Doğa Tasarımı

İnsanlar, yapmakta oldukları iş üzerine ancak bu ayrıntılar hatırı sayılır ölçüde biriktiği zaman düşünür, o zaman o işi, o güne dek bilincinde olmadıkları ilkelere göre, yöntemli bir biçimde yapmakta olduklarını keşfederler

Bilginin gelişim tarihini, insanın doğa kavrayışıyla ilişkili olarak analiz ettiğimizde doğru şekilde anlayabiliriz. Bu ilgiyle felsefede ya da öteki bilgi alanlarında bir tarihçe verilmek istendiğinde birkaç bin yıl öncesine dayandırılan kaynaklarda, o dönemin insanının doğa algısının nasıl olduğuna işaret edilir. Kaynakların kısıtlı olması da belli yorumlara ve çıkarımlara dayalı olarak konuşmayı zorunlu kılar. Öncelikle birkaç coğrafyaya ayrıldığı görülür bu başvurularda. Kadim Çin, Antik Mısır, Antik Yunan, Mezopotamya, belki Hindistan. Bilgi alanında çeşitli dönemlerde kesintilerle de olsa bir “ilerleme”den söz etmek mümkün. Bunu mümkün kılan belli başlı araç da elbette yazı olmuştur. Batı kültür ve bilim geleneği, başlangıç olarak Antik Yunan’a döner genelde, belli düzeyde de bu başlangıç haklıdır çünkü Anadolu’nun batısı ve Adriyatik’in doğusu, kendi çeperinin bilgisini derlemiş toparlamış gibidir.

Uygarlıkların doğa tasarımı, adeta üst belirleyen olarak günlük davranım ilkelerini bile şekillendirebilmektedir. Din, ahlak, sanat, sağlık, bilim, eğitim, hukuk, politika ve ekonomi gibi alanlar toplumun hakim kozmoloji anlayışıyla ilişki içinde şekillenir. Veya bu ilişkiler söz konusu kozmoloji anlayışını etkiler. Bu konuda elimizde çok nitelikli bir kitap var: R.G. Collingwood’un Doğa Tasarımı[1]. Çevirinin de kitabın niteliğine uygun bir düzeyde gelişkin olduğunu, kavram seçiminin ve Türkçeye aktarılmış literatürün tercihlerini dikkate aldığını eklemem gerekir.[2] Doğa Tasarımı aslında 1945’te yazılmış, alandaki önemi belli olduğu halde Türkçeye çok da çevrilmiş bir yazar olduğu da söylenemez Collingwood’un. Yine de çevrilmeye başlanması çok iyi şeyler olduğunun göstergesi. Collingwood diyor ki: “İnsanlar, yapmakta oldukları iş üzerine ancak bu ayrıntılar hatırı sayılır ölçüde biriktiği zaman düşünür, o zaman o işi, o güne dek bilincinde olmadıkları ilkelere göre, yöntemli bir biçimde yapmakta olduklarını keşfederler.”[3] Bu alıntı Collingwood’un Hegel’e verdiği önemi göstermek açısından çok ideal. Ne diyordu Hegel, “Minerva’nın baykuşu tan vaktinde uçar.”[4] Burada bilgi anlayışında yaşam pratiği ile bunların kavranışı ve bütünselleştirilmesi arasındaki ilişkiye dikkat çekilmekte. Bilgi anlayışı (epistemoloji de diyebiliriz) tam da bu ilişkiselliğin ilkelerinin toplamıdır. Collingwood, alıntıladığım Hegel anlayışına itiraz eder yine de. Marx, “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yorumlamakla yetindi oysa asıl iş onu değiştirmektir” ifadesiyle Hegel’i ters çevirmiştir ama düzeltmemiştir, diyor. Collingwood’un eklediği şey yukarıda alıntıladığım ifadede saklı: Ayrıntılar. Çünkü insanlar düşünürken ya da eylerken dayandıkları ilkelerin bilincine varınca, bu düşüncelerle eylemlerde bilinçsiz de olsa yapmaya çalıştıkları bir şeyin, yani bu ilkelerin mantıksal içermelerini ayrıntıyla işlemeye çalıştıklarını bilincine varacaklardır. Çalışmalar yapılıp işler ortaya çıktıkça çalışmanın ayrıntıları insanlarda çeşitli biçimlerde pekiştirmeler geliştirecektir. Neredeyse hepimiz kendi deneyimimizde buna tanık olmuşuzdur; “Okulda bir şey öğrenmemişiz, çalışmaya başlayınca öğrendim her şeyi” ifadelerini o kadar çok duydum ki.

