Asgari Ücretin Sessiz Çöküşü: TÜİK’in Rakamları, DİSK-AR’ın Uyarıları ve Gerçek Hayatın Ağırlığı

Türkiye’de ücretlilerin yaşamı artık grafiklerle değil, doğrudan mutfakla ölçülüyor. DİSK-AR’ın son Enflasyon Bülteni ise tam da bu mutfağın gerçekliğini bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor: Asgari ücret kasım ayında enflasyon karşısında 6 bin 574 lira değer kaybetti. Kağıt üzerinde hâlâ aynı miktar; ama pazar filesi, doğalgaz faturası, kira, ulaşım… Hepsi başka bir ülkenin parasıyla yaşıyormuşuz gibi.

DİSK-AR’ın değerlendirmesi sert: “TÜİK, işçilerin, memurların ve emeklilerin ekmeğiyle oynamaya devam ediyor. Aylık enflasyon yüzde 0,87. Bu, zam döneminde milyonlarca emekçinin daha düşük artış alması demek.” Bu cümle, sadece bir istatistik tartışması değil; aynı zamanda Türkiye’de enflasyonun kimin sırtında taşındığının da ifşası.

Enflasyon Yavaşlıyor mu, Yoksa Yoksullaşma mı Hızlanıyor?

TÜİK’e göre fiyat artış hızının düşmesi, yani enflasyonun baz etkisiyle “yavaşlaması”, hükümetin ekonomiye dair başarı söylemlerinin ana malzemesi. Oysa DİSK-AR’ın hatırlattığı temel bir gerçek var:
Enflasyonun yavaşlaması fiyatların düştüğü anlamına gelmiyor; fiyatlar artmaya devam ediyor. Ve bu artış, toplumun tüm kesimlerini eşit biçimde vurmuyor.

Düşük gelir grupları, harcamalarının büyük kısmını gıdaya ayırıyor. TÜİK’in kendi verileri bile 2003’ten bu yana fiyatlar genel seviyesinin 34,8 kat, gıda fiyatlarının ise 48,3 kat arttığını gösteriyor. Yani mutfak ısrarla daha hızlı yanıyor.

Bu nedenle asgari ücretlinin enflasyon hissi, TÜİK’in resmi enflasyonundan çok daha keskin. DİSK-AR’ın sınıfsal enflasyon analizinde görüldüğü gibi:
En düşük gelir grubunda 100 birimlik gelirin 30,4 birimi gıdaya gidiyor. En zengin yüzde 20’de ise 763 birim gelirden gıdaya sadece 97,7 birim ayrılıyor. Aradaki fark, enflasyonun kimin cebinde ağırlaştığının en sade açıklaması.

Madde Fiyat Listesi: Görünmeyen Enflasyon

Bültendeki bir başka kritik nokta, TÜİK’in Haziran 2022’den beri madde fiyat listesini yayımlamaması.
Yani, domatesin ortalama fiyatı ne, ekmek kaç para, peynir ne kadar arttı? Bilmiyoruz.
Bunu bilmeden enflasyonu tartışmak, gözü bağlı bir şekilde karanlıkta yön bulmaya çalışmak gibi.

Üstelik TÜİK, DİSK’in açtığı davada kesinleşen yargı kararına rağmen bu listeyi hâlâ açıklamıyor. Şeffaflıktan kaçınmanın, enflasyon rakamlarına ilişkin güvensizliği derinleştirdiği açık.

Asgari Ücretin Erimesi: Bir Hesap Değil, Bir Yaşam Hikâyesi

DİSK-AR’ın tespiti net:
Asgari ücret yılın 11. ayında 6 bin 574 lira eridi.

Bu rakam, sofradan eksilen etin, okul servisinden vazgeçilen yolun, elektrik faturasından kısılan ısının hikâyesidir. Çocukların süt içme sıklığını, yetişkinlerin dengeli beslenme hakkını belirleyen görünmez bir kesinti bu.

Bir ülkenin çalışan kesimi, her ay binlerce lira reel kayıp yaşarken, “asgari ücret artışı” artık emekçinin nefes almak için konulan küçük bir oksijen tüpü gibi. Bir sonraki zam dönemine kadar tüp bitiyor; yoksulluk daha da derinleşiyor.

Peki Çözüm?

Bu tabloyu düzeltmenin yolu, enflasyonun gölgesinde saklanan ücret politikalarını cesurca tartışmaktan geçiyor. En azından:

  • Enflasyon sepetinin şeffaflaştırılması,
  • Gelir gruplarına göre “gerçek enflasyon” hesaplaması,
  • Gıdada ve kirada etkili bir fiyat denetimi,
  • Asgari ücretin yılda bir kez değil, gerçekleşen enflasyona göre güncellenmesi…

Bunlar toplumsal gösteriş değil; hayatta kalmanın gereklilikleri.

DİSK-AR’ın raporu bize şunu yeniden hatırlatıyor:
Türkiye’de yoksullaşma bir istatistik değil, toplumsal bir hafıza kaydıdır. Ve bu kayıt, her gün milyonlarca çalışanın cebinde yeniden yazılıyor.