Düşünce tarihinin en sarsıcı dönemeçlerinden biri, bir astronomun teleskobundan değil, bir filozofun zihninden geçti. Adam Kirsch’in The New Yorker’da yazdığı gibi, Immanuel Kant, dünyayı algılama biçimimizi kökten değiştiren bir zihinsel devrim önerdi, tıpkı Copernicus’un, dünyanın değil güneşin merkezde olduğunu söylemesi gibi. Kant’a göre gerçeklik, dışarıda duran sabit bir şey değil, insan zihninin biçimlendirdiği bir deneyimdir. Uzay, zaman, nedensellik gibi en temel kavramlarımız bile, dünyanın değil, zihnimizin kategorileridir. Bu bakış, hâlâ içinde yaşadığımız modern dünyanın düşünsel iskeletini oluşturur.
Bugün, bilgi çağının gölgesinde yaşarken Kant’ın “aklın eleştirisi” fikri yeniden hayati bir anlam kazanıyor. Çünkü onun asıl meselesi bilgi değil, bilmenin sınırlarıydı. Her şeyin bilinebilir, ölçülebilir ve yönetilebilir olduğu sanrısıyla büyüyen bir çağda, Kant’ın uyarısı hâlâ yankılanıyor: Aklın gücü sınırsız değildir; ne görüyorsak, onu görmemizi sağlayan bir çerçeve vardır. Gerçeklik, bize “olduğu gibi” değil, bizim için “mümkün olduğu kadar” görünür.
Bu uyarı, yalnızca felsefi bir dikkat değil, politik bir çağrıdır da. Çünkü Kant’ın akıl eleştirisi, aynı zamanda iktidar eleştirisidir. “Her şeyin açıklanabilir” olduğu inancı, iktidarın da her şeyi yönetme, tanımlama, hatta düşünceyi biçimlendirme hakkını kendinde görmesiyle el ele yürür. Bugün bilgi manipülasyonunun, algoritmik yönlendirmelerin, propaganda teknolojilerinin kol gezdiği bir dünyada Kantçı eleştiri yeniden bir direniş biçimi haline geliyor: Gerçekliği bize sunulduğu gibi değil, nasıl sunulduğunu sorgulamak, özgürlüğün ilk adımıdır.
Kant’ın bir diğer büyük mirası, ahlak anlayışında yatar. Onun “kategorik buyruğu” (yani insanı asla bir araç değil, her zaman bir amaç olarak görmek gerektiği ilkesi) insan onurunun felsefi temelini atar. Bugün insan hakları söyleminden demokrasinin özüne kadar pek çok ilke, bu düşünceden beslenir. Kant’ın etiği, yalnızca neyin “doğru” olduğunu değil, özgürlüğün nasıl mümkün olabileceğini sorar: Gerçek özgürlük, arzuların peşinden gitmekte değil, kendimize koyduğumuz ahlaki yasaya uymaktadır. Kısacası özgürlük, keyfiyet değil, sorumlulukla kazanılmış özerkliktir.
Bu anlayış, günümüzün kırılgan demokrasilerinde, “özgürlük” adına hakikatin eğilip büküldüğü bir çağda derin bir yankı buluyor. Kant’ın kamusal akıl ve tartışma vurgusu, toplumsal sözleşmenin yeniden inşası için bugün her zamankinden daha geçerli. Ona göre aklın gerçek sahnesi, kapalı odalar değil, kamusal alandır; bir toplum ancak düşüncelerini eleştiriye açtığı ölçüde olgunlaşabilir. “Aydınlanma nedir?” sorusuna verdiği o meşhur yanıt, hâlâ çağımızın en açık reçetesidir: “İnsanın kendi aklını kullanma cesareti.”
Kant aynı zamanda güzelliğin ve estetiğin, insan deneyiminde nasıl bir özgürlük alanı açtığını da göstermişti. Yargı Gücü Eleştirisi’nde, sanatın, akıl ve duygu arasında kurduğu köprüyü tarif eder. Estetik yargılar, ne salt bilgiye ne de çıkar hesabına dayanır; onların doğası özgürdür. Bu özgürlük, farklı öznelerin bir “ortak duygu” alanında buluşmasını sağlar. Bugün toplumların giderek kutuplaştığı, ortak bir dilin kaybolduğu bir dünyada, Kant’ın estetik düşüncesi yeniden politikleşiyor: Sanat, yalnızca güzelliğin değil, birbirimizi anlamanın olanağıdır.
Elbette Kant da tartışmasız değildir. Onun soyut insan anlayışı, toplumsal eşitsizlikleri ve sömürüyü görmezden gelir. Feminizmden postkolonyal teoriye uzanan birçok eleştiri, bu soyut evrenselliğin arkasındaki tarihsel kör noktaları açığa çıkarmıştır. Ancak Kant’ı aşmak, onu terk etmek değil; eleştiriyi onun yöntemine sadık kalarak genişletmektir. Onun projesi tamamlanmamıştır — tıpkı aklın kendisi gibi.
Bugün Kant’ı yeniden okumak, bir felsefe tarihini değil, bir cesareti hatırlamaktır. Çünkü onun çağrısı hâlâ açık: “Kendi aklını kullanmaya cesaret et.” Bu cümle, yalnızca bir aydınlanma sloganı değil, bütün dogmalara, manipülasyonlara, hakikat çarpıtmalarına karşı bir direniş biçimidir.
Kant hâlâ öğretir, çünkü hâlâ karanlıkta yaşıyoruz.
Ve onun ışığı, “her şeyin bilindiği” bu çağda, bilginin değil, aklın özgürlüğünü hatırlatan en eski ama en taze ışıktır.
- Kant Hâlâ Konuşuyor: Aklın Devrimi ve Bugünün Karanlığında Bir Işık - 30 Ekim 2025
- Kadın Haklarına Karşı Küresel Geri Tepme - 23 Ekim 2025
- Le Monde: “Kimse Bu Kadarını Beklemiyordu”: Türkiye’de Keyfiyetin Yeni Eşiği - 16 Ekim 2025