Collingwood, felsefenin ortaya çıkması için doğa bilimin gelişiminin şart olduğunu söylüyor[5]; kitabı boyunca da felsefe ile doğa bilimi arasındaki ilmeklerin tarihsel süreçte nasıl dokunduğunu çok başarılı bir şekilde ele alıyor. Felsefe açısından keyif bağışlanacak şey de felsefe başlamaksızın doğa biliminin uzun süre devam edemeyeceği yargısıdır. Burada güncel dünya sorunlarıyla ilgili bir noktaya parmak basacaksak Türkiye’de sermayenin ihtiyaçlarına binaen bilim ve teknoloji atılımı beklenirken felsefi kavrayışın ihmali, ötelenmesinin boşuna beklenti olacağına dair mesajdır. Bu bağlamda Collingwood’un şu ifadelerini alıntılamadan duramayacağım: “İşinin ilkeleri üzerine hiç düşünmemiş bir kişi, yetişmiş bir kişinin o konudaki tutumunu kazanamamıştır; bilimi üzerine hiç felsefe yapmamış bir bilim insanı da öykünmeci, ikinci el bir bilim insanından, bir kalfadan fazlası olamaz.”[6]

Colingwood, doğa görüşünün farklılaşmasını üç başlık altında inceliyor. (1) Yunan Doğa Görüşü, (2) Renaissanece Doğa Görüşü, (3) Modern Doğa Görüşü. Yunan Doğa Görüşü, doğa dünyasının akılla dolu olduğunu düşünür. Onlara göre doğada akıl vardır çünkü doğa dünyasında kurallılık ve düzenlilik vardır. Doğa dünyası devinim halindeki cisimlerin dünyasıdır; bu devinimlerin kaynağı onda yer alan bir “ruh”tan kaynaklanmaktadır. Akıl, insanın eylemlerinin yöneticisi olduğu gibi doğaya düzen dayatan baskın bir düzenleyicidir.[7] Doğa dünyasının düzenliliği canlı olmakla kalmayıp akıllıdır da. Bitkiler ile hayvanlar (insan bir hayvandır) yer ile fizik bakımından akrabadır.

Renaissance Doğa Görüşü ise ancak 16. ve 17. yüzyıllarda ortaya çıkabilmiştir. Bu ikinci anlayışa bu adı verse de asıl olarak “Renaissance sonrası”[8] kozmolojisi demenin daha uygun olduğu düşüncesinde Colingwood. Bu görüşün fikir babaları Copernicus, Telesio ve Bruno’dur. Bu görüş, doğa dünyasının öncekinde olduğu gibi, bir organizma olduğu düşüncesinin yadsınışına dayanır. Doğa hem zekadan hem de yaşamdan yoksundur. Doğa yasalarıyla vardır; doğa bir organizma değil, bir makinedir. Kendi dışındaki bir zeka tarafından akıllıca tasarlanıp bir araya getirilmiş, belli bir amacı olan bir makine. Organizma metaforuna karşı makine metaforu karşıtlığı yeterince açıklamakta. Bu dönemde felsefe olarak Descartes’in Spinoza’nın öncülüğü söz konusuysa da akıl filozofları olarak Berkeley’in, Hume, Kant ve Hegel’in yanıtları aynı minvalde ilerleyecektir. Descartes iki farklı töz olarak cisim ile aklı ayırmıştır. Akıl, cisimden aşkındır. Ondan sonra gelen Spinoza ise bunu reddeder ve tözün tekliğinde ısrar eder. Onun felsefesinde düşünce ile uzam devreye konulsa da ikisi de tek bir tözün ayrı niteliğidir. Özetle akıl filozoflarının yanıtı, doğanın otonom ve kendi başına varolan aklın etkinliğinin yan ürünü olduğu görüşüne dayanır. Collingwood bu idealist doğa görüşünü derinlemesine tartışır.

