AKP’li Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanması üniversitelerin yanı sıra ülkede de tepkiyle karşılandı. Bulu’yu protesto eden öğrencilerin evleri sabah karşı özel harekât polisleri tarafından basılırken AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, eylemlere destek veren hemen herkesi ‘terörist’ olarak ilan etti.
İktidarın üniversitelere dönük hamleleri ve dönüştürme çabaları elbette 1 Ocak gecesi Boğaziçi’ne kayyım atanmasıyla başlamadı. 80 darbesinin ‘mirası’ olarak duran Yüksek Öğretim Kurumları (YÖK) atanan kadroların yanı sıra Erdoğan’a şiir yazan akademisyenlerle birlikte bir sürecin yolları döşendi.
Peki Boğaziçi’nde ne oldu, neler olacak, üniversiteler dönük bu hamlelerin nedeni ve karşılığı ne? Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Bülent Küçük’le konuştuk.
Küçük, rektörlük seçimlerine dair şöyle bilgi verdi:
“1980 askeri darbesinin hemen ardından Boğaziçi Üniversitesi’ne kurum dışından bir rektör atanmıştı. Ancak 1992 yılında Boğaziçi’nde de-facto olarak yapılan rektör seçimi yapıldı. Boğaziçili hocalardan oluşan bir heyet eş zamanlı olarak dönemin hükümeti ile yaptığı çeşitli görüşmeler sonrasında seçim sistemi