Bazı tarihler vardır, takvimde yalnızca bir gün değil, bir ülkenin vicdanında hâlâ kapanmayan bir yaradır. 15 Kasım 1937 de böyle bir tarihtir. O sabah Elazığ Buğday Meydanı’nda idam edilen Seyit Rıza ve altı yoldaşının hikâyesi, sadece bir bireyin kaderi değil; bu ülkenin modernleşme serüveninin en karanlık kırılmalarından biridir. Aradan 88 yıl geçti; ama hakikat hâlâ sisli, mezarlar hâlâ saklı, devlet hâlâ suskun.
Dersim Harekâtı sırasında “görüşmeye” çağrılıp tutuklanan, ardından hukuksuz bir mahkeme süreciyle idama götürülen bir aşiret önderinin dramı, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında uygulanan sert merkezileştirme politikalarının da aynasıdır. O dönem devletin kendisine uzak gördüğü kimliklere ve coğrafyalara yönelik yaklaşımı, çoğu kez “medenileştirme” söylemiyle örtülmüş açık bir zor politikasıydı.
Dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in hatıratlarındaki idam sahnesi ise bugün bile insanın içine oturan bir ağırlığa sahip. Seyit Rıza, bomboş meydana sanki kalabalıklara seslenir gibi, “Evladı Kerbelayıh. Bı hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir,” diyerek haykırıyor. Bu sözler, sadece darağacına değil, aynı zamanda devlet aklının o dönem Dersim’e bakışına, inkâr ve bastırma siyasetinin sürekliliğine yönelmiş bir ağıt niteliğinde.
İdamların kendisi bile başlı başına bir hukuksuzluk belgesiydi: 74 yaşındaki Seyit Rıza’nın yaşı küçültülürken, 16 yaşındaki oğlu Hüseyin’in yaşı büyütüldü ve baba, oğul birlikte idam edildi. “Beni oğlumdan önce asın” talebi reddedildi. Bu tablo, yalnızca bir insanlık dramını değil, devletin dönemin politikaları çerçevesinde sergilediği soğuk kararlılığı da açığa seriyor.
Araştırmacıların uzun yıllardır ortaya koyduğu belgeler ve tanıklıklar, sürecin baştan sona kapatılmış bir tarih olduğunu gösteriyor. 1937’de aşiret önderlerinin devlet tarafından “görüşmeye” çağrılıp Elazığ’da topluca tutuklanmaları… Elektrikler kesik olduğu için araba farlarıyla aydınlatılan, alelacele kurulan bir mahkemede yapılan göstermelik yargılama… Atatürk’ün Elazığ’da bulunduğu gün yapılan görüşmelerde yargılamaların “derhal bitirilmesi” yönünde verilen talimat… Bütün bunlar, yaşananların bir güvenlik operasyonundan ziyade sistematik bir tasfiye planı olduğunu düşündürüyor.
1938’de yaşananlar ise bu tasfiyenin en acı halkasıydı. Uzun yıllar boyunca “isyan bastırma” olarak sunulan süreç, araştırmalarla, tanıklıklarla ve bugün Dersim’in dağlarında hâlâ açıkta duran kemiklerle birlikte bambaşka bir boyut kazanıyor. On binlerce insanın öldürüldüğü, yüzlerce köyün yok edildiği, çocukların ailelerinden koparıldığı ve coğrafyanın demografik olarak yeniden şekillendirildiği bir dönemden bahsediyoruz. Bu, bir askeri harekât değil; bir halkın kimliğini ve belleğini hedef alan ağır bir şiddet politikasıydı.
Tüm bunların ardından en basit insani talep bile yerine getirilmedi: Mezar yerleri hâlâ açıklanmadı. Araştırmacıların sahada tespit ettiği yüzlerce toplu mezar alanı, Dersim’in hafızasında birer sessiz çığlık gibi duruyor. Bir devlet, kendi yurttaşlarının mezarını niçin saklar? Bu sorunun cevabı, belki de hakikatin ortaya çıkmasından duyulan korkuda saklıdır. Bir mezardan değil; o mezarın anlatacaklarından duyulan korkuda…
Bugün yükselen yüzleşme çağrıları, bir intikam isteği değil; geleceğin daha adil olabilmesi için geçmişin karanlığını aydınlatma talebidir. Dünya örnekleri ortada: Devletler geçmişin hatalarıyla yüzleştiğinde küçülmez, aksine demokrasi derinleşir, toplum rahatlar. Türkiye’nin de kendi tarihine dürüstçe bakması, bir lütuf değil; gecikmiş bir borçtur.
Seyit Rıza’nın darağacındaki sözlerini hatırlamak, yalnızca bir anmayı değil; bugün hâlâ süren inkârın karşısına bir vicdan koymayı gerektirir. Bu topraklarda gerçek bir barışın, eşitliğin ve kardeşliğin yolu, ancak hakikatin üzerindeki sis dağıldığında açılacaktır.
88 yıl sonra bu çağrı hâlâ geçerli:
Yüzleşme olmadan iyileşme olmaz.
- Bir Hafızanın Çevresinde Dönüp Durmak: Seyit Rıza’nın 88. Yılı ve Dersim’le Yüzleşme Zorunluluğu - 15 Kasım 2025
- Hukuk Devleti ile Yargı Devleti Arasında: Kavramların Sessiz Savaşı ve Türkiye’nin Siyasal Gerçeği - 6 Kasım 2025
- Ali Babacan ve Başarı Söyleminin Ekonomi Politiği: Sermaye Birikiminin Sessiz Hikâyesi - 4 Kasım 2025



