Modern Doğa Görüşü ise önceki iki görüşe de bazı şeyler borçludur ama ikisinden de farklıdır. Modern kozmoloji yani doğa tasarımı ancak, tarihsel çalışmalarla, ilerleme, değişme, gelişme anlayışını merkeze yerleştiren bir tarihsel düşünce anlayışının gelişmesiyle ortaya çıkabilmiştir. Colingwood’a göre buradaki en önemli iki isim Darwin ve Bergson’dur ama asıl olarak ilkelerini de A.N. Whitehead ortaya koymuştur. 1934 tarihli Nature and Life adlı kitabında Whitehead, “bir anda doğa yoktur” der. Modern doğa biliminin eğilimi tözü işlev içerisinde ele alır; burada tüm doğal işlevler devinim formlarıdır, her devinim de zaman alır. Bir anda ölçülebilir bir zaman aralığı içeren “anlık” fotoğraf “anında” değil, hiçbir zaman aralığı içermeyen matematiksel bir anda devinim, dolayısıyla da doğal töz olamaz. Buradan anlaşılacağı gibi, modern doğa görüşü modern fiziğin üzerine bir felsefe kurmaktadır. Bu felsefenin odağında da doğa dünyasının bize nasıl göründüğü, bizim onu ne kadar süreyle gözlediğimize bağlı olduğu yer alır. İnsanın doğaya ilişkin empirik bilgisi, empirik olarak gözleyebildiği doğal süreçlerle tanışıklığı üzerine kurulu olacaktır. Dolayısıyla doğa süreçleri uzay aralığı ve zaman aralığı farkı olduğunda farklı bir özelliği ifade edecektir. Elbette burada tartışılmakta olan şeyler hâlâ var çünkü insan organizmasının boyutuyla ilgili bir yere işaret ediyor. Bu da insana ayrıcalıklı bir yer vermekte. Peki durum gerçekten öyle midir?

Collingwood’un Doğa Tasarımı kolayca özetlenecek bir kitap değil, zaten ilgili olanların da özetle yetinmesi beklenemez; bir hayli zengin tartışmaların yapıldığını, farklı disiplinlerin ürettiği için uzak gözüken bilgilerin bağlantılarını sergilemekte düşünürlüğü yanında usta bir yazar olduğunu gösteriyor Collingwood. Modern doğa görüşüyle ilgili çok önemli olan son bölüm kadar, modern doğa görüşüne geçişte Hegel’in önemini ele alan bölümünün kesinlikle irdelenmesi yerinde olacaktır.


[1] Collingwood, R.G. (2020). Doğa Tasarımı, Çev: Kurtuluş Dinçer, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

[2] Bu hususu özellikle belirtmek istedim çünkü çevirmenlerin zaman zaman bir Google taraması yapma zahmetine girmediğine çokça şahit oluyorum. Daha önceden çevrilmiş kitaplarda tercih edilen adlardan bile habersiz çeviriler dolu.

[3] A.g.e. s.7.

[4] Aslında her toplumun kendi tecrübelerinden çıkardığı benzer bir içeriğe sahip ifadesi vardır. Bizde “Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu” der atasözü.

[5] Erken dönem doğa bilimin gelişimi ile felsefe arasındaki ilişkiyi detaylıca ve çok farklı bir bakışla ele alan Carlo Rovelli’nin Miletli Anaksimendros ya da Bilimsel Düşüncenin Doğuşu adlı kitabını burada anmak isterim. İlgili okuyucunun bilimsel düşüncenin tarihini kavramak açısından gözden kaçırmaması gerekli bir başvuru kaynağı olduğunu ekleyeyim. Bu kitabı başlı başına bir yazıda ele alacağım çünkü özellikle de günümüz fiziğinden antik dönem fiziğinin algılanışını çok dikkatle analiz etmiş durumda. Bunda Rovelli’nin meslekten fizikçi olması önemli.

[6] Doğa Tasarımı, s.9.

[7] Bu anlayışın bir yansıması olarak Platon’un siyaset anlayışında beyin (filozoflar), kalp (askerler) ve midenin (köleler, işçiler) yöneticisi olmaktadır.

[8] Doğa Tasarımı, s.11.