Türkiye’de bilimsel, laik ve karma eğitim sistemine yönelik müdahaleler, son yirmi yılda bir istisnalar silsilesi değil, sistematik ve süreklilik gösteren bir dönüşüm politikasına işaret ediyor. Son olarak kamuoyuna sunulan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”, bu uzun dönüşüm sürecinin açık ve radikal bir durağına işaret ediyor. Geniş çevrelerce laik eğitimin tasfiyesi olarak değerlendirilen bu hamle, sadece müfredat düzeyinde değil, okul kültürünün tüm katmanlarında kendini hissettiren yapısal bir dönüşüm niteliği taşıyor.
Müfredatta Radikal Dönüşüm
2005 yılında başlatılan müfredat reformları, o dönem kamuoyuna “çağdaşlaşma” ve “Avrupa Birliği uyumu” söylemleriyle sunulmuştu. Ancak reformun içeriği, giderek daha fazla dini referanslarla şekillenen bir çizgiye yöneldi. Bugün gelinen noktada, “dindar ve muhafazakâr nesiller yetiştirme” hedefi artık gizlenmiyor. Yeni Maarif Modeli, eğitim içeriğine yönelik açık müdahaleleri sistemleştirirken; zorunlu din derslerinin sayısını artırıyor, evrensel bilimsel bilgiden uzaklaşıyor, yerine “milli-manevi değerler” adını verdiği dini temelli kavramları yerleştiriyor.
Eğitimciler, bu değişikliklerin öğrencilerin eleştirel düşünme, bilimsel yöntemlerle öğrenme ve seküler bilgi edinme haklarını zayıflattığını ifade ediyor. Özellikle felsefe, biyoloji ve tarih gibi disiplinlerde laik ve evrensel bilgi sistemlerinden uzaklaşma tehlikesine dikkat çekiliyor.
Okullar Üzerindeki Kuşatma Derinleşiyor
Eğitim politikalarının dinselleştirilmesi yalnızca ders kitaplarıyla sınırlı değil. Okulların yapısal dönüşümü, yani “imam hatipleştirme” süreci, bu dönüşümün ikinci ayağını oluşturuyor. Karma eğitimden uzaklaşan, cinsiyetçi ayrışmaları artıran uygulamalar yaygınlaştırılıyor. ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) gibi projelerle dini grupların doğrudan okullarda yer alması teşvik ediliyor. Öğrenci yurtlarının açılmaması, köy okullarının kapatılması gibi uygulamalar ise dini vakıf ve cemaatlerin elini güçlendiriyor.
Bu noktada dikkat çekici olan bir diğer gelişme, eğitim ortamının kültürel ve sınıfsal ayrışmalarla daha da parçalanması. Devletin eğitim yatırımlarını azaltmasıyla birlikte özel okullara yönelim teşvik ediliyor. Ancak bu yönelim, toplumun sadece belirli bir kesiminin erişebildiği bir ayrıcalığa dönüşüyor. Devlet okullarında eğitim gören geniş kesimler ise hem maddi olanaklardan hem de nitelikli laik eğitimden mahrum bırakılıyor.
Diyanet’in Güçlenen Rolü
Laik eğitim anlayışının karşısında giderek daha görünür olan bir başka güç ise Diyanet İşleri Başkanlığı. Kurum, yalnızca din dersleri değil, eğitim politikalarının genel çerçevesinin belirlenmesinde de rol üstleniyor. Maarif Platformu gibi muhafazakâr ağlarla kurulan ilişkiler, bu politikaların arka planında ideolojik bir ortaklığın izlerini taşıyor. Eğitim sendikaları, bu yapılanmayı “şükür pedagojisi” olarak nitelendiriyor. Bu anlayış, öğrencilerden “kaderine razı, azla yetinen ve sorgulamayan yurttaş” yetiştirmeyi hedefliyor.
Neoliberalizmle El Ele Giden Gericilik
AKP döneminde tırmanan bu dinselleştirme hamleleri, yalnızca ideolojik değil aynı zamanda ekonomik temelli. 1980 darbesi sonrasında benimsenen neoliberal dönüşümün, eğitimin özelleştirilmesiyle birleştiği görülüyor. Kamusal eğitimin çöküşü, dini yapıların özel okul ve dershane sektörlerinde hızla yayılmasına alan açtı. Bugün eğitim, hem piyasalaşmış hem de dinselleştirilmiş bir yapıya bürünmüş durumda. Eleştirmenler bu süreci, kamusal eğitimin tasfiyesiyle eşzamanlı yürüyen bir ideolojik kuşatma olarak tanımlıyor.
Tüm bu gelişmeler karşısında, özellikle büyükşehirlerdeki öğrenciler ve eğitim sendikaları giderek daha yüksek sesle tepki göstermeye başladı. Üniversite kampüslerinde laiklik talebiyle düzenlenen forumlar, müfredata karşı velilerin açtığı davalar ve öğretmenlerin toplu açıklamaları, süregelen dönüşüme karşı yeni bir toplumsal bilinçlenmenin işaretlerini veriyor.
Kültür Savaşının Merkez Üssü Eğitim
Geldiğimiz noktada, Türkiye’de eğitim sistemi yalnızca bilgi aktarımına dair teknik bir mesele değil. Artık bu alan, iktidarın kültürel ve ideolojik dönüşüm hedeflerinin merkezinde yer alıyor. Cumhuriyetin aydınlanmacı mirasını ortadan kaldırmayı hedefleyen bu hamleler, eğitimi bir araç olmaktan çıkarıp doğrudan bir mücadele alanına dönüştürüyor.
Uzmanlar, eğitim sisteminin geleceğinin laiklik ve bilimsel temeller etrafında yeniden inşa edilmemesi halinde, Türkiye’nin yalnızca eğitimde değil, toplumsal dokusunda da geri dönüşü zor kırılmalarla karşı karşıya kalabileceğini belirtiyor. Maarif Modeli’nin gerçekte neyi hedeflediğini artık herkes biliyor. Sorulması gereken soru şu: Bu gidişatı durduracak kamusal irade ve toplumsal tepki organize edilebilecek mi?