Marmara Denizi çevresinde yayımlanan son kırılganlık analizi, yalnızca bölgesel bir alarm değil; Türkiye’nin tüm kıyı politikalarının, hatta kentleşme anlayışının duvara çarptığını gösteren geniş bir uyarı niteliği taşıyor. Yaklaşık 1,6 milyon insanın yüksek risk altında yaşadığı Marmara kıyıları, artık iklim krizinin soyut bir gelecek tehdidi olmadığını, tam tersine bugünün somut gerçeği olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Kıyı şeridinin yüzde 60’ının orta, yüzde 12’sinin ise yüksek risk kategorisinde yer alması, Türkiye’nin en yoğun nüfuslanan ve en ağır sanayi baskısı taşıyan bölgesinin kırılganlığını açığa çıkarıyor. Kocaeli’nin yüzde 26,5 ile en yüksek riskli nüfusa sahip il olması şaşırtıcı değil; çünkü son 40 yılda sanayi tesisleri ve yoğun yerleşim, doğal kıyı hatlarını neredeyse tamamen silmiş durumda. Aynı tablo Yalova, Bursa ve İstanbul’un doğu kıyılarında da karşımıza çıkıyor. Toprak kaybı, fırtınalar, kıyı erozyonu, taşkın riski ve yükselen deniz seviyesi, birbiriyle birleşen bir tehdit zinciri haline gelmiş durumda.
Marmara’nın yarı kapalı yapısı, bu etkileri daha çarpıcı kılıyor. Doğal kıyı ekosistemlerinin büyük bölümünün kaybedildiği bir denizde iklim değişikliğinin kendisini daha hızlı ve daha yoğun göstermesi kaçınılmaz. Stanford Üniversitesi’nin InVEST modeliyle yapılan analizler, sorunların yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda sosyoekonomik olduğunu da ortaya koyuyor. Yani mesele yalnızca eriyen sahiller değil; aynı zamanda risk yönetimi, altyapı yetersizlikleri, yanlış yerleşim kararları ve yılların plansız büyümesinin yarattığı kırılgan bir toplumsal yapı.
İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cem Gazioğlu’nun vurguladığı gibi, doğal kıyı alanları neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Bu yalnızca çevresel bir kayıp değil; geleceğin ekonomik maliyetlerinin, sosyal krizlerinin ve ekolojik yıkımlarının da habercisi. Deniz çayırları, kıyı ormanları, sulak alanlar gibi habitatlar, hem iklim direnci hem de toplum güvenliği açısından kritik. Buna rağmen onlarca yıldır kıyılar, betonlaşma ve sanayi genişlemesinin sessiz kurbanı oldu.
IPCC senaryoları da bizi yanıltıcı bir rahatlığa sürüklememeli. Bazı senaryolarda kısa vadeli kırılganlığın azaldığı görülse de bu, uzun vadeli risklerin büyüdüğü bir fırtına sessizliği. Artan deniz sıcaklıkları, sıklaşan ekstrem fırtınalar, ani taşkınlar ve sert erozyon süreçleri, Marmara’yı giderek daha çetin bir iklim eşik bölgesine dönüştürüyor.
Bugün yapılacak en kritik şey, Marmara’yı yalnızca bir coğrafya olarak değil, bütünleşik bir yaşam alanı olarak yeniden düşünmek. Doğa temelli çözümler, mühendislik odaklı geleneksel güvenlik bariyerlerinden daha etkili ve daha sürdürülebilir. Ancak Türkiye’nin kıyı politikalarının, merkeziyetçi bir planlama anlayışıyla yerel riskleri görmezden gelmeye devam ettiği açık. Her kıyı kentinin, kendi jeolojik yapısına, kendi nüfus baskısına ve kendi kırılganlıklarına göre ayrı uyum planlarına ihtiyacı var.
Bu tablo, Türkiye’nin iklim krizine yaklaşımındaki yapısal zafiyetleri görünür kılıyor. Sorun yalnızca Marmara’da değil; Karadeniz’den Ege’ye, Akdeniz’den göl havzalarına uzanan geniş bir kırılganlık haritasının yalnızca en yoğun parlayan noktası Marmara. Ancak Marmara’nın özel bir rolü var: Türkiye’nin ekonomik omurgası burada atıyor. Bu nedenle bu bölgedeki iklim kırılganlığı, yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ulusal bir güvenlik meselesi.
Bugün atılacak adımlar, yarının çok daha sert bedellerini belirleyecek. Ya Marmara’yı ve Türkiye kıyılarını doğayla uyumlu bir yönetim aklıyla dönüştüreceğiz ya da iklim krizinin karşısında savunmasız bir coğrafya olarak kalmaya devam edeceğiz. Marmara’nın kıyıları, bize geleceğin ne kadar yaklaştığını çoktan göstermiş durumda.
- Marmara Kıyıları: Türkiye’nin Görmek İstemedigi İklim Eşiği - 2 Aralık 2025
- Gençlik ve Çete Gerçeği: Kentin Kırık Yerlerinden Yükselen Bir Çığlık - 1 Aralık 2025
- Çürümenin İçinde Hukuk Nereye Kadar Yaşayabilir? - 6 Kasım 2025














