Zócalo’da Bir Çatlağın Tarihi: Meksika’nın 1935’teki Küçük Dünya Savaşı’ndan Bugüne Uzanan Yankı

Burada trenle gelirken görülen Lázaro Cárdenas, 1934'ten 1940'a kadar Meksika cumhurbaşkanıydı.

Tarihin bazı anları vardır; kalabalıkların bağırışında değil, meydanın taşlarına sinen titreşimde saklıdır anlam. Meksika’nın kalbi Zócalo’da 20 Kasım 1935’te yaşanan çatışma da tam böyle bir andı: Üç ölü, birkaç düzine yaralı… istatistikler küçük; fakat arka plan, bir ülkenin ruhuyla ilgili büyük bir hesaplaşmanın sessiz kayıtlarını taşır.

Bu “küçük savaş”, Meksika Devrimi’nin mirasına tutunanlarla onu berhava etmek isteyenlerin, yeni dünyanın vaatleriyle eski dünyanın hırslarını taşıyanların, yani kısacası ilerleme ile gericilik arasına sıkışmış bir ulusun çarpışmasıydı.

Cárdenas’ın Yükselişi ve Ülkenin Açılan Yarıkları

1930’lar Meksikası, Lázaro Cárdenas’ın siyaset sahnesine girişiyle yeniden maya tutan bir umut dönemiydi. Cárdenas, “ülkenin gerçek sahipleri” olarak işçileri ve köylüleri tanıyan bir devrimci tonlama getirdi. Toprak reformu hızlandı; fabrika kapılarında işçilerin sesi eskiye kıyasla biraz daha gür çıkmaya başladı; yoksullar, ilk kez devlet denen o uzak gölgeye dokunabileceklerini hissettiler.

Fakat her devrimci hamle gibi bu da yeni bir çatlak yarattı. Orta sınıfların ve büyük sermayenin tedirginliği büyüyor; devletin Meksika Komünist Partisi’ne uyguladığı baskının gevşemesi, bu huzursuzluğun su yüzüne çıkmasına neden oluyordu.

Avrupa’da yükselen faşizmin gölgeleri Meksika’ya da düşmüştü. Almanya ve İtalya’nın örgütlenmelerine öykünen milliyetçi gruplar arasında en gürültülü olanı “Altın Gömlekliler”di. Yabancı diplomatik misyonların ilgisi ve yerli sermayenin desteği, sokaklara taşacak bir gerilimi kaçınılmaz kılıyordu.

Faşizm ile Halk Hareketi Arasında Birikmiş Öfke

1935 yılı, adeta her ay yinelenen bir prova gibiydi: Altın Gömlekliler işçilerin yürüyüşlerine saldırıyor, komünistler buna karşılık mitinglere çağrı yapıyordu. Bu çatışmalar artık ideolojik bir tartışmayı aşmış; sınıfsal çıkarların açık bir hesaplaşmasına dönüşmüştü.

Camisas Doradas, yani “Altın Gömlekler”, o dönemde Avrupa’da güç kazanan faşist harekete Meksika’nın cevabıydı.

Ülkenin önde gelen iş insanlarının faşist güçlere verdiği finansal destek, bu mücadelenin ekonomik arka planını gözler önüne seriyordu. Meksika, bir devrim ülkesiydi ama devrimin çocukları ile devrimden beslenenler, aynı vatan toprağında birbirine düşmüş durumdaydı.

20 Kasım: Devrim Günü’nde Devrimin Sınandığı An

Cárdenas’ın Devrim Günü törenlerine ilk kez katıldığı 1935 sabahı, Zócalo meydanına yalnızca resmi kortejler değil, tarihin ağırlığı da yürüyordu. Altın Gömlekliler geçit yapmak için ilerlerken, komünistler bu geçişi engellemeye kararlıydı.

Bir yanda Nicolás Rodríguez’in yönettiği faşist kortej, diğer yanda muralist David Alfaro Siqueiros ve sendika lideri Valentín Campa’nın örgütlediği halk güçleri… Zócalo, bu iki dünyanın birbiriyle çarpışacağı kaçınılmaz bir sahneye dönüşmüştü.

Çatışma bir anda patladı:

  • Genç komünistler, faşistlerin atlı birliğinin önüne havai fişekler attı.
  • Atlar ürktü, diziliş bozuldu.
  • Ardından taksi şoförlerinden oluşan gizli bir komünist birlik araçlarıyla barikat gibi faşist saflara daldı.

Dakikalar içinde meydan, bir devrim ülkesinde devrim gününü kana bulayan bir savaş alanına döndü.

Savaş Sonrası: Dağılan Faşizm, Yükselen Halkın Özgüveni

Üç ölü, onlarca yaralı… ama belki de en önemlisi, Meksika’nın politik yönelimlerinin görünür hale gelmesiydi.

İşçi hareketi derhal hükümete baskı yaptı; Altın Gömlekliler Şubat 1936’da yasaklandı. Çatışmada ölen genç komünistlerin cenazesine on binler akın etti; PCM, tarihinin belki de en geniş halk desteğine ulaşmıştı.

1935 Devrim Günü’nde Palacio Nacional önünde çatışmalar çıktı

Ama devrimci romantizmin kısa ömrü vardı. Cárdenas yönetimi, güçlenen komünist hareketi bir noktada tehdit olarak görmeye başladı. 1940’a gelindiğinde PCM yeniden baskı altındaydı; faşist akımlar ise başka adlar altında varlığını sürdürüyordu.

Zócalo’nun Sessiz Sorusu: Kimindir Bu Devrim?

Zócalo çatışması, Avrupa’daki faşizm-komünizm ikileminin bir kopyası değildi; Meksika’nın kendi tarihsel gerilimlerinin bir izdüşümüydü. Devrimci idealler ile karşı-devrimci arzuların, yoksulların talepleri ile sermayenin çıkarlarının, köylülerin umudu ile devletin tereddüdünün görünür hale geldiği bir andı.

O gün Zócalo’da patlayan çatışma, aslında daha derin bir sorunun cevabını arıyordu:

Meksika Devrimi kimin devrimiydi?

Bu sorunun kesin bir cevabı yok. Ama meydanın taşlarında hâlâ şu yankı dolaşıyor:
Devrim, onu sahiplenen ile ona sahip çıkıyormuş gibi yapan arasındaki bitmeyen bir çekişmedir.