Bazı cümleler vardır, söylendiği anda rakam olmaktan çıkar; bir ülkenin kalp atışına dönüşür.
“İki ayda Denizli’de 40 kişi intihar ettiyse ben utanırım.”
Bu cümle, Denizli Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nde bir tartışmanın ortasında söylendi. Bir bütçe kalemi, bir sosyal yardım eleştirisi, bir “geleceği konuşalım” çağrısının içinden çıktı. Ama cümle orada kalmadı. Çünkü bu bir istatistik değildi. Bir itirazdı. Bir çöküşün yüksek sesle söylenmesiydi.
Meclis salonları çoğu zaman sayılarla konuşur: Kaç bina, kaç proje, kaç metrekare. O gün ise bir başka dil devreye girdi. Utancın dili. Ve utanç, siyasette en rahatsız edici kelimedir. Çünkü savunulamaz.
İntihar Bir Bireysel Çöküş Müdür?
Modern siyaset, intiharı hep bireysel bir trajedi olarak anlatmayı sever. “Psikolojik sorun”, “kişisel bunalım”, “ani karar”… Böyle anlatıldığında mesele çözülür. Çünkü sistem aklanır.
Oysa yoksulluk bir ruh hali değildir. Borç bir kişilik bozukluğu değildir. Çocuğuna ayakkabı alamamak, kirayı ödeyememek, her gün biraz daha küçülen hayatlar birer “kişisel tercih” değildir.
Bir kentte iki ayda 40 insan hayatına son verdiyse — sayı doğru olsun ya da olmasın — asıl soru şudur:
Bu ihtimal bile neden bu kadar tanıdık geliyor?
Çünkü bu ülkede artık intihar, haber değeri bile taşımıyor. Sessizce geçiliyor. “Aile istemedi” deniyor. “Sebep bilinmiyor” yazılıyor. Bilinmiyor değil; söylenmiyor.
Yoksulluk Görünmez Kılındığında
Denizli Meclisi’ndeki tartışmada bir cümle daha vardı:
“İnsanlar küçük bir altın için belediyenin kapısında sıraya giriyorsa…”
İşte tam orası. Yoksulluğun çıplak hali orasıdır. Ne istatistik ne grafik. Kapının önündeki sıra.
Sosyal yardımlar, iktidar anlatısında birer “lütuf” olarak sunuluyor. Oysa gerçekte sosyal yardımın kitleselleşmesi, sistemin iflasının ilanıdır. İnsanlar çalıştığı halde geçinemiyorsa, yardım kapılarında bekliyorsa, bu bir ekonomi politikası değil; bir yönetememe halidir.
Ve bu yönetememe hali, bir süre sonra toplumsal bir ruh haline dönüşür: Umutsuzluk.
Utanç Kime Aittir?
Meclis’te “Biz utanacak ne yaptık?” sorusu soruldu.
Belki de mesele tam olarak budur: Utanılacak bir şey yapılmadığını sanmak.
Utanç, bireysel bir ahlak meselesi değildir; kolektif bir aynadır. Bir ülkede kadın cinayetleri artıyorsa, uyuşturucu yaygınlaşıyorsa, sanal kumar gençleri yutuyorsa, insanlar açlıktan intiharı düşünüyorsa; utanması gereken tek tek insanlar değil, bu düzenin kendisidir.
Ama düzen utanmaz. Utanç duygusu, yalnızca hâlâ bakabilenlerde kalır.
Sessiz Bir Halk Sağlığı Krizi
Türkiye’de intiharlar üzerine konuşmak hâlâ tabu. Oysa bu bir halk sağlığı meselesidir. Yoksullukla, borçla, işsizlikle, barınma kriziyle doğrudan bağlantılıdır. Ama bu bağlantı bilinçli olarak koparılır. Çünkü bağ kurulursa sorumluluk doğar.
Denizli’de söylenen söz bu yüzden rahatsız ediciydi. Çünkü rakamdan çok bir şey yaptı: Sorumluluğu hatırlattı.
Son Söz Yerine
Belki gerçekten iki ayda 40 kişi intihar etmedi.
Ama bu ihtimalin kimseyi şaşırtmaması, asıl felakettir.
Bir ülkede insanlar yaşayamıyorsa, intihar sadece bir sonuçtur.
Ve bazı cümleler vardır; duyduğumuzda tartışmayız, dururuz.
“Ben utanırım.”
Belki de mesele, kimin utanıp kimin utanmadığı değil.
Mesele, hâlâ utanabilen bir yerimizin kalıp kalmadığıdır.












