Türkiye’nin bugün yaşadığı siyasal ablukaları yalnızca güncel iktidar mücadelelerinin ürünü olarak görmek yanıltıcı olur. Bu tablo, aslında Soğuk Savaş döneminde inşa edilmiş devlet aklının, bugüne dek güncellenerek devam eden kalıplarının bir yansımasıdır.
Soğuk Savaş, yalnızca nükleer başlıkların gölgesi, Berlin Duvarı’nın simgesi ya da diplomatik krizlerin tarihi değildi. Aynı zamanda toplumların siyasal alanlarının nasıl biçimlendirileceğini belirleyen, görünmeyen senaryoların çağıydı. Washington’ın perspektifinde mesele açıktı: Komünizm yalnızca düşman değil, onun gölgesi dahi bir tehdit olarak görülüyordu. Bu nedenle yalnızca komünist partiler değil, sosyal demokrat partiler dahi hedef tahtasına kondu.
Almanya’daki SPD örneği hatırlatıcıdır. Federal Almanya’da sosyal demokratların iktidara yürüyüşü, Atlantik’in öte yakasında kuşkuyla izleniyordu. Çünkü Moskova ile daha bağımsız bir ilişki, NATO zincirinde bir gevşeme anlamına gelebilirdi. Bu nedenle sosyal demokratlara karşı medya manipülasyonlarından sermaye baskılarına kadar birçok yöntem devreye sokuldu.
Türkiye’de ise tablo daha çıplak ve daha pervasızdı. NATO’nun güneydoğu karakolu olarak görülen bu ülke, “ince” yöntemlere gerek bırakmayan bir sertlik alanıydı. 1960’lardan itibaren kontrgerilla yapılanmaları, darbeler, yasaklar ve tasfiyeler yalnızca komünistleri değil, sosyal demokrat bir çizgiye yönelen CHP’yi de sürekli baskı altında tuttu.
Bugün yaşanan polis ablukaları, yargı operasyonları ve siyasal alanı daraltan uygulamalar, Soğuk Savaş laboratuvarında üretilmiş reçetelerin güncellenmiş halleri olarak okunabilir. CHP’nin iktidardan uzak tutulması, yalnızca bugünkü iktidarın tercihi değil; onlarca yıl öncesinden şekillenmiş bir devlet refleksinin, uluslararası sistemle uyumlu bir mühendisliğin devamıdır.
İç ve Dış Dinamiklerin Kesişimi
Burada kritik nokta şudur: CHP’nin önüne kurulan barikatlar yalnızca iç dinamiklerden kaynaklanmıyor. Dışarıdaki jeopolitik kaygılar da bu tablonun önemli bir parçası. CHP’nin İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı açık tavır alması, Batı’nın gözünde onu öngörülemez kılıyor. Benzer biçimde İran konusunda CHP’nin nerede duracağı, İsrail ve ABD tarafından tam olarak kestirilemiyor. Bu belirsizlik, uluslararası güç merkezleri açısından CHP’nin iktidara yürüyüşünü riskli bir ihtimal olarak değerlendirmeye yetiyor.
Dolayısıyla, içerideki siyasal mühendislik ile dışarıdaki jeopolitik hesaplar bir noktada kesişiyor. CHP’nin iktidardan uzak tutulması, hem içeride mevcut iktidarın bekasını sağlama arzusuyla hem de dışarıda Batı-İsrail ekseninin çıkarlarıyla uyumlu bir konsensüs oluşturuyor.
Hayaletin Gölgesinde
Foucault’nun ifadesiyle iktidar yalnızca yasaklayan değil, aynı zamanda var eden bir güçtür. CHP’nin “iktidar olamayan parti” konumuna sıkıştırılması, yalnızca güncel bir siyasi hamle değil; disiplin tekniklerinin ve jeopolitik çıkarların birleştiği tarihsel bir tasarımın ürünüdür.
Türkiye’nin bugünkü demokrasi sınavı, bu hayaletle yüzleşmeden verilemez. Çünkü mesele bir partinin iktidar olamaması değil, Türkiye’nin demokratik potansiyelinin sürekli olarak askıya alınmasıdır. CHP’nin karşı karşıya kaldığı ablukalar, aslında yalnızca kendi kaderini değil, bu ülkenin siyasal geleceğinin ufkunu da belirlemektedir.
Ve belki de tam da bu yüzden, içinde bulunduğumuz an yalnızca bir güncel kriz değil, tarihsel olarak yarım bırakılmış bir demokrasi projesinin yeniden hatırlanma ve sahiplenilme anıdır.
- Sermayenin Zehri, Demokrasi’nin Çöküşü - 11 Eylül 2025
- Siyasetsizliğin İktidarı - 8 Eylül 2025
- Soğuk Savaş’ın Hayaleti ve CHP’nin Bugünkü Ablukası - 8 Eylül 2025