Denetimsizliğin Ülkesi: Türkiye’de Çalışma Hayatı Neden Bir “İşçi Mezarlığına” Dönüştü?

Türkiye’de son yıllarda yaşanan ekonomik türbülans, yalnızca mutfaklarda hissedilen bir yoksullaşmanın değil, aynı zamanda çalışma rejiminin tüm iliklerine kadar çözüldüğü bir yapısal dönüşümün ifadesi. Gelir kaybı büyüdükçe, güvencesiz işlerde çalışma baskısı artıyor; devlet kapasitesi zayıfladıkça işçi sağlığı ve güvenliği denetimleri fiilen buharlaşıyor; sosyal devletin gerilemesiyle birlikte ailelerin çocuk yaşta istihdam arayışına yönelmesi normalleşiyor. Bu tablo, üst üste yaşanan iş cinayetlerinin münferit değil, sistemsel olduğunun da en yalın kanıtı.

Bugün Türkiye’de işçi ölümü, neredeyse her gün rastlanan sıradan bir haber başlığına dönüştüyse, bunun nedeni kader değil; “denetim dışı büyüme”yi ekonomik modelin merkezine yerleştiren bir siyasi tercih.

Görünmeyen Kriz: Kayıt Dışı Emek Ekonomisi

Her ekonomik krizin, görünür bir yüzü bir de görünmeyen bir anatomisi vardır. Görünür olan; mutfak enflasyonu, resmi yoksulluk sınırları, artan geçim baskısıdır. Görünmeyen ise; kayıtdışı çalışmanın sessizce derinleşmesi, insanların ikinci ve üçüncü işlerde ölçeği büyüyen güvencesiz çalışmaya itilmesidir.

Bugün Türkiye’de kayıtdışı çalışmanın çeşitli araştırmalara göre yüzde 25–30 bandında seyretmesi, yalnızca ekonominin daraldığını değil, sosyal devletin işlev kaybını da anlatıyor. Yoksulluk derinleştikçe yeni “normal” şöyle kuruluyor:

  • Emekçiler aynı anda iki işte çalışıyor.
  • Ev eksenli üretim, taşeronluk ve günübirlik işler yaygınlaşıyor.
  • Aileler geçinebilmek için çocuklarını daha erken yaşta iş arayışına yönlendiriyor.
  • İş sözleşmeleri kâğıt üzerinde, çalışma saatleri fiilen sınırsız hale geliyor.

Bu tablo, “yoksulların çalışma ahlakı” ile değil; sermayenin denetimsiz genişleme alanı bulduğu bir devlet mimarisiyle ilgilidir.

Denetimsizliğin Kurumsallaşması: 10 Bin İşletmeden Kaçı Görülüyor?

Türkiye’de çalışma rejimini açıklayan en çarpıcı göstergelerden biri, Çalışma Bakanlığı’nın sahip olduğu teftiş kapasitesi. Son yıllarda çeşitli raporlar, Türkiye’de işyerlerinin yalnızca 10 binde 3–5’inin düzenli olarak denetlendiğini gösteriyor. Bu oran, Avrupa ortalamasının onlarca kat altında.

Bir başka ifadeyle:
10 bin işletmeden sadece 4’ü devlet tarafından gerçekten görülüyor.

Geri kalanı ise sermayenin insafına bırakılmış birer “kendi denetimini kendi yapan işletme” modeline dönüşmüş durumda. Bu durumun yarattığı sonuç ortada: madenlerden fabrikalara, limanlardan inşaatlara kadar her sektörde art arda yaşanan ölümcül iş kazaları, artık birer istisna değil, rejimin kendisi.

Bugün yaşanan iş cinayetleri ne tesadüf, ne kader ne de “gözden kaçmış ihmal.”
Bunlar sistemin ürettiği öngörülebilir sonuçlardır.

Çocuk İşçiliğinin Yeni Normalleşmesi

Ekonomik baskı derinleştikçe ailelerin hayatta kalma stratejileri de değişiyor. Son yıllarda çocuk işçiliğinde yeniden artış gözlenmesi, aslında devletin yoksulluğu yönetme biçiminin başarısızlığının en çarpıcı göstergesi.

MESEM’ler üzerinden “mesleki eğitim” adı altında çocukların asgari ücretin üçte biri düzeyinde çalıştırılması, yalnızca pedagojik değil, etik ve sosyal açıdan da ciddi bir kırılmadır. Aynı işi yapan bir yetişkin asgari ücret alırken, bir çocuk işçinin daha düşük ücretle çalıştırılmasını mümkün kılan bu yapı, esasında devletten sermayeye dolaysız bir servet transferi anlamına geliyor.

Çocukların fabrika bantlarında, depo koridorlarında, kimyasal içeren üretim hatlarında görülmeye başlaması, sadece yoksulluğun değil, sosyal devletin gerilemesinin sessiz çığlığıdır.

Türkiye Neden Bir “Emek Mezarlığına” Dönüştü?

Türkiye’nin son 10 yılda işçi ölümleri konusunda Avrupa’da ilk sıralara yerleşmesi, tesadüfen oluşmuş bir istatistiksel çarpıklık değil. Bu tabloyu yaratan üç ana unsur var:

  1. Denetimin olağanüstü zayıflığı
  2. Sendikal örgütlenmenin sistemli şekilde engellenmesi
  3. Ekonomik modelin düşük ücret–yüksek risk–yüksek kâr üzerine kurulması

Bu üçlü, işçileri yalnız bırakan, sermayeyi kuralsızlaştıran, devleti ise seyirci konumuna iten bir yapının fotoğrafını veriyor.

Türkiye’de bugün birçok işçinin olduğu gibi ölme ihtimali de çalışma koşullarının bir parçası haline gelmiş durumda. Bu, hiçbir modern toplumun kabul edebileceği bir norm değil. Ama Türkiye’de “iş kazası” olarak adlandırılan ölümler, çoğu zaman hızla gündemden düşüyor; devletin politikaları ise değişmiyor.

Yoksulluk Değil, Rejim Meselesi

Türkiye’de bugün yaşanan tablo, yalnızca ekonomik bir kriz değil; aynı zamanda emek rejiminin çöküşü. Denetimsizlik, örgütsüzlük, kayıtdışı çalışma, çocuk işçiliğinin yeniden normalleşmesi, iş cinayetleri…

Bunların hiçbiri münferit değil.
Hepsi aynı sorunun farklı yüzleri:
Sermaye birikimini, emeğin güvenliği ve yaşam hakkı pahasına büyüten bir ekonomi–siyaset mimarisi.

Türkiye’nin ihtiyacı artık tek tek işyerlerini teftiş eden bir bakanlıktan çok daha fazlası: sosyal devletin yeniden inşası, emeğin örgütlü gücünü güçlendiren demokratik bir zemin, çocukları işgücünden çıkaran bir eğitim sistemi ve “iş cinayetlerini kaza olmaktan çıkaran” bir siyasal irade.

Aksi halde, bu ülke daha uzun süre “görünmeyen işçilerin görünmez mezarlığı” olmaya devam edecek.