“Sosyal hareketler” ya da oluşum halindeki sınıf…

1980’lerde Fernand Braudel Merkezi bünyesindeki (Binghamton Üniversitesi) Dünya Emek Araştırmaları Çalışma Grubu tarafından başlatılan ve 1870 ile 1996 yılları arasında New York Times (ABD) ve Times (Londra) gazetelerine konu olan işçi direnişlerini kapsayan Dünya Emek Gurubu veri tabanının dikkat çektiği noktalardan birisi, savaşlar ile emek hareketinin, grev ve gösteriler biçimindeki eylemlilikleri arasındaki ilişki. Veri tabanından elde edilen sonuçlara göre, örneğin Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde ve sonrasında, emek hareketi önemli bir devinim içerisindedir. Savaş dönemlerinde ise, elbette militarist ve milliyetçi siyasal atmosferin  de etkisi altında, emek hareketinin yukarıya doğru kazandığı ivme, yerini gerilemeye bırakmaktadır (Silver, 2008; Silver, 2015).[1]1 Beverly Silver (2015) “Emek, Savaş ve Dünya Siyaseti: Dünya-Tarihsel Perspektifte Çağdaş Dinamikler” başlıklı metninde, 15 Şubat 2003 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Irak’ı işgaline karşı, dünyanın yüzlerce şehrinden milyonlarca insanın katılımıyla, sendikal hareketin de önemli desteğiyle gerçekleştirilen, dünya tarihindeki en büyük gösterilerden birisi olan savaş karşıtı protestoları, yukarıda ifade edilen savaş-emek hareketi ilişkisinin bir doğrulaması olduğunu ifade eder (Silver, 2015). Nitekim, söz konusu eylemlilik, 20 Mart 2003 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık öncülüğünde oluşturulan Çokuluslu Koalisyon Güçleri’nin, “özgürleştirme” söylemiyle başlattığı büyük emperyalist savaşın/yıkımın hemen öncesidir.

Yukarıda ifade edilenler bağlamında iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor: İlki (krizler gibi ya da krizlerle beraber) savaş olgusunun en genel anlamda kapitalist üretim ilişkilerine, daha özel bir bağlamda ise, onun en temel dinamiği olan sermaye birikim sürecine olan içkinliği. Bir başka ifadeyle, savaşın, kendi başına ele bir olgu olmaktan çok sermaye birikimi sürecinin, uluslararası ölçekte hegemonya değişimini de içeren kırılma noktalarının açığa çıkış biçimlerinden birisi oluşu. Dolayısıyla, işçi sınıfının eylemliliği, kapitalist üretim ilişkilerinin ya da sermaye birikimi sürecinin kriz ve savaşlarla dolu çelişkili kulvarından, kırılmalarından bağımsız değil. İkinci nokta ise, emeğin bu hareketliliğinin, deviniminin, direngenliğinin, üretim sürecinde açığa çıkan artı değer yaratımı/sömürü sürecine karşı gelişebileceği gibi, emeğin toplumsal hayatta ya da “iş gücü piyasaları”nda elde ettiği hakları kaybetmesine, yani emek gücünün metalaşması sürecinin daha da sertleşmesine karşı çıkışlar biçiminde de gelişebilecek olması. Dolayısıyla, birikim sürecinin farklı dönemlerinde farklı formlar alabilecek oluşu (Silver, 2008: 181-182). Ki, aşağıda da değinileceği üzere, bu durum, yani Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasına kıyasla, 2000’lerin başında yükselişe geçen emek hareketinin değişen kompozisyonu ve yapısı Dünya Emek Gurubu veri tabanının dikkat çektiği bir başka konuyu oluşturur (Silver, 2008; Silver, 2015).

