Bir Müdürün Hikâyesi: Erdoğan’ın Şikâyet Ettiği İsim Nasıl Terfi Aldı?

Türkiye’de emniyet teşkilatının iç dengeleri uzun zamandır tartışma konusu. Ancak T24 yazarı Tolga Şardan, son yazısında öyle bir tablo açığa çıkarıyor ki, mesele artık yalnızca idari zaaflar değil; devlet içi tutarlılık ve kurumsal güvenilirlik açısından da ciddi bir soru işareti haline dönüşüyor.

Bir yanda Cumhurbaşkanı’nın bizzat şikâyetçi olduğu bir polis müdürünün bugün kritik bir görevi sürdürmesi, diğer yanda İzmir Emniyeti’nde “mafya filmi” tadında yaşanan tuhaflıklar…
Şardan’ın ortaya koyduğu detaylar, teşkilattaki çatlakların artık saklanamaz boyuta ulaştığını gösteriyor.

FETÖ Davasında Erdoğan’ın Şikâyetçi Olduğu Müdür: Bugün Terörle Mücadele’de Başkan Yardımcısı

Tolga Şardan’ın aktardığına göre, Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi Başkan Yardımcısı görevindeki M.Y.G., 2015 yılında Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde FETÖ üyeliği iddiasıyla yargılanmıştı.

Daha da çarpıcı olan şu:

  • Davanın şikâyetçileri arasında dönemin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan vardı.
  • Erdoğan’ın avukatları süreçte müdahil oldular; vekâletname dava dosyasına geçti.
  • M.Y.G. tutuklanmış, daha sonra yargılama sonucunda beraat etmişti.

Beraat eden kamu personelinin göreve dönmesi mümkün; elbette hukuk gereği böyle olmalı.
Ancak Şardan’ın altını çizdiği noktada haklı bir çelişki var:
Benzer davalardan beraat etmiş pek çok polis görevine dönememişken, bu müdür nasıl oldu da devletin en kritik dairelerinden birine getirildi?

Bu sorunun yanıtı, bugünkü politik önceliklerin, ilişki ağlarının ve personel tercihlerinin şeffaflıktan çok uzak bir zeminde şekillendiğini gösteriyor.

Soylu Döneminden Bu Yana Uzanan Bir Atama Zinciri

Şardan’ın tespitine göre, M.Y.G.’nin bugün bulunduğu pozisyona uzanan yol, Süleyman Soylu döneminde açıldı.
2022’de Diyarbakır’dan Ankara’ya çekilen müdürün, kritik görevlere atanmasında kimlerin devreye girdiği de emniyet koridorlarında bilinen bir sır.

Ancak daha ilginci şu:
Bu kadar kritik bir isimle ilgili gelişmeler olurken, “uçan kuştan haberi olur” denilen istihbarat birimlerinin tüm bu süreçlerden haberdar olup olmadığı bile meçhul.

Ya haberleri yoktu — ki bu büyük bir zafiyet demektir.
Ya da haberleri vardı — bu da bambaşka bir tartışma kapısı açar.

İzmir Emniyeti: Bir Polis Teşkilatı Değil, Sanki Aile Arabası Filmi

Şardan’ın yazısının ikinci bölümü ise İzmir’den gelen iki “tuhaf” olayı içeriyor. Bu olaylar, emniyet içindeki disiplin ve etik sorunlarının boyutunu göstermesi bakımından ibretlik.

a. Devlet Aracıyla Şirince Gezmesi

– Trafik kontrolünde 170 km hızla yakalanan bir araç…
– İçinden çıkan iki kişi polis değil…
– Araç, İzmir Emniyeti’nin kritik bir şubesine ait!
– Sürücü ise o şube müdürünün kardeşi.
– Araç “kız arkadaşıyla Şirince gezmesi” için verilmiş.

Bu tablo, devlet araçlarının nasıl “aile otomobili” gibi kullanıldığını gözler önüne seriyor.

Ayrıca aynı müdürün, eşine de benzer bir araç tahsis ettiği iddiası var.
Hatta kaza yapılmış, polisler kazayı “üstlenmiş”.
Soruşturma açıldı.

b. Makam Aracıyla Rüşvete Giden İş İnsanı

İzmir’deki ikinci skandal daha da çarpıcı:

– Bir savcı ve bir iş insanı, önemli bir şube müdürünü ziyaret ediyor.
– İş insanı “acil işim var” diyerek makam aracı istiyor.
– Müdür, makam aracını ve şoförünü tahsis ediyor.
– İş insanı, aracın çakarları yanık halde Menderes’teki bir benzinliğe giriyor.
– Ofise geçiyor ve seri numarası alınmış 12.500 dolarlık rüşveti teslim alırken jandarma tarafından suçüstü yakalanıyor.

Operasyonun içine, şube müdürünün makam şoförü de dahil oluyor.
Şube müdürü “talimat verdim” iddiasıyla olaya bağlanıyor.
Savcılık soruşturma başlattı, Emniyet Genel Müdürlüğü müfettiş görevlendirdi.

Teşkilatın En Kritik Birimlerinde Bu Tür Skandalların Yaşanması Ne Anlama Geliyor?

Tolga Şardan’ın yazısı, yalnızca iki örneği değil, aslında büyük bir sorunun sembollerini ortaya koyuyor:

– Denetim zafiyeti,
– Siyasi etki,
– Kurum içi çifte standart,
– Hesap vermezlik,
– Atama süreçlerinde keyfiyet,
– Kamu gücünün kişisel ilişkilere payanda olması.

Bu tablo karşısında İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın zaman zaman kamuoyuna yansıyan tepkilerinin neden toplumu ikna edemediği daha iyi anlaşılıyor.

Bir Dipnot: Futbol Dünyasına Düşen Gölge

Şardan’ın yazısının son bölümü, biraz nefeslik olsa da, aslında Türkiye’nin genel ruh halini de yansıtıyor.
Beşiktaş Teknik Direktörü Sergen Yalçın’ın “Gelin siz yapın” çıkışı, eleştiriye kapanan, sorumluluğu başkasına yıkan atmosferin küçük ama anlamlı bir izdüşümü.

Kurumsal Güven Zedelenirken…

T24 yazarı Tolga Şardanın analizinde ortaya çıkan tablo, tekil vakaların ötesinde bir kurumsal aşınmayı işaret ediyor.
Bu aşınmanın sadece emniyeti değil, yurttaş-devlet ilişkisini de etkilediği aşikâr.

Bugün yaşananlar, yarın konuşacağımız daha büyük krizlerin habercisi olabilir.
Kamu gücüyle kişisel ilişki ve çıkar alanlarının kesiştiği her yerde olduğu gibi, bu hikâyenin kaybedeni yine toplum oluyor.