijital izlerle sıkı sıkıya denetlemektedir.
İnsanlar, özellikle de emekçiler, yoksullar, mülteciler ve göçmenler, bu sistemin gözünde potansiyel bir “risk” ya da “sorun” olarak kodlanır. Ama uluslararası sermaye hiçbir kameraya takılmaz, hiçbir yüz tanıma sistemine girmez. Ülkeler arası milyar dolarlık transferler bir tuşa basılarak yapılır; ancak sınır kapısından geçen bir insan, yüzünü kameraya döndürmek, sistemin tanıdığı şekilde poz vermek ve kendi varlığını bir veri noktası olarak teslim etmek zorundadır.
Bu tam anlamıyla dijital bir çifte standarttır: sermayeye özgürlük, insana gözetim.
Dijital Totalitarizmin Yeni Yüzü
ABD’nin bu adımı, Çin’in yüksek teknoloji gözetim sistemleriyle yürüttüğü baskı politikalarından çok da uzak değildir. Sincan’da, başörtüsü kontrolü bahanesiyle sokaklara kameralar yerleştiren İran’dan da ilham alınmış olabilir. Avrupa’da ise bu gözetim teknolojileri “demokrasi” perdesi altında devreye alınıyor. Ancak yön ortak: insanın dolaşımını kontrol altına almak.
Bugün ABD kara sınırlarında yüz tanıma sistemini uygulamaya hazırlanıyor; yarın bu sistem şehirler arası ulaşımda, toplu taşımada ya da kamusal alanlarda da genişletilebilir. Çünkü bu teknoloji bir kere inşa edildi mi, genişletilmesi yalnızca “yeni gerekçelere” bakar. Pandemi, terör, kaçakçılık, halk sağlığı… Gerekçeler her zaman bulunur.
CBP yetkililerinin “sezgisel” dediği sistem, aslında insanın gözetlenmeyi içselleştirmesidir. Kameraya nasıl bakması gerektiğini bilen bir yolcu, aynı zamanda kendi dijital disiplinini öğrenmiş, sistemin taleplerine uymayı kabul etmiş bir bireydir. Bu, Michel Foucault’nun panoptikon tahayyülünün dijital versiyonudur: izleyen göz görünmez ama her yerde; birey, izlendiğini bilir ve kendi davranışını buna göre biçimlendirir.
Gözetimin Sınırı Yok, Mahremiyetin Vizesi Yok
Bu sistemin gerçek hedefi sınır güvenliğinden çok, bireyin hareketini iktidar ilişkileri çerçevesinde izlenebilir ve denetlenebilir hale getirmektir. İnsan hareketi, kapitalist ulus-devlet için her zaman sorunludur; çünkü bu hareketler işgücü akışını etkiler, siyasal istikrarı tehdit eder ya da “vatandaşlık rejimlerini” zorlar. Ama aynı devletler, para akışını ya da mal dolaşımını hiçbir etik ya da kamusal fayda süzgecine sokmazlar.
Bu gözetim uygulamalarına karşı sormamız gereken soru artık sadece “güvenli miyiz?” değil; “kimin için güvenlik, kime karşı denetim?” olmalıdır. Çünkü bu sistemler, toplumu sadece korumuyor; aynı zamanda biçimlendiriyor, itaatkâr bireyler yaratıyor ve devleti her zamankinden daha görünmez ama her zamankinden daha güçlü kılıyor.
Kameraya Bak, Sisteme Boyun Eğ
ABD’nin bu biyometrik gözetim adımı, dijital çağın sınır siyasetini net biçimde ortaya koyuyor. Sermaye, gümrükten geçmeden dünyayı dolaşabiliyor; ama insan, yüzünü makineye dönmeden, dijital kimliğini bırakmadan bir sınırı geçemiyor. Bu bir güvenlik meselesi değil; kapitalist devletin insana biçtiği rolün açık bir ilanıdır.
Ve bugün kameraya bakarak poz veren yolcu, yarın neye boyun eğmek zorunda kalacak, bunu kestirmek zor değil. Çünkü gözetim alışkanlık yaratır. Ve alışkanlık, iktidarın en sinsi aracıdır.