“İşçi Sınıfının Değişen Yapısı, Sınıf Hareketinde Arayışlar, Deneyimler”

Sermayenin, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ve “tarihin sonu”nun ilan edilişinin hemen ardından başlattığı ve 1990’lar boyunca sürdürdüğü saldırılara karşı direniş, dünyanın farklı bölgelerinde farklı formlar alarak diri kalmaya devam eder. Meksika’daki iç savaştan Zapatistaların yükselişine, 1997 Asya krizine karşı gelişen tepkilerden 1999’da Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı açığa çıkan küreselleşme karşıtı tepkilere, Arjantin’de 2001 krizi sonrasında beliren isyanlardan, yukarıda da ifade edildiği üzere aynı zamanda önemli bir dönüm noktasını da işaretleyen 2003 Şubatı’nda,  ABD’nin Irak’ı işgaline karşı ve güçlü bir emek hareketi katılımıyla gerçekleştirilen savaş karşıtı protestolara!.. Tüm bu gelişmeler, Dünya Emek Araştırmaları Çalışma Gurubu’nun da titizlikle dikkat çektiği iki noktayı daha belirin kılar: Birincisi emeğin direnişlerinde görülen, sermayenin coğrafi hareketliliği ya da “sermaye göçü” ile güçlü bir bağa sahip olan coğrafi kaymadır. İkincisi ise, Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV) bünyesinde 2003-2009 yılları arasında faaliyette bulunan Türkiye Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin (TÜSAM) düzenlediği ilk sempozyumun da başlığı olan, dolayısıyla SAV’ın bir hayli erken bir şekilde dikkat çektiği bir gerçeklik: “İşçi Sınıfının Değişen Yapısı ve Sınıf Hareketinde Arayışlar, Deneyimler” (Silver, 2015; Kurt&Tören, 2004).

Beverly Silver’ın, Emeğin Güçleri’nde (2008) ve Giovanni Arrighi (1984) ile birlikte kaleme aldığı “Emek Hareketleri ve Sermaye Göçü” başlıklı çalışmasında tartıştığı üzere, kapitalizmin erken dönemlerinden bu yana, kitlesel üretim, işçileşme sürecini hızlandırdığı ölçüde işçi direnişlerinin artmasına yol açıyor. Sermayenin bu gerçekliğe verdiği yanıt ise, üretimi, emeğin daha ‘uysal’, emek maliyetlerinin ise daha düşük olduğu bölgelere kaydırmak. Sermayenin bu mekansal kaymasının önemli sonuçlarından birisi ise, kuşkusuz, sermayenin terk ettiği bölgelerde açığa çıkan “sanayisizleşme”ye paralel olarak, işçi sınıfının “geleneksel”/“konvansiyonel” emek örgütlerinde örgütlenen kesimlerinin zayıflaması, sermayenin yeni yatırım bölgelerinde ise yeni işçi havzalarının ve farklı direniş formlarının açığa  çıkışı. Tüm bunlar Çin’den Brezilya’ya, Güney Kore’den Güney Afrika’ya, Hindistan’a, Bangladeş’e kadar geniş bir alana yayılan yeni işçi havzalarını, yeni işçileşme pratiklerini, yeni emek kontrol rejimlerini, yeni emek süreçlerini ve nihayet bu bölgelerde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında inşa edilmiş, korporatist emek örgütlerinden farklı formlarda açığa çıkan, militan, yaratıcı işçi hareketlerini açıklar nitelikte: Başta gelişmiş kapitalist ülkeler olmak üzere dünyanın hemen her bölgesinde, “konvansiyonel”/“geleneksel” emek örgütlerinin erimesine karşın, Michael Williams’ın (2015) “dönüştürücü sendikacılık” olarak tanımladığı, sınıf mücadelesini, işyeri ile sınırlı tutmayan, ekolojiden bölüşüme ya da toplumsal yeniden üretim süreçlerine kadar farklı alanları kapsayabilen, farklı sosyal sorunlar etrafında örgütlenen hareketlerle bir araya gelebilen, onların gündemleri ile kendi gündemlerini birleştirebilen emek hareketlerini.[2]

