4 Aralık Dünya Madenciler Günü, Karanlığın İçinde Aydınlık Arayanlar

Türkiye’nin yeraltı damarlarında dolaşan karanlık, yalnızca kömürün değil; insanın, emeğin, hafızanın karanlığıdır. Her 4 Aralık’ta, Dünya Madenciler Günü’nde, bu karanlık biraz daha yoğunlaşır. Çünkü bu topraklarda madencinin kaderi, ışığa doğru değil, daha derine doğru ilerleyen bir yol gibidir: Yukarıda unutuluş, aşağıda bilinmezlik.

Soma’da bir işçi konuşuyor, sesi tünellerde yankılanır gibi:
“Madenci demek diri diri mezara girmek demek.”
Bu cümle, bir insanın çalışma koşullarını değil, bir ülkenin vicdan haritasını anlatıyor. Zira burada karanlığa girmek yalnızca mesleğin doğası değil; siyasetle, ekonomiyle, ihmalin ağır nefesiyle yazılmış bir yazgı.

Sabahın soğuğu daha göğe asılmadan, yüzünü bile zor aydınlatan bir lambanın kısık ışığında inerler aşağıya.
Girdiklerinde karanlık…
Çıktıklarında yine karanlık.
Belki de madencinin gerçek mesaisi, karanlığı sırtında taşımaktır.

Soma’da, Ermenek’te, Amasra’da, Kozlu’da, Karadon’da—her madende aynı soru, aynı sızı: Neden hep biz?
Her ölüm “kader”le açıklanır, fakat herkes bilir ki kader, bu coğrafyada ihmallerle yazılır. Denetim denilen şey, çoğu zaman bir kâğıdın soğuk yüzüne sıkışmış bir imzadan ibarettir; o imza ise yerin yüzlerce metre altında bir işçinin kalp atışını duymaz.

Bugün madencilerin büyük öfkesi yalnızca ölüme yakın çalışmak değil; emeğin değersizleştirilmesi.
“İthal kömür emeğimizin çalınmasıdır,” diyor bir madenci.
Bu söz, dünyanın en eski çatışmasını yeniden hatırlatıyor: Sermayenin ucuzu, işçinin pahası.
Dışarıdan gelen kömür daha ucuz görünüyor olabilir; ama onun gerçek fiyatı Soma’nın, Kütahya’nın, Ordu’nun, Bergama’nın, Kırkağaç’ın, Savaştepe’nin işçilerine ödetiliyor.

Dört bin işçinin çalıştığı bir maden demek, dört bin evde ışığın yanması, dört bin çocuğun okul harçlığı, dört bin sofrada ekmek demek.
Bir işçi şöyle diyor:
“Termik santral durursa, çıkardığımız kömür değersizleşir. Maden kapanırsa Soma biter.”
Aslında bu söz, Türkiye’nin birçok emekçi kenti için de geçerli: Bir maden kapanınca yalnızca işçiler değil, bir kentin ruhu kapanır.

Madencilik, yalnızca bir iş kolu değildir.
Bir kültürdür, bir dayanışma biçimi, bir kader ortaklığı.
Ama Türkiye’de madenci, çoğu zaman yalnız bırakılmış bir emektir. Bir el feneri ışığıyla ayakta duran bir hayat.

4 Aralık, bu ülkede bir bayram değil; bir hatırlayıştır. Karanlığın üzerimize çöktüğü, ama yine de içinde bir ışık aradığımız gün.
Soma’nın 301 canını hatırlamak, yalnızca bir matem değil; bir borçtur.
Ölenlerin artık söyleyemediğini yaşayanların fısıldamasıdır:
“Bizi koruyun.”
“Emeğimize sahip çıkın.”
“Ölmemek için çalışmak istiyoruz.”

Bu ülkenin kömürünü çıkaranlar, aslında karanlığa gömülmüş bir adalet talebini de çıkarıyor.
Ve belki de en çok bugün, şunu fark etmemiz gerekiyor:
Madenci, yerin altına yalnız kendi bedenini değil, hepimizin vicdanını da indiriyor.

4 Aralık, madencinin günü değil; bizim yüzleşme günümüzdür.
Ve belki de bu yüzleşme, karanlığı değil, karanlıktan çıkma iradesini büyütmek içindir.