Tom Barrack ve Washington’un “Yeni Ortadoğu Pragmatizmi”: İstikrarın Bedeli Kimden Çıkıyor?

ABD, son yıllarda Ortadoğu’da geriye doğru çekilir gibi yapıp aslında elini çok daha ustaca sahaya sürmek için yeni aktörler seçiyor. Bu aktörlerden biri, hiç kuşkusuz Tom Barrack. Diplomasiden çok iş dünyasının koridorlarında biriken ilişkileriyle tanınan Barrack’ın bölgeye atanması, ABD’nin niyetini açık ediyor: “İstikrar” adı verilen o sihirli kelimenin ardında, meşruiyet sınırlarının yeniden çizildiği ve yerel aktörlerle “pragmatik” işbirliğinin normalleştirildiği yeni bir dönem.

Barrack, bölgeye demokratik değerler taşımaya değil, ABD çıkarlarını en ucuz maliyetle korumaya geldi. Bu nedenle de Washington’ın Ortadoğu’da uzun süredir yaptığı gibi, yine bedeli en çok bölge halklarına ödetilecek bir stratejiye yaslanıyor.

“İstikrar” Sözcüğünün Perde Arkası

Barrack’ın devir teslim açıklamalarına bakınca ABD’nin yeni bir strateji icat ettiği zannedilebilir: Askerî varlığı küçült, yerel güçlere alan aç, diplomasiyle şekil ver. Oysa bu, yalnızca eski oyunun yeni pazarlama cümlesi.

“İstikrar” derken kastettikleri şu:
ABD askeri harcamasını azaltacak, sahadaki riskleri yerel aktörlere devredecek, enerji ve güvenlik koridorlarını ise uzaktan kontrol etmeye devam edecek. Bu, demokrasi ihracı değil; güvenlik ihracı. Ve o güvenliğin bedeli yine bölgedeki siviller, azınlıklar, yerinden edilen halklar olacak.

Barrack’ın dili, uluslararası hukuku değil, hesaplanmış çıkar ortaklıklarını işaret ediyor. Kiminle konuşulacağı ve kimin meşru aktör ilan edileceği, insan hakları raporlarıyla değil, sahadaki “fiili hakimiyet” ile belirleniyor. Bu yönüyle Barrack, ABD’nin Ortadoğu’da yıllardır süren “fiili olan meşrudur” siyasetinin en rafine temsilcisi.

Suriye: Meşruiyetin Yelpazeye Dönüşmesi

Suriye sahasında Barrack’ın yaklaşımı özellikle dikkat çekici. ABD, artık yalnızca müttefik olarak adlandırdığı aktörlerle değil, daha önce “radikal” diye dışlanan gruplarla bile masaya oturulabileceğini ima eden bir çizgiye yaklaşıyor. Bu, dışarıdan bakıldığında “pragmatizm” gibi durabilir; ama aslında ABD’nin sıcak çatışmadan çekilip soğuk nüfuz alanlarına yatırım yapmasından başka bir şey değil.

Bu stratejinin uzun vadeli etkisi ne olur?
Kısa vadeli istikrar görüntüsü yaratır, evet. Ama aynı zamanda yalnızca savaşın taraflarını değil, savaşın suçlarını da meşrulaştırır. Ortadoğu’nun kronik sorunu da zaten bu değil mi? “Geçici çözüm” diye sunulan her hamlenin aslında uzun vadeli bir zehir olması…

Türkiye ile İlişkilerde Yeni “Pragmatik Normal”: Gülümserken Diş Sıkan Diplomasi

Barrack’ın Ankara ile ilişkilere bakışı da aynı çizgide. Ne tam bir yakınlaşma, ne de tam bir gerilim. Washington, Türkiye ile “ihtiyaç odaklı” bir ilişki kuruyor:
Suriye’de koordinasyon lazım mı? Masadayız.
NATO içinde denge gerekiyor mu? Devam ederiz.
İnsan hakları mı? Öncelik değil.

Bu model, AKP iktidarının uzun süredir arzuladığı ilişki biçimine de denk düşüyor: Eleştirilerin hacmi düşük, çıkar bazlı işbirliğinin hacmi yüksek.

Barrack’ın dili, Türkiye’deki otoriterleşme tartışmalarına mesafe koymakla kalmıyor; bunları politik denklemin doğal gürültüsü gibi görme eğilimi taşıyor. Bu nedenle Washington-Ankara ilişkisi bir “normalleşme” değil, daha çok çıkarların soğukkanlı mühendisliği.

“Askeri Çekilme” Bir Yalan mı?

ABD’nin Suriye’den çekileceği her söylendiğinde bölgede bir kesim bunu “ABD artık Ortadoğu’dan gidiyor” diye okuyor. Oysa Barrack’ın dilinde askeri çekilme, yalnızca konuşlanma biçiminin değişmesi demek.
ABD giderse ne olur biliyor musunuz?
Yerine başka araçlarla döner: Diplomasi, yatırım, yaptırım, özel güvenlik şirketleri, enerji anlaşmaları…

Bu yeniden yapılanmanın adı: Uzaktan hakimiyet.
Barrack’ın görevi tam da bu modeli makyajlamak ve sahaya uyarlamak.

Risk: Meşrulaştırmanın Gölgesinde Kaybolan Hakikat

Barrack çizgisinin en büyük riski şu:
İnsan hakları ihlallerini, toplu yerinden etmeleri, savaş suçlarını, mezhepsel şiddeti ve otoriterleşmeyi perdeleyen bir “pragmatizm”in normalleşmesi.

ABD, her zamanki gibi “bölge halklarının kaderini yerel güçlere bırakıyoruz” derken aslında bölgenin kaderini yine kendi çıkarlarına göre dizayn ediyor — ama bu kez daha az görünerek.

Bu daha tehlikeli. Çünkü görünmez müdahale, görünür olandan daha uzun ömürlüdür.

Sonuç: Barrack Doktrini mi, Yoksa Eski Hikâyenin Yeni Yorumcusu mu?

Tom Barrack’ın Ortadoğu için yeni bir sayfa açtığını söylemek iddialı olur. O, daha çok sayfanın kenarlarını törpüleyen biri. ABD, Ortadoğu’da artık “daha az asker, daha çok pazarlık” dönemi açıyor. Bu, şüphesiz küresel güç rekabetinin gereği. Ama demokrasi, insan hakları, sivillerin korunması söz konusu olduğunda Barrack yaklaşımı Washington’un gerçek niyetini açık ediyor:

ABD, Ortadoğu’da artık daha az görünerek daha çok etki yaratmak istiyor.
Ve bunun bedelini yine bölgenin halkları ödeyecek.