Dünya Emek Araştırmaları Çalışma Gurubu bulgularına göre, 2000’li yılların başında, özellikle de ABD’nin Irak’ı işgalinin ardından açığa çıkan toplumsal muhalefetin yükselişinin ikinci öğesi ise, kimi ulusal ya da uluslararası sendikal örgütlerin bir biçimde ilişkilenme çabasına girse de, öncülüğünü, “konvansiyonel”/“geleneksel” emek hareketinin yani sendikal hareketin gerçekleştirmediği, genellikle tek bir toplumsal sorun etrafında örgütlenen “popüler” hareketler.  Yaygın deyimle “sosyal hareketler”. Michael Burawoy (2017), “Neoliberal Çağda Sosyal Hareketler” başlıklı makalesinde, 2010 yılında Tunus’ta Muhammed Bouazizi’nin kendini yakması sonrasında “ekmek, özgürlük, sosyal adalet” sloganı etrafında Mısır, Yemen, Libya, Suriye ve Bahreyn gibi ülkelerde başlayan, ilerleyen dönemlerde ise Yunanistan, Portekiz, İspanya’ya, Birleşik Krallık, İrlanda, Almanya, ABD, Fransa gibi geniş bir coğrafyaya yayılan bu hareketlerin, güvencesizlik, işsizlik, borç ve mülksüzleşme gibi sorunlar etrafında şekillendiğinin altını çizer. Neoliberal zamanlara içkin olan “dışlayıcılık” da Burawoy’un  dikkat çektiği bir başka noktadır (Burawoy, 2017: 22-24). Yazar, “Sosyal Adalet Hareketleri İçin Yeni Bir Sosyoloji” başlıklı metninde ise, bu hareketlerin açığa çıkışında yoksunluk ve mülksüzleşmenin rolünü vurguladıktan sonra, bu hareketlerin beş ortak özelliğini  saptar: Birincisi, her ne kadar kendi ulusal gündemlerine ya da hareket noktalarına sahip olsalar da küresel ölçüde birbiri ile bağlantılı olmaları, dahası birbirleri için ilham olmalarıdır. İkincisi, kapitalizmin günümüzde aldığı formun ya da finans kapitalin oy hakkını gasp ettiği inancının yaygınlığıdır ki, bu, üçüncü ortak noktanın da varlık gerekçesini oluşturur: Temsili ya da formel demokrasinin reddi ve doğrudan/katılımcı demokraside ısrar. Dördüncüsü, güçlü bir sanal iletişime dayanmasına rağmen, bu durumun, fiziki mekanın önemini ortadan kaldırmak bir yana, onu daha da önemli kılmasıdır. Bir başka ifadeyle, bu hareketlerin New York’ta Zuccotti Park, Barselona’da Catalunya meydanı, Kahire’de Tahrir meydanı, İstanbul’da Taksim meydanı gibi gerçek iletişime, meclis inşasına izin veren kamusal mekanlara sahip olmaları. Ve nihayetinde, kamusal mekanların işgali nedeniyle her daim polis/devlet baskısına maruz kalıyor olmaları. Yazara göre, bu baskı, günümüzün önemli gerçekliklerinden birisi olan “mülksüzleşme yoluyla birikim” süreci ile, yani kamunun genel yıkımı ve özelin değerlenmesi olgusu ile tutarlıdır (Burawoy, 2019: 23-24).

Muhammed Bamyeh (2012) “Küresel Protesto Kültürü” başlıklı makalesinde, kimileri tarafından sınıf hareketinin dışında olduğu vurgusunu güçlendirmek amacıyla “yeni sosyal hareketler” olarak adlandırılan bu direniş biçiminin ve bu biçimin öznelerinin özelliklerinden birisinin, belirli bir sınıfın değil de bir bütün olarak toplumun ortak taleplerinin sözcüsü olma çabası olduğunu belirtir. Aslına bakılırsa, Bamyeh’in bu ‘sınıf dışılık’ iddiası pek de yeni değildir. Tersine, yeni “sosyal hareketler” olarak tanımlanan bu muhalefet dinamiklerinin dile getirdikleri sorunların kapitalist dünya sisteminin açığa çıkardığı sonuçlar olduğunun görmezden gelinmesiyle (Wilde, 1990), bu hareketlerin, Marksist sınıf anlayışına dayalı “eski sosyal hareketler”in, yani geleneksel emek hareketinin alternatifi olarak tanımlanması (Burawoy, 2017) 1960’ların liberal Amerikan sosyolojisine kadar uzanan eski bir teorik mirastır (Young, 1999). Öte yandan, bu liberal mirasın eleştirisi, dolayısıyla, toplumsal muhalefetin bu yeni formunun sınıfsal bir perspektifle ele alınmasına dönük çabalar, Jeff Goodwin ve Gabriel Hetland’ın (2013) bu hareketler üzerine çalışan sosyal bilimcilerin çalışamalarında kapitalizm eleştirisinin ortadan kalktığı yönündeki vurgularının doğruluğunu ortadan kaldırmıyor. Tersine, “sınıf” vurgusundan kaçış ve kapitalist üretim ilişkilerini tartışmayan bir neoliberalizm karşıtlığı, bu alanda çalışan akademisyen ve araştırmacıların, Karl Polanyi’ye (2001) ve onun temel eseri Büyük Dönüşüm’e referansla “karşı hareket” olarak tanımladığı bu hareketlerin temel özelliklerinden birisini oluşturuyor.

