Kadınları Öldüren Erkekler Kim? Yeni Araştırmalar Ortak Deseni Açığa Çıkarıyor

Dünyanın farklı ülkelerinde her hafta benzer haberler okuyoruz: Bir kadın, ayrılmak istediği erkek tarafından öldürülüyor. Bir diğeri, uzun süredir şiddet gördüğü birlikte olduğu erkek tarafından hayatından koparılıyor. Aralarında genç, yaşlı, kentli, köylü; eğitimli ya da eğitimini yeni tamamlamış kadınlar var. Farklı hayatlar… Ama ölümle sonuçlanan ilişkilerinin ardında şaşırtıcı şekilde ortak bir örüntü bulunuyor. Son dönem araştırmaları, kadın cinayetlerinin büyük bölümünün partner ya da eski partner tarafından işlendiğini ve bu ölümlerin benzer davranış kalıplarıyla şekillendiğini ortaya koyuyor.

Araştırmalara göre kadın cinayetlerinin merkezinde, erkeklerin “güç kaybı” olarak algıladığı ayrılık, bağımsızlaşma veya partnerin hayatına dair kontrolü kaybetme duygusu yatıyor. Bu olgu, sadece belirli bir ülkeye özgü değil; Avrupa’dan Latin Amerika’ya, Türkiye’den Kuzey Amerika’ya kadar birçok bölgede gözlenen bir gerçeklik.

“Güç Dengesinin Bozulması”: Ölümcül Kırılma Noktası

Uzmanların incelediği yüzlerce vakada ortaya çıkan ortak nokta, katillerin çoğunlukla derin bir cinsiyetçi dünya görüşüne sahip olması. Erkekler, ilişki içerisinde kendilerini “aile reisi”, “evin sahibi” veya “otorite figürü” olarak tanımlıyor; karşılarındaki kadını ise bakım, ev içi işler ve itaat rolüne hapsediyor. Ancak bu düşsel güç konumu sarsıldığında —kadının ayrılık kararı, başka bir hayat kurma isteği, ekonomik bağımsızlığı veya erkeğin işsizliği gibi nedenlerle— erkekler bunu bir “hak kaybı” olarak görüyor.

Araştırmalar gösteriyor ki partnerlerini öldüren erkeklerin büyük çoğunluğu, ilişkilerinde uzun süredir süren bir şiddet döngüsünü sürdürüyor: Fiziksel saldırılar, tehditler, aşırı kıskançlık, takip etme, dijital gözetim, çocukları baskı aracı olarak kullanma… Bu şiddet davranışları çoğu zaman döngüsel. Birkaç günlük “pişmanlık”, “özür dileme” ve “tekrar olmayacak” sözlerinin ardından, şiddet yeniden başlıyor.

Bu mekanizma, pek çok ülkede kadınların ilişkiyi terk etmesini zorlaştırıyor; ayrılık kararı ise çoğu vakada ölüm riskini artırıyor. Dünya genelinde yapılan çalışmalar, partnerinden ayrılmaya çalışan kadınların, en yüksek ölüm riskini ayrılığın ilk aylarında yaşadığını gösteriyor.

Toplumsal Sınıf, Eğitim ve Göç: Tek Başına Belirleyici Değil

Araştırmalar, kadınları öldüren erkeklerin toplumun tüm kesimlerinden geldiğini ortaya koyuyor: Polisler, işçiler, büro çalışanları, öğretmenler, işsizler… Ancak bazı faktörler risk düzeyini yükseltiyor.
Ekonomik kırılganlık, düşük eğitim seviyesi, işsizlik, ruhsal sorunlar ve yaygın madde bağımlılığı pek çok ülkede femisid vakalarında daha sık görülüyor. Bu durum, cinsiyetçi zihniyetle birleştiğinde tehlikeli bir şiddet patlaması yaratabiliyor.

Göçmen erkeklerin bazı ülkelerde kadın cinayetlerinde yüksek oranda temsil edilmesi ise sıklıkla yanlış yorumlanıyor. Araştırmalara göre bunun nedeni kültürel “köken” değil; göçün yarattığı ekonomik kırılganlık, toplumsal yalnızlaşma ve erkeklerin patriyarkal rollerinin yeni toplumda çözülmesiyle ortaya çıkan kriz duygusu. Bilim insanları bu nedenle altını çiziyor: Kadın cinayetleri “ithal edilen bir sorun” değil; patriyarkal şiddet bütün toplumlarda kendi biçimleriyle üretiliyor.

Patriyarkal Düzenin Kökü: Erkeklik Modelleri ve Siyaset

Uzmanlar, kadın cinayetlerinin yalnızca bireysel suçlar olarak ele alınmasının yetersiz olduğunu vurguluyor. Araştırmalar, erkeklik idealleri ile politik atmosfer arasındaki ilişkiyi de görünür kılıyor.

Dünya genelinde otoriter ve muhafazakâr siyasetlerin yükseldiği dönemlerde, geleneksel cinsiyet rolleri yeniden yüceltiliyor; kadınların bağımsızlığına yönelik tepkiler toplumsallaştırılıyor. Bu, kadınlara yönelik şiddeti artıran kültürel bir zemin yaratıyor.

Araştırmacılar, erkek çocukların hâkimiyet, güç gösterisi, duygularını bastırma ve kadınları “tamamlayıcı” bir konuma yerleştirme modelleriyle sosyalleştirilmesinin, ilerleyen yaşlarda şiddeti mümkün kılan zihinsel altyapıyı oluşturduğunu söylüyor.

Dolayısıyla femisid, yalnızca bireysel bir eylem değil; kuşaklar boyunca yeniden üretilmiş patriyarkal normların bir sonucu.

Sayılar Düşse Bile Tehlike Artıyor

Bazı ülkelerde kadın cinayeti sayıları son yıllarda hafifçe azalmış gibi görünse de uzmanlar uyarıyor:
Kadınlara yönelik nefret suçları, tehditler ve psikolojik şiddet vakaları dünya çapında artıyor.

Ev içi şiddetin yükselişi, ekonomik krizler ve giderek güçlenen aşırı sağ hareketlerin cinsiyetçi söylemleri, kadınların güvenliğini tehdit eden toplumsal iklimi derinleştiriyor.

Mücadele Yapısal Dönüşüm Gerektiriyor

Yeni araştırmaların ortak mesajı net: Kadın cinayetleri bireysel sapmalar değil, toplumsal yapıların ürettiği şiddet biçimidir.
Bu nedenle çözüm de bireysel değil, yapısal olmak zorunda.

Uzmanlar, kız çocuklarının ve erkek çocuklarının eşitlikçi modellerle büyütülmesinden, ekonomik bağımsızlık politikalarına; hukuki koruma mekanizmalarından, siyasal söylemlerdeki cinsiyetçi ifadelerin terk edilmesine kadar geniş bir mücadele öneriyor.

Patriyarkanın kökleşmiş güç ilişkilerini dönüştürmeden femisid vakalarının istikrarlı biçimde azalmayacağı açık şekilde görülüyor.