Kırın Gölgesinde Tatil: Diyanet Hutbesinde Siyasetin İnce İpliği

Bazen bir ülkenin siyasal iklimini anlamak için parlamento kürsülerine, seçim meydanlarına ya da gazetelerin manşetlerine bakmak yetmez. Asıl ipuçları, gündelik hayatın görünmez aralıklarında, “masum” gibi görünen çağrılarda saklıdır. Geçtiğimiz Cuma günü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın camilerde okuttuğu hutbe, işte bu türden bir metindi: yüzeyde ahlaki bir uyarı, derininde ise siyasal hayal haritası.

Hutbenin ana ekseni, tatilin nasıl ve nerede geçirilmesi gerektiğine dair nasihatlerle örülüdür: Müslümanın tatili helal ve meşru olmalı; lüks, israf ve nefsani arzulardan uzak durmalıdır. Makbul tatil, köye dönüşü, memlekette vakit geçirmeyi, “şehit kanıyla yoğrulmuş” topraklarda çocuklara vatan, din ve kültür aşılamayı içerir. Tatil, “kulluğun unutulmadığı” bir zaman dilimi olarak tanımlanır; anne-baba duası, akraba ziyareti, dini faaliyetlerle sıla-i rahim bağı güçlendirilmelidir.

Bu çağrı, ilk bakışta yalnızca ahlaki bir yönlendirme gibi görünür. Oysa satır aralarında bambaşka bir gerilim titreşir: kırın kapalı, gözetleyici ve homojen kültürel dokusuna dönüş arzusu. Türkiye’nin son yarım yüzyılda yaşadığı hızlı şehirleşme, toplumsal aidiyetleri çoğullaştırmış, sınıfsal hareketliliği ivmelendirmiş, geleneksel cemaat bağlarını gevşetmiştir. Siyasal İslam’ın ana damarını besleyen kırsal muhafazakârlık, kentte bireyselleşme, tüketim kültürü ve kimlik çeşitliliği karşısında çözülmektedir. Diyanet’in hutbesi bu çözülmeye karşı bir kapanma çağrısıdır; bir tür toplumsal “geri çağırma” seansıdır.

Burada devreye sınıfsal gerçeklik girer. TÜİK verileri, yurttaşların yarısından fazlasının bir haftalık tatil masrafını karşılayamadığını ortaya koyuyor. Tatil artık orta sınıfın bile kolayca erişemediği bir lüks. Şehirli yoksullar için tatil, çoğu zaman evin balkonunda oturup serinlik beklemek demektir. Diyanet’in “köyde tatil yapın” çağrısı, bu maddi yoksunluğu ahlaki bir tercih olarak yeniden kodlar; yoksulluğu muhafazakâr erdem kisvesiyle meşrulaştırır. Marx’ın sözünü hatırlatır: egemen fikirler, her dönemde egemen sınıfın fikirleridir. Burada da yoksulluk, egemen ideolojinin süslediği bir “erdem” formuna sokulur.

Ancak bu söylemin inandırıcılığı, Diyanet’in kendi pratikleriyle çelişir. Lüks araçlar, beş yıldızlı otelleri andıran misafirhaneler, milyonlarca liralık tadilatlar… Hutbede eleştirilen israf, kurumun kendi teşkilatında sessizce normalleşir. Bu çelişki, hutbenin ahlaki değil, siyasi bir metin olduğunu daha da görünür kılar. Burada tatil, yalnızca dinî bir disiplin aracı değil, aynı zamanda iktidarın kırdan kopmuş kuşakları yeniden kendi ideolojik çeperine çekme stratejisinin bir parçasıdır.

Kırsal, siyasal İslam için hâlâ en güvenilir denetim alanıdır. Orada toplumsal hayat, cemaat bağları üzerinden sıkı sıkıya örülüdür; farklı kimliklerin ve yaşam biçimlerinin şehirdeki kadar kolay filizlenmesine izin verilmez. Kent ise daima kaygı verici bir belirsizliktir: bireyin kendi hayatı üzerinde daha fazla söz sahibi olduğu, gözetim mekanizmalarının zayıfladığı, fikirlerin çoğullaştığı bir alan. Hutbenin “tatili köyde geçir” çağrısı, bu yüzden yalnızca nostaljik bir öneri değil, ideolojik bir savunma hattıdır.

Aslında burada “tatil” kelimesi, dinlenmeden çok, yeniden biçimlendirme anlamı taşır. Tatil, iktidar açısından bir pause (mola) değil, bir reset işlevindedir: aidiyetlerin yeniden üretildiği, gündelik hayatın kontrolsüz akışının kıra taşınarak denetim altına alındığı bir dönem. Tıpkı kapitalizmin emek gücünü yeniden üretmek için zorunlu kıldığı molalar gibi, siyasal muhafazakârlık da tatili, kendi ideolojik yeniden üretiminin ritüel alanı olarak kullanır.

Bu yüzden Diyanet hutbesi, yalnızca dindar bireylere yönelik ahlaki bir uyarı değil; kır ve şehir arasında süregiden sınıfsal, kültürel ve ideolojik çatışmanın güncel bir tezahürüdür. Bir ucunda ekonomik yoksunluk, diğer ucunda siyasal denetim arzusu durur. Aradaki köprü ise dinin ahlaki söylemiyle örülür.

Son kertede bu “tatil” çağrısının akıbetini belirleyecek olan, hutbenin etkisi değil, Türkiye toplumunun şehirleşme sürecinin, sınıfsal yeniden yapılanmasının ve kültürel dönüşümünün yönüdür. Çünkü ideolojik metinler ne kadar güçlü olursa olsun, nihayetinde toplumsal gerçeklik tarafından sınanır. Ve gerçeklik, hutbelerin diliyle değil, insanların yaşadığı hayatın maddi zeminiyle konuşur.

Hasan KAYA