Yetişkin dünyasının çatışmaları kadar çocuk dünyasının da kendi sessiz savaşları vardır. Ancak bu savaşlar ne cephede ne parlamentoda yaşanır. Bunlar kitap sayfalarında, okul raflarında, oyuncakların arasına serpiştirilmiş hayal kırıklıklarıyla sürer gider. Bugün bir kez daha o kadim soruya dönüyoruz: Çocuklarımız ne okumalı? Ya da daha doğrusu, çocuk edebiyatının bir sınırı, bir kuralı olmalı mı?
Bu soru, yeni değil. 19. yüzyılın ortalarında Samuel Osgood, Amerikan İç Savaşı’nın ardından çocuklara nasıl bir gelecek sunulması gerektiğini düşünürken aynı endişeyi taşıyordu: “Onları nasıl eğitmeliyiz, hangi kitaplarla, hangi oyunlarla?” O dönemde çocuk edebiyatı henüz yeni filizleniyordu. Kamu kütüphanelerinin dahi çocuklara özel bölümleri yoktu. Yine de herkesin bildiği bir gerçek vardı: Kitaplar çocukları şekillendirir.
Aksiyon mu, Ahlak mı?
20.yüzyıl başında çocuk kitabı yazarı Everett T. Tomlinson, çocuk okurun derinlikli analiz ve içe dönüşten çok aksiyonu, hareketi tercih ettiğini söylüyordu. Bir başka uzman, kütüphaneci Hiller C. Wellman, bir romandaki aldatma veya kurnazlığın ‘akıllıca’ sunulmasının çocukların onur kavramına kalıcı zararlar verebileceği uyarısını yapıyordu.
Bugün hâlâ aynı ikilemin içindeyiz. Eğlence ile eğitim arasında bulanık bir çizgide salınan çocuk edebiyatı, hem çocuğun hayal gücünü beslemeli hem de onu bir toplumun bireyi olarak yetiştirmeli mi? Masallar yalnızca ejderhaları, uzay gemilerini ve sihirli kapıları mı içermeli? Yoksa sınıfsal eşitsizlik, şiddet, ayrımcılık gibi gerçek dünyaya ait temaları da sezdirerek çocuklara bir tür erken bilinç mi aşılamalı?
Neşeli Kitaplar, Sessiz Toplumlar
Türkiye’de de durum çok farklı değil. Çocuk edebiyatı genellikle sterilleştirilmiş bir dünyaya sıkıştırılıyor: Hep mutlu son, hep iyi çocuk, hep ders veren hikâyeler. Ancak bu “iyi niyetli” yaklaşım, çocukları hayatın çok katmanlı gerçeklerinden korumuyor, yalnızca onları bunlarla yüzleşmeye hazırlıksız bırakıyor. Ahlaki öğreticilik adı altında yapılan metin mühendisliği, çocuğun merakını törpülüyor, yaratıcılığını sınırlandırıyor.
Öte yandan bir diğer uçta, tüketim kültürünün pençesine düşmüş, yalnızca eğlendirmeye ve hızla satılmaya odaklı yüzeysel çocuk kitapları var. Bu kitaplarda ise ne karakter gelişimi var ne de anlamlı bir tema. Çocuk kitapçılarında en çok satanlar listesi, çoğu zaman görseli bol, metni az, ‘neşeli ama boş’ ürünlerle dolu.
Peki, Kural Gerekli mi?
Bu noktada, çocuk edebiyatına dair bir “kural kitabı” yazılmalı mı? Cevap basit değil. Elbette ifade özgürlüğü çocuk kitapları için de geçerli olmalı. Ancak bu özgürlüğün, çocukların duygusal ve bilişsel gelişimini göz önünde bulundurarak sorumlulukla kullanılması şart. Kurallar değilse bile, ilkeler ve etik rehberlikler geliştirilmeli. Kitaplar çocukları bir kalıba sokmak için değil, onlara kendi yollarını çizmede yardımcı olmak için yazılmalı.
Bugün Samuel Osgood’un 150 yıl önce sorduğu soru hâlâ geçerli: Çocuklarımızla ne yapmalıyız? Cevap, onları yalnızca geleceğe hazırlamak değil; bugünü, yaşadıkları anı anlamlandırmalarına yardımcı olmak olabilir. Ve bu da ancak onlara dürüst, cesur ve özgür kitaplar sunarak mümkün olur.
- Çocuk Edebiyatında Sınırlar ve Olanaklar - 16 Mayıs 2025
- Petrol Kralları Yeşil Dönüşü Bıraktı: Avrupa Devleri Wall Street’e Yanaşıyor - 12 Mayıs 2025
- Karl Marx Yeniden Doğuyor: Ekososyalistler İçin Yeni Bir Kılavuz mu? - 6 Mayıs 2025