İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun altı aydır tutuklu olması, muhalefetin en güçlü isminin maruz kaldığı yargı süreçlerinin bir “siyasi hesaplaşma” aracına dönüştüğüne dair endişeleri artırıyor. Le Monde gazetesine konuşan gözlemciler, “Yirmi yıllık Erdoğan iktidarında bile böylesi bir keyfiyet bu düzeyde yaşanmamıştı” diyor.
İmamoğlu Silivri’de, Destekçileri Mahkeme Salonlarında
İstanbul’un Silivri Cezaevi’ndeki bir mahkeme salonu… Hüseyin isimli bir yurttaş, evinden iki saatlik yolculuk yaparak bir kez daha Ekrem İmamoğlu’nun duruşmasına katılıyor. Yorgun ama kararlı bakışlarıyla kalabalığa karışıyor. Mahkeme salonuna gelen İmamoğlu, alkışlarla karşılanıyor. Kalabalık, bir kez daha aynı sloganı atıyor: “Başkan İmamoğlu!”
Fransız Le Monde gazetesinden Nicolas Bourcier’nin aktardığına göre, Türkiye’deki siyasi tansiyonun sembolü haline gelen bu yargı süreci, altı aydır hem kamuoyunun hem de uluslararası çevrelerin gündeminde. Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilen İmamoğlu, hakkında açılan davaların sayısını kendisine en yakın çevre bile artık tam olarak bilmiyor. “Onlarca dosya, belirsiz suçlamalar ve siyasi bir hesaplaşma görüntüsü” ifadesi, süreci izleyen birçok analistin ortak cümlesi.
“Bu Düzeyde Bir Keyfiyet Beklenmiyordu”
Bourcier’nin haberine göre, siyasal gözlemciler, “İktidarın yargıyı siyasetin bir uzantısına dönüştürme biçiminin bu kadar sertleşmesini beklemediklerini” belirtiyor.
Yirmi yılı aşkın bir süredir Türkiye’yi yöneten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan döneminde muhaliflere yönelik baskılar zamanla artmış olsa da, İmamoğlu davası “bir eşik aşımı” olarak görülüyor.
Sadece İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı değil, aynı zamanda muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkan bir figürün aylarca cezaevinde tutulması, yargı süreçlerinin siyasi rekabetin bir aracı haline geldiği yorumlarını güçlendiriyor.
Çoklu Dava Stratejisi: Yargı Kıskacı
Le Monde’un haberine göre, Ekrem İmamoğlu hakkında bir düzineye yakın dava açılmış durumda. Ancak süreç, sadece tek bir cezai soruşturma etrafında dönmüyor. Çoklu dava stratejisi, hem savunma ekibinin hem de kamuoyunun takip etmesini güçleştiriyor.
Bu yöntem, insan hakları hukukçularına göre, “yargı yoluyla yıpratma” taktiğinin tipik bir örneği. İmamoğlu’nun destekçileri, mahkemeleri doldururken, savunma ekibi her gün yeni bir duruşmaya ya da dosyaya hazırlanıyor.
Bir CHP yöneticisi, Bourcier’ye şöyle konuşuyor:
“Artık ne zaman, nerede, hangi davadan yargılandığını takip etmek neredeyse imkânsız hale geldi. Bu bir hukuk süreci değil, siyasal bir kuşatma.”
Uluslararası Gözlerin Üzerinde Olduğu Dava
İmamoğlu’nun tutukluluğu, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının yakın takibinde. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları, bu tür davalarda adil yargılanma ve siyasi saiklerle cezalandırmama ilkelerini hatırlatıyor.
Brüksel’den gelen mesajlar net: Türkiye, bu dosya üzerinden hem hukukun üstünlüğü hem de seçim süreçlerinin meşruiyeti açısından sınanıyor.
Le Monde, diplomatik kaynaklara dayandırdığı haberinde, İmamoğlu’nun serbest bırakılmaması halinde Türkiye’nin Avrupa Konseyi nezdinde yeni yaptırımlarla karşılaşabileceğini belirtiyor.
Toplumsal Hafızada Yeni Bir Travma
İmamoğlu’nun davası sadece bir hukuk mücadelesi değil; Türkiye’de demokrasi, temsil ve iktidar ilişkileri açısından tarihsel bir kırılma noktası olarak değerlendiriliyor.
Hüseyin gibi binlerce kişi, her duruşmada Silivri’nin yolunu tutuyor. Her biri, bu davayı yalnızca bir siyasetçinin değil, halkın iradesinin de sınandığı bir süreç olarak görüyor.
Bir başka destekçi Bourcier’ye şu sözlerle konuşuyor:
“Bu davada sadece İmamoğlu yok. Bu davada İstanbul’un iradesi, seçim sandığının anlamı, halkın söz hakkı var.”
Yargı Bağımsızlığı ve Seçimlerin Meşruiyeti Tartışması
Türkiye’de yargı bağımsızlığı uzun süredir tartışma konusu olsa da, İmamoğlu davası bu tartışmayı kurumsal bir kriz düzeyine taşıdı.
Hükümet cephesi davayı “bağımsız yargı süreci” olarak savunurken, muhalefet ve sivil toplum örgütleri “hukukun siyasete alet edildiği” görüşünde birleşiyor.
Siyasi analistler, bu sürecin 2028 seçimlerinin meşruiyetini doğrudan etkileyeceği uyarısında bulunuyor. Çünkü İmamoğlu’nun yarış dışı bırakılması, seçim sürecinin eşitsiz bir zeminde ilerlemesi anlamına geliyor.
İmamoğlu’nun tutukluluğu uzadıkça, siyaset sahnesindeki gerilim de artıyor. Silivri’deki her duruşma, aslında bir mahkeme salonundan çok, Türkiye’nin geleceğine dair bir hesaplaşma mekânına dönüşmüş durumda.
Bourcier’nin yazısında bir destekçinin cümlesiyle haber sona eriyor:
“Sandıkta kazanamadıklarını mahkemede almaya çalışıyorlar. Ama bu halkın hafızasında unutulmayacak.”
- NHY / Nicolas Bourcier, Le Monde, AFP, Diplomatik kaynaklar ve Le Monde analiz bölümü.