Sosyal hareketler alanında “sınıftan kaçış”!

18.yüzyılın sonundan 20. yüzyıla uzanan zaman diliminde açığa çıkan dizginsiz piyasa ve işçi mücadeleleri dahil bir dizi olguyu, Karl Marx’ın teorik çerçevesinin temel taşı olan üretim sürecinde yaratılan artı değer/sömürü kavramları çerçevesinde değil de paranın, toprağın ve emeğin metalaşması kavramları çerçevesinde analiz eden Polanyi’ye göre, metalaşma dalgası toplumu savunacak kendiliğinden “karşı hareketleri” açığa çıkaracaktır. Bu karşı hareketlerin, piyasayı dizginleyecek kurumsallaşmaların yaratılmasını sağlayamamasının sonucu ise piyasa köktenciliğinin açığa çıkardığı toplumsal bir yıkım olacaktır (Polanyi, 2001). Michael Burawoy (2010), son yıllarda emek çalışmaları ve sosyal hareketler alanında en fazla atıf alan metinlerden birisi olan ve Katkı’nın bu sayısında çevirisini yayımladığımız “Polanyi’den Pollyanna’ya:

Küresel Emek Çalışmalarının Yanıltıcı İyimserliği” başlıklı makalesinde Polanyi’nin dört noktada yanıldığını belirtir: Birincisi, Polanyi, piyasa karşıtı yaklaşımlara öyle inanıyordur ki, kapitalizmin erken dönemlerinde açığa çıkan piyasa köktenciğinin, kapitalist sermaye birikiminin sonraki aşamalarında yeniden ve belki de daha da acımasız bir biçimde karşımıza çıkabileceğini öngöremez. İkincisi, Polanyi’nin, güçlü bir şekilde kuramsallaştırılmamış olan piyasa saldırıları karşısında kendi savunmasını geliştirecek bir toplum varsayımıdır. Üçüncüsü, başta tarih teorisi ve artı değer/sömürü olgularının merkeziliği olmak üzere, Marksizme olan mesafesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak, analizlerini üzerine inşa ettiği “metalaşma” olgusunun temel belirleyicisi olan sermaye birikimi gerçekliğini gözden kaçırmış olmasıdır. Ve nihayetinde, Polanyi’nin devletin sermaye birikimi sürecindeki rolünü ihmal etmesidir (Burawoy, 2010).

Yukarıda yazılanlar çerçevesinde bir kaç soru önem kazanıyor: Bir analiz aracı olmanın yanında bir sosyolojik gerçekliğe işaret eden “sınıf”, tarihin belirli bir zaman diliminde oluşmuş, donmuş bir gerçekliği mi ifade ediyor, yoksa sermaye birikimi olgusu aynı zamanda sınıf ilişkilerinin ve bizatihi sınıfların kendisinin yapısının ve bileşiminin yeniden oluştuğu bir süreç olarak mı karşımıza çıkıyor? Sınıfların “oluşum”u ya da yapısının ve bileşiminin değişimi hangi süreçlerden geçerek ortaya çıkıyor; bu “oluşumun”, üretim, dolaşım, bölüşüm ve yeniden üretim süreçlerinde yaşanan dönüşümlerle ilişkisi nasıl kurulabilir? Ve nihayetinde, “azgelişmiş” ya da “gelişmekte olan” ülkeler olarak tanımlanan ve gelişmiş kapitalist ülkelerden üretken sermaye çekme çabası içerisinde olan coğrafyaların, yeni bir işçi sınıfının oluşumuna ve yeni/yaratıcı direniş biçimlerine sahne olduğu, direnişin gelişmiş kapitalist ülkelerde ise daha çok “konvansiyonel” emek hareketi dışındaki özneler tarafından gerçekleştiği gerçekliği içerisinde, kapitalizmin “merkez”inde sınıf(lar) ortadan kalkıyor mu, sınıf oluşumu süreci donuyor mu?

