İPA Başkanı Doç. Dr. Buğra Gökce: “İddianame Adil Yargılanma ve Masumiyet Karinesini İhlal Ediyor”

Buğra Gökçe

İPA (İhale ve Proje Araştırmaları) Başkanı Doç. Dr. Buğra Gökce, Silivri Cezaevi’nden sosyal medya hesabı üzerinden yayımladığı açıklamada, 8,5 aydır tutuklu yargılanmakta olduğunu hatırlatarak kendisine yöneltilen suçlamaları ayrıntılı şekilde yanıtladı. Gökce, “rüşvet” ve “suç örgütü üyeliği” iddialarına ilişkin iddianamede kendisine yönelik somut bir fiil veya delil bulunmadığını, süreçte ağır usul hataları yapıldığını öne sürdü.

Gökce açıklamasında ilk olarak, ifade özgürlüğü ve adil yargılanma açısından önemli bir itirazda bulunarak, “Soruşturma belgelerine erişimim kısıtlıyken iddianamenin tüm ülkeye açılması adil yargılanma ve masumiyet karinesi açısından ağır bir ihlaldir” dedi. Kendi rızasıyla emniyet birimlerine gittiğini, gözaltı ve tutukluluk sürecinde yöneltilen suçlamalara sekiz buçuk ay boyunca hiçbir somut delil sunulmadığını belirtti.

İddianamenin yaklaşık dört bin sayfa olduğunu ve bu kapsamda “rüşvet” suçuna dair herhangi bir isnadın yer almadığını ileri süren Gökce, MASAK raporları ve diğer mali incelemelerde mal varlığında usulsüz artış, şüpheli para hareketi ya da gizli/açık tanık beyanı tespit edilmediğini vurguladı. Sahibi olduğu iki konutun da 30 yıllık birikim ve banka kredileriyle edinildiğinin iddianamede bulunduğunu belirterek, “Tek kuruş haksız kazanç elde etmediğim resmî belgelerle ortaya çıkmıştır” ifadelerini kullandı.

İddianamedeki bazı ihaleye fesat iddialarına da tek tek yanıt veren Gökce, isnat edilen dört olaydan ikisinin görevi sırasında (2020 İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliği dönemi) diğer ikisinin ise 2023 Kasım’ında İBB’den ayrıldıktan sonra gerçekleştiğinin belgelerle kolaylıkla tespit edilebileceğini söyledi. “Fiilen görevde olmadığım yer ve zaman dilimlerine ilişkin bu iddialar, iddianamenin kendi içinde dahi tutarlı olmadığını göstermektedir” dedi.

Görev yaptığı döneme ilişkin diğer iddialara karşı ise Gökce, söz konusu ihalelerin belediye iştirakleri tarafından kazanılan işletmeler ve hizmet alımlarına ilişkin olduğunu; kendisinin bu süreçlerde muhammen bedel belirleyen ya da şartname hazırlayan teknik komisyonlarda yer almadığını; genel sekreter yardımcısı sıfatıyla yalnızca evrakı encümene sevk etmek ve sürecin mevzuata uygunluğunu kontrol etmekle yükümlü olduğunu belirtti. Bu nedenle “ihaleye fesat” suçunun maddi unsurlarını oluşturabilecek bir tasarrufunun bulunmadığını savundu.

Reklam mecralarına ilişkin ihaleler özelinde daha önce verilen soruşturma izninin Danıştay 1. Dairesi tarafından iptal edildiğini hatırlatan Gökce, Danıştay kararında muhammen bedel belirlemenin uzmanlık isteyen ayrı komisyonlarca yapıldığının ve genel sekreter yardımcısının bu işlerden sorumlu tutulamayacağının açıkça belirtildiğini öne sürdü. Bu yargısal karara rağmen iddianamedeki yaklaşımların devam ettiğini ifade etti.

“Örgüt üyeliği” suçlamasına ilişkin değerlendirmesinde ise iddianamenin HTS ve sinyal kayıtları üzerinden yapılan soyut çıkarımlara dayandığını, iddianamede herhangi bir örgütsel hiyerarşi, talimat ilişkisi, çıkar temini veya para trafiği içinde bulunduğuna dair somut göstergelerin yer almadığını kaydetti. Gökce, kamu görevi kapsamında yürütülen mesleki temasların ve görevin gereği kurulan iş ilişkilerinin, “var olmayan bir örgütün üyeliği” şeklinde kriminalize edilemeyeceğini savundu.

Açıklamasını sonuçlandırırken Gökce, iddianamenin kendisi açısından şu noktaları belgelediğini belirtti: mal varlığında usulsüz artış olmadığı, maddi veya siyasi herhangi bir çıkar ilişkisine girilmediği ve örgüt üyeliği ya da ihaleye fesat suçlarına dayanak teşkil edebilecek somut bir fiilin bulunmadığı. Ayrıca, dosyaya erişim hakkının kısıtlı olmasının ve iddianamenin kamuoyuna açılmasının adil yargılanma hakkına zarar verdiğini vurguladı.

Doç. Dr. Buğra Gökce’nin açıklaması, tutukluluk süresinin uzaması ve iddianamedeki iddiaların niteliği bakımından hukuki ve kamusal tartışma yaratabilecek nitelikte. Gökce’nin savunması, iddiaların somut delillerle desteklenmediğini ve süreçte usul eksiklikleri bulunduğunu öne sürüyor; bu iddiaların mahkeme sürecinde nasıl değerlendirileceği önümüzdeki duruşmalarla netleşecek.