Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde yargı baskısı altında tutulan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in yargılandığı dava karar duruşmasında yaptığı konuşmanın videosunu 16 Temmuz’da, Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’nin resmi sosyal medya hesabından paylaştı. “Ey milletimiz; ya adalet ya sefalet! Bunu unutmayın” sözleriyle başlayan video, adaletin sistematik biçimde yok sayıldığı, toplumsal sefaletin ise bir yönetim tercihi haline geldiği bir ülke manzarasına işaret etti.
İmamoğlu’nun açıklamaları, yalnızca bir kişisel savunma değil, mevcut siyasal rejimin temel karakterine dönük kolektif bir itiraz olarak yankılandı. Konuşmasında “Siyasi ikbal ve ihtirası için her şeyi yapabilecek, gözünü kırpmadan bu millete her bedeli ödetecek bir akla karşı mücadele ediyoruz” diyen İmamoğlu, adaletsizliğin, ekonomik çöküşle birleşerek toplumu sistematik biçimde çürüttüğünü vurguladı.
Faiz ve Yoksulluk Kıskacında Bir Ülke
İmamoğlu’nun konuşmasında ekonomiye dair yaptığı tespitler, Türkiye’de emeğiyle geçinenlerin yaşadığı çok boyutlu krizi gözler önüne serdi. “Türkiye, ‘ben ekonomistim’ diyen kişinin akşamdan sabaha iki dudağının arasından çıkan emirlerle çok büyük sıkıntıya giriyor” ifadeleriyle başlayan bölümde, yüzde 46’lık politika faiziyle birlikte borçlanmanın imkânsız hale geldiğini, üretim alanlarının durma noktasına geldiğini dile getirdi.
Bu tablo, sermaye lehine şekillenen ekonomi politikalarının, emekçiyi mutlak yoksulluğa iten bir düzene dönüştüğünü açıkça ortaya koyuyor. Tarımdan sanayiye her sektörde üretimin sürdürülemez hale geldiğini belirten İmamoğlu, sadece altı ayda konkordato ve iflasların rekor kırdığını, 1 milyon 50 bin kişinin borçlarını ödeyemediğini hatırlatarak, krizin sınıfsal karakterine dikkat çekti. Bu durum, üretim araçlarını elinde tutan azınlık lehine kurulan düzenin, emekçi sınıfları sistematik biçimde tasfiye ettiğini gösteriyor.
Toplumsal Krizin Boyutları Derinleşiyor
İmamoğlu’nun konuşmasında en dikkat çeken ifadelerden biri de tanımlı işsizliğin yüzde 32’yi bulduğuna ve bunun 11 milyon insana tekabül ettiğine dair veriler oldu. Bu sadece ekonomik bir veri değil; aynı zamanda bir halkın çürütülmesi, geleceksizlik duygusunun kitleselleşmesi anlamına geliyor. İşsizliğin bu düzeye çıkması, yalnızca üretimin değil, toplumsal dayanışma, güven ve umut duygularının da çöktüğü bir düzeni işaret ediyor.
“Bu insanlar çocuğunun yüzüne bakamıyor” diyen İmamoğlu, meselenin salt ekonomi değil, bir varoluş meselesi olduğunu vurguladı. Ülkenin tüm kaynaklarının siyasi sadakate ve ranta tahsis edildiği bir yapıda, halkın tüm yükü sırtladığına ve bunun da toplumsal çöküşü hızlandırdığına dikkat çekti. Bu çıkış, yalnızca muhalefetin değil, halkın içinden gelen feryadın bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Bir Rejimin İflası: Hukuk, Ekonomi ve Toplum
İmamoğlu’nun sarf ettiği “Ya adalet ya sefalet” sözleri, Türkiye’de yürürlükte olan siyasal ve ekonomik düzenin bir iktidar projesi olarak nasıl işlediğini gözler önüne seriyor. Hukukun yalnızca muhaliflere karşı bir sopa olarak kullanıldığı, ekonominin bir avuç seçkin için çevrildiği ve toplumun geniş kesimlerinin açlık, işsizlik ve umutsuzluğa mahkûm edildiği bir tabloda, mücadele yalnızca bir partinin ya da kişinin mücadelesi değil.
Bu açıklamalar, adaletin ve emeğin birlikte bastırıldığı, hukuksuzluğun sefaletle el ele vererek toplumun damarlarını kuruttuğu bir sistemin çöküşüne işaret ediyor. İmamoğlu’nun bu çıkışı, halkçı ve eşitlikçi bir hattın inşasına çağrı olarak okunmalı. İçine sıkıştırıldığımız düzen, sınıfsal karakteriyle tüm toplumu baskı altına alırken, bu çağrı bir karşı hegemonya imkânını da içinde barındırıyor.