Savaş Karataşlı, Şefika Kumral ve Beverly Silver (2018) “Yükselen Sosyal Muhalefetin Yeni Bir Med Ceziri? Dünya Tarihsel Perspektif İçinde Erken Yirmibirinci Yüzyıl” başlıklı çalışmalarında, 2011 yılının toplumsal muhalefet açısından bir dönüm noktası olduğunu belirttikten sonra, 2011 sonrasında sınıfın oluşan (“making”), yeniden oluşan (“remaking”) ya da bozunuma uğrayan (“unmaking”) kesimlerin merkezi bir rol oynadığının altını çizerler. Silver, Karataşlı ve Kumral’ın çizdiği çerçeveden hareketle, “sosyal hareketler” olarak adlandırılan olgunun, Marksist sosyal bilimci David Harvey’in kavramsallaştırması ile, sermayenin “mülksüzleşme”, yani, müştereklerin özelleştirilmesi/metalaşması/yağmalanması, büyük servet sahiplerini kayıran vergilendirme politikaları, kamusal borç mekanizması, kredi sistemleri ve finansallaşma benzeri mekanizmalar yoluyla birikmesi sürecinde, sınıfın “bozunuma uğrayan” ya da “yeniden oluşan” kesimleri olduğunu söylemek mümkün (Harvey, 2004; Harvey, 2007). Üretim sürecinde açığa çıkamayan tepkilerin, dolaşım, bölüşüm ya da yeniden üretim alanında patlak vermesi olarak da görülebilecek bu durumun, sınıfsal bir perspektifle ve kapitalist üretim ilişkilerinin işleyiş mantığı çerçevesinde ele alınması gerekliliği aşikar. Kolektif bir emeğin ürünü olan Katkı dergisinin “toplumsal hareketler”e ayrılan bu sayısı da bu gerekliliğin farkında olarak, ilgili literatüre mütevazi bir katkı yapma amacı taşıyor. Dolayısıyla sayımızda yer alan yazıların yukarıda sorduğumuz sorulara sınıf perspektifi ile yanıt üretmeye çalışan yazılardan oluştuğunu söylemek ziyadesiyle mümkün.

Katkı…

Sayının “Kapitalizm, Emek ve Artık Nüfus: 21. Yüzyılda İşçi Hareketlerini Nasıl Anlamalı” başlıklı ilk yazısında Şahan Savaş Karataşlı, bir çok yerde ve farklı bağlamlarda tekrarlanan ‘işçi hareketlerinin yapısal bir krizi’ argümanını tartışıyor. Soruyu, işçi sınıfı hareketlerinin kapitalizmin dünya ölçeğinde eşitsiz bir şekilde gelişmesi ile olan ilişkisini kavramamıza ket vuran teorik ve metodolojik yetersizlikler bağlamında tartışan Karataşlı, işçi hareketlerinin tarihsel evrimini bilimsel bir şekilde tarif edebilmek için dört noktadan oluşan bir teorik çerçeve öneriyor: (1) işçi tanımımızın ufkunu İkinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkmış olan mavi-yakalı, tam-zamanlı, sendikalı, kolektif pazarlık gücü olan fabrika işçilerinin ötesine taşımamız, (2) yüzümüzü işçi sınıfının sadece Kuzey ülkelerinde aldığı değil, Güney ülkelerinde de aldığı farklı tarihsel formlara dönmemiz, (3) işçi sınıfını oluşturan unsurların zamansal ve mekânsal bütünlüğünü yeniden kurmaya çalışırken, işçi sınıfının faal unsurlarının yanı sıra, Marx’ın “göreli artık nüfus” diye tanımladığı grupları ele almamız, ve (4) tüm bu grupların birbirleri ile olan ilişkilerini değerlendirirken, bu ayrımların yer yer cinsiyetle, renk ve ırkla, ve etnisiteyle olan kesişimlerini de incelememiz gerektiği.

Sayımızda yer alan ikinci yazı, Y. Doğan Çetinkaya imzasını taşıyor. “Toplumsal Hareketler, Devrim ve Siyaset (1999-2020)” başlıklı yazısında, toplumsal hareketlerin de birçok mefhum gibi bir tarihi olduğu, toplumsal hareketin modern bir olgu olarak ortaya çıkışının da bu tarihselliğin bir görüngüsü olarak gerekleştiği noktasından hareket eden Çetinkaya, dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan toplumsal hareketlerin 1999 sonrasında geçirdiği dönüşümü bu tarihsellik bağlamında ele alıyor. 1999 ile 2008 yılları arasında dünyanın, “küreselleşme” olarak tanımlanan neoliberal kapitalizme karşı “küreselleşme karşıtı” ya da “karşı küreselleşme hareketi”nin sokak eylemlikleri ile sarsıldığını; bu eylemlere kürenin dört bir yanından “Sosyal Forumlar”ın eşlik ettiğini; 2008 yılı civarında gelişen ekonomik, finansal ve iklimsel krizlerin ise toplumsal hareketler dünyasında büyük bir alt üst oluşa yol açtığını vurgulayan yazar; 2008-2015 yılları arasında yaşanan bu isyanları  toplumun neredeyse bütün kesimlerini içine alan bir sosyal patlama olarak tanımlıyor. 2015-2020 arası dönemde alternatif olarak ortaya çıkan çeşitli siyasal yapıların bu isyanları sistem içinde soğurmasıyla toplumsal hareketler gündemini ve kamusal alanın sağ popülist/milliyetçi siyasal hareketlere terk edildiğini vurgulayan yazar, tüm bunlardan hareketle,  son yirmi yılın toplumsal hareketlerinin küresel bir analizini yapma iddiası taşıyor.

Onur Devrim Üçbaş tarafından kaleme alınan ve “SYRIZA ve PODEMOS: Yunanistan ve İspanya’da Toplumsal Hareketler ve Siyasi Partiler” başlığını taşıyan üçüncü yazı ise, Çetinkaya’nın analiz ettiği süreçte, yani dünyanın direnişlerle alt üst olduğu zaman diliminde, elbette bu direnişlerin bir yansıması da olarak açığa çıkan kimi sol siyasal yapıları tartışıyor. 2008-2009 küresel ekonomik krizinin ardından pek çok Avrupa ülkesinde, bütçe açıklarının kapatılması amacıyla uygulamaya konan kemer sıkma politikalarının bir temsil krizini tetikleyerek, siyasal partilere olan güveni azalttığı noktasından hareket eden Üçbaş, bu sürecin, Yunanistan’da SYRIZA’nın İspanya’da ise PODEMOS’un yükselişine katkıda bulunduğunun altını çiziyor. Çalışmasında Yunanistan ve İspanya’da 2008 krizi sonrasında ortaya çıkan toplumsal hareketleri, bu iki siyasi parti ile olan ilişkisi çerçevesinde inceleyen Üçbaş, Yunanistan ve İspanya’daki toplumsal hareketlerin başlangıçta siyasal partileri reddetmelerine rağmen, kullandıkları bir dizi eylem biçiminin somut sonuçlar doğurmaması sonrasında, partilere destek veren bir noktaya evrildiklerini, dahası onların kuruluşuna katkıda bulundukları vurguluyor.

Malum, Karl Marx, düşünsel gelişimini sürdürdüğü dönemde yalnızca hocası Georg Wilhelm Friedrich Hegel ile değil, anarşist ve ütopyacı düşünürlerle de polemiğe girişir. Marx’ın ekonomik değer konusunda Pierre Joseph Proudhon ile, Birinci Enternasyonal döneminde ise, Mikhail Bakunin ile girdiği polemikler anarşist düşünürlerle yürüttüğü polemiklerin en bilinenleridir. Sayımızda, İlyas Seyrek imzasıyla yayımlanan “Bakunin-Marx Tartışmalarının Tarihsel Bir Durağı: I. Enternasyonal” başlıklı yazı, bizi, sınıf mücadelelerinin ve toplumsal hareketlerin görece erken bir zamanına taşıyarak, Bakunin ile Marx arasındaki bu önemli tartışmayı yeniden anımsamamıza yardımcı oluyor. Kapitalizmin geliştiği, Avrupa’da ve dünyanın diğer coğrafyalarında işçi sınıfı ve halklara karşı sömürü, baskı ve katliam politikalarının uygulandığı 19. yüzyılın aynı zamanda sınıf mücadelesi ve toplumsal hareketlerin geliştiği bir yüzyıl olduğu gerçekliğinden hareket eden Seyrek, bu dönemde büyüyen sınıf mücadelesinin farklı coğrafyalarda kendi örgütlenme biçimlerini ve yollarını oluşturduğunun altını çiziyor. Çalışmada, anarşizm ve Marksizmin iki önemli kuramcısı olan Bakunin ve Marx arasında yaşanan ve devlet, otorite, ekonomi, ilerleme, devrim gibi pek çok konuda önemli sonuçlar üreten polemikler, tarihsel bir perspektifle ele alınıyor.

Seyrek’in yazısını bir çeviri izliyor. 1960’lardan bu yana başta Üretim Siyaseti (The Politics of Production) ve Rıza İmalatı: Tekelci Kapitalizmde Emek Sürecinde Değişim (Manufacturing Consent: Changes in the Labor Process Under Monopoly Capitalism) çalışmaları olmak üzere Marksist sosyolojiye ve emek süreçleri çalışmalarına önemli katkılar yapan Michael Burawoy’un, son dönemlerde sosyal hareketler ve emek çalışmaları alanında en fazla atıf alan metinlerden birisi olan “Polanyi’den Pollyanna’ya: Küresel Emek Çalışmalarının Yanıltıcı İyimserliği” başlıklı metnini Deniz Ulusoy çevirdi. İkinci okuması Cansu Başak tarafından yapılan metin, son yıllarda sosyal hareketler ve emek çalışmaları alanında ziyadesiyle atıf alan bir başka metnin, Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm’ünün ve onun teorik çerçevesine yaslanan kimi çalışmaların, Marksist bir perspektiften hareketle kapsamlı bir eleştirel değerlendirmesini sunuyor.

Sayımızın son yazısı ise, Katkı’nın yayın kurulu üyesi de olan Arif Arslan’ın kaleme aldığı bir kitap değerlendirmesi. Arslan, Doğan Çetinkaya tarafından kaleme alınan “Bir Toplumsal Hareketin Analizi: 1908 Osmanlı Boykotu”3 başlıklı çalışmayı, kitap değerlendirmesinin çok ötesine geçen kapsamlı bir analize tabi tutuyor. 1908 Osmanlı Boykotu’nun, modem bir toplumsal hareket olarak ortaya çıktığının altını çizen Arslan, kitabın toplumun farklı kesimlerinin tarihte oynadıkları rollere ışık tutabilmesi durumunda amacını gerçekleştirmiş olacağının altını çiziyor.

Bu yazı Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın hakemli yayın organı Katkı’nın 10 Aralık 2020’da yayınlanan 10. Sayısından alınmıştır


[1] Beverly Silver, Emeğin Güçleri: 1870’ten Bugüne İşçi Hareketi ve Küreselleşme başlıklı çalışmasında işçi direnişlerinin alabildiği farklı formlara işaret etmek amacıyla Türkçe’ye huzursuz-luk, karışıklık, çalkantı, rahatsızlık kelimeleriyle çevrilen “unrest”/“labour unrest” ifadesini kullanır. Bkz. Silver (2008).

[2]  Güney Afrika’daki radikal Ulusal Metal İşçisi Sendikası’nın (NUMSA) başını çektiği ‘İklim Adaleti’ hareketinden, Brezilya’daki asgari ücret ve toplumsal cinsiyet eşitliği kampanyalarına, Arjantin’deki ‘Gelir Dağılımı Adaleti’ mücadelesinden Namibya’da süregiden Temel Gelir Ödemesi inisiyatifine ya da Güney Kore’de son yıllarda gelişen yol kesmeden meydan işgaline, sokak sanatı perfor-manslarına uzanan bir dizi yaratıcı eylem biçimini başarıyla uygulayan Güney Kore’de güvencesiz çalışan işçilerin yeni eylem pratiklerine bir dizi direniş bu çerçevede ele alınabilir. Bu konuda kap-samlı bir değerlendirme için bkz. Williams (2015) ve Jihye & Agarwala (2016).

Kaynaklar: 

Arrighi, G. & B. Silver (1984) “Labor Movements and Capital Migration: the United States and Western Europe in World-Historical Perspective”, C. Bergquist (Ed.), Labor in the Capitalist World-Economy, Beverly Hills, Calif: Sage, 183-216. Bamyeh, M. (2012) “the Global culture of protest”, Context, https://contexts.org/articles/unders- tanding-occupy/ (Erişim 30 Kasım 2020).

Burawoy, M. (2010) “From Polanyi to Pollyanna: The False Optimism of Global Labor Studies”,  Global Labour Journal, 1 (2), 301-313.

Burawoy, M. (2017) “Social Movements in the Neoliberal Age”, Southern Resistance in Critical Perspective içinde, Paret, M., C. Runciman, L. Sinwell (Ed.), UK: Routledge, 21-35.

3  Doğan Çetinkaya (2004) 1908 Osmanlı Boykotu Bir Toplumsal Hareketin Analizi, İstanbul: İletişim.

Burawoy, M. (2019) “New Sociology for Social Justice”, Sociology and Social Justice içinde, M. Abraham (Ed.), Londra: SAGE.

Chun, J. J. & R.  Agarwala (2016) “Global Labour Politics in Informal and Precarious Jobs”,  The SAGE Handbook of the Sociology of Work and Employment içinde, S. Edgell, H. Gottfried & Granter (Ed.), Londra: SAGE, 634-650.

Goodwin, J. & Hetland, G. (2013)  “Strange disappearance of capitalism from social movement studies” C. Barker, L. Cox, J. Krinsky & A. G. Nilsen (Ed.) içinde, Marxism and social movements, Boston: Brill, 83-103.

Harvey, D. (2007) “Neoliberalism as Creative Destruction”, the Annals of the American Academy of Political and Social Science, 610, 22-44.

Harvey (2004) “The ‘New’ Imperialism: Accumulation by Dispossession”, Socialist Register, 40: 63-87.

Karataşlı, S. S., S. Kumral, B. Silver (2018) “A New Global Tide of Rising Social Protest? The Early Twentyfirst Century in World Historical Perspective”, Eastern Sociological Society Annual Meeting, Baltimore, MD, February 22-25, 2018, 1-23.

Kurt, S. & Tören, T. (Yay. Haz.) (2004) İşçi Sınıfının Değişen Yapısı ve Sınıf Hareketinde Arayışlar, Deneyimler, İstanbul: SAV.

Polanyi, K. (2001) Great Transformation, Boston: Beacon.

Silver, B. (2008) Forces of Labour: Workers’ Movements and Globalization Since 1870, Cambridge: Cambridge University.

Silver, B. (2015) “Labour, War and World Politics: Contemporary Dynamics in World-Historical Perspective”, K. v. d. Pilj (Ed.), Handbook of International Political Economy of Production içinde. Cheltenham: Edward & Elgar, 542-649.

Wilde, L. (1990) “Class Analysis and the Politics of New Social Movements”, Capital&Class, 14 (3): 5578.

Williams, M. (2015) “Transformative Unionism and Innovative Campaigns: Challenging Inequality”, Global Labor Journal, 6 (3): 253-266.

Young, T. R. (1999) “Marxism and Social Movements: Theory and Practice for Social Justice”, Contemporary Sociology, 28 (3), 268-270.

Tolga TÖREN