José “Pepe” Mujica’nın ölümü, yalnızca Uruguay halkı için değil, küresel sol için de bir devrin kapandığını simgeliyor. 13 Mayıs 2025’te, 89 yaşında hayatını kaybeden Mujica, dünya sahnesinde “en yoksul devlet başkanı” unvanıyla tanınsa da, onu gerçekten tanıyanlar bu basitleştirici etiketi kabul etmezdi. O, yaşadığı gibi yöneten, yönettiği gibi düşünen bir figürdü. Gösterişsizliği bir imaj değil, bir yaşam tercihi; halkçılığı bir strateji değil, bir varoluş biçimiydi.
Mütevazılığın Politik Bir Tavır Olduğu Bir Dönem
Mujica’nın başkanlık yıllarında bile Montevideo’nun kıyısında bir kulübede yaşaması, maaşını yoksullarla paylaşması, arabalı konvoylar yerine 1987 model Volkswagen Beetle’ını tercih etmesi sadece “basitlik” değil; neoliberal çağda siyasetin şovla özdeşleştiği bir dünyaya karşı bilinçli bir politik duruştur. “Yoksullar daha fazlasını isteyenlerdir” diyerek açgözlü tüketim toplumuna karşı ahlaki bir itiraz yükseltiyordu. Kapitalizmin dayattığı sınırsız büyüme ideolojisine karşı, Mujica’nın hayatı kısıtlı ama onurlu bir yaşamın da mümkün olduğunun kanıtıydı.
Ancak bu sade yaşamı, onu romantize eden küresel medya tarafından sık sık bir masala dönüştürüldü. Oysa Mujica yalnızca bir “iyi adam” değildi. O aynı zamanda silahlı mücadelenin içinden gelen, işkence görmüş, yıllarca tecritte kalmış bir devrimciydi. Uruguay’ın Tupamaros hareketiyle 1960’larda girdiği çatışma, onun politik kariyerinin köklerini oluşturur. Cezaevinde karıncalarla konuşacak kadar deliliğin eşiğine sürüklense de, bu travmalardan bir iktidar tutkusu değil, tevazu ve sağduyu çıkardı.
Reformcu Ama Radikal, Radikal Ama Gerçekçi
2010-2015 arasında devlet başkanlığı yaptığı dönemde Uruguay’ın yüzünü değiştiren sosyal reformlar —eşcinsel evliliğin yasallaşması, kürtajın serbest bırakılması, esrarın devlet kontrolünde satılması— Mujica’nın devrimci geçmişini parlamenter reformla harmanladığını gösteriyordu. Bu kararlar yalnızca cesur olmakla kalmadı, aynı zamanda geniş halk desteğiyle de gerçekleşti. Sol popülizmin Latin Amerika’da otoriter yörüngelere kaydığı bir dönemde, Mujica mütevazı bir halkçılıkla ayakta kalmayı başardı.
Ekonomik büyüme oranlarının %5’i geçtiği, yoksulluğun azaldığı bu yıllarda Mujica, Latin Amerika’nın diğer solcu liderlerinden ayrıldı. Ne Chávez gibi bir kişilik kültü yarattı, ne de Lula gibi endüstriyel elitlerle pragmatik bir ittifak kurdu. Kendi yolunu çizdi. Ancak bu yol elbette kusursuz değildi. Eğitim reformları zayıf kaldı, kamu harcamaları artarken bütçe açıkları yükseldi. Ama onu farklı kılan şey, bu başarısızlıkları gizleme çabası değil, açıkça sahiplenmesiydi.
Solun Yeni Yüzleri ve Mujica’nın Mirası
Bugün Latin Amerika solu yeniden dönüşüm yaşıyor. Uruguay’da Mujica’nın halefi olarak görülen Yamandú Orsi, Kasım ayında devlet başkanı seçildi. Frente Amplio ittifakının yeniden yükselişi, Mujica’nın açtığı yolun sürdüğünü gösteriyor. Ancak bu yolun önünde yeni tehditler var: küresel kapitalizmin iklim krizi, yoksulluk ve otoriter eğilimleri derinleştirdiği bir çağda, Mujica’nın yaşamı sadece nostaljik bir hatırlatma değil, aynı zamanda politik bir pusula olabilir.
Mujica, ölümün doğal olduğunu, onun dramatize edilmemesi gerektiğini söylemişti. Ve ölümünden hemen önce BBC’ye verdiği son röportajda, “Belki de bu hayatın tuzudur,” diyerek hayatı ölümün gölgesinde de anlamlı kılmanın yolunu göstermişti. Bu sözler, bir politikacının değil, bir filozofun vasiyetidir.
Ardında Ne Bıraktı?
Bugün onu anarken, onu “dünyanın en yoksul başkanı” diye anmak kolay ama eksik olur. José Mujica, kapitalizmin kalbinde anti-kapitalist bir hayat kurmayı başarmış; saraydan değil sokaktan konuşan; kendiyle çelişmeden devleti yönetebilmiş ender siyasetçilerden biriydi. Gerilla geçmişiyle yüzleşmiş, iktidara geldiğinde intikam değil barış aramış, halkına güven aşılamıştı. Ne zaman ki bir siyasetçi evini bırakıp saraya taşınmıyor, o zaman gerçek bir değişimden söz edebiliriz. Mujica bunu yaptı.
Onun ardından kalan boşluk yalnızca bir liderin eksikliği değil, siyasetin kaybettiği vicdani derinliktir. Ve eğer onun mirası bir yere yazılacaksa, o yer kürsüler değil, halkların kalbidir.
José “Pepe” Mujica’ya saygıyla.