Yeni New York, Eski Rüya: Mamdani’nin Zaferi ve Halkın Geri Dönüşü

New York’un yeni belediye başkanı Zohran Mamdani’nin zaferi, yalnızca bir seçim sonucu değil, kapitalizmin kalbinde yankılanan yeni bir çağrının adı: “Devlet halka aittir.” Bir yüzyıl önce Eugene Debs’in mahkûm edildiği fikirler, bugün yeniden sahnenin merkezine dönüyor. Mamdani’nin konuşmasında yankılanan bu çağrı, sadece Amerika’ya değil, bütün neoliberal dünyaya yöneltilmiş bir soru gibi: İnsanlığın yeniden kamusal bir vicdana dönmesi mümkün mü?

New York, küresel kapitalizmin vitrinidir. Gökyüzünü delen gökdelenlerin altında yaşayan binlerce evsizin, finans tanrılarının gölgesinde yürüyen milyonların kentidir. Bu kent, bir anlamda modern dünyanın simgesidir: servetin merkezinde yoksulluğun en yoğun hali. Şimdi o kentin belediye başkanı, sistemin içinden değil, dışlanmışların, göçmenlerin, emekçilerin içinden gelen bir sosyalist. Mamdani, yalnızca seçim kazanmamış, kapitalizmin kalbine küçük ama derin bir çizik atmıştır.

Zafer konuşmasında Marx’ın ve Debs’in ruhu vardı. “İnsanlık için daha iyi bir günün şafağını görebiliyorum,” dediğinde, bir seçimi değil, bir tahayyülü sahipleniyordu. Yıllardır kimlik siyasetiyle bölünmüş, bireyci rekabetin içinde yalnızlaşmış bir toplumda yeniden “kolektif” sözcüğünü dillendirmek cesaret ister. Çünkü bugünün dünyasında dayanışma, neredeyse suç sayılıyor; kamusal iyilik, özel mülkiyetin gölgesinde unutuluyor. Mamdani’nin çıkışı, işte bu unutuşa karşı bir hatırlatma: insan ancak başkalarıyla birlikte özgür olabilir.

Elbette bu çıkışın karşısında eski dünyanın refleksleri hemen devreye girdi. Trump ve onun çevresindeki medya düzeni, Mamdani’yi “komünist” diye damgaladı. Çünkü sermayenin dilinde halkçılık tehlikedir, dayanışma tehdittir, eşitlik anarşidir. Oysa Mamdani’nin vaat ettiği şey devrimci bir şiddet değil, adaletin sıradanlaşmasıydı: dondurulmuş kiralar, ücretsiz toplu taşıma, çocuk bakımı, insanca bir ücret. Kısacası, “insan”ın yeniden siyasetin öznesi olmasıydı.

Kapitalizm, her şeyi metaya dönüştürürken, şehirleri de birer yatırım aracına çevirdi. New York’ta olduğu gibi İstanbul’da da, Ankara’da da, betonun iktidarı insanınkini bastırıyor. Mamdani’nin çıkışı, yalnızca Amerikan siyasetine değil, bu küresel “kent-sermaye rejimine” de yöneltilmiş bir reddiyedir. Çünkü şehir artık bir yaşam alanı değil, birikim aracıdır; ve halk, o birikimin en sessiz kurbanıdır.

Mamdani’nin “devlet halk içindir” sözü, kulağa romantik gelebilir ama gerçekte modern siyasetin en sert çatışma alanını işaret eder. Devlet, uzun süredir halkın değil, sermayenin koruyucusudur. Türkiye’de de benzer bir kırılma yaşandı: sosyal devletin yerini sadaka devleti aldı; dayanışma ağlarının yerini, bağımlılık ilişkileri doldurdu. Mamdani’nin zaferi, belki de dünyaya şunu hatırlatıyor: halk, kendi adını yeniden siyasete yazdırabilir.

Eugene Debs, bir asır önce şöyle demişti:

“Ben sıradan insanlardan yanayım çünkü sıradan insanın yükselmesi, insanlığın kurtuluşudur.”

Mamdani bu sözü yeniden hatırlattı. Çünkü “sıradan insan” artık tarihin kıyısında değil, merkezinde olmak istiyor. Bu sadece New York’un hikâyesi değil; İstanbul’un, Buenos Aires’in, Kahire’nin, Atina’nın da hikâyesi. Kapitalizmin her şehirde yarattığı aynı çelişki: gökdelenler yükselirken insan küçülüyor.

Ve belki de bütün mesele burada düğümleniyor: İnsan yeniden büyüyebilir mi?
Mamdani’nin zaferi, bir cevaptan çok bir davettir, insanın insana, halkın kendine, siyasetin yeniden topluma dönmesi için bir çağrı.
Dünya, uzun süredir bu kadar basit ama bu kadar devrimci bir fikri duymamıştı:
Devlet halka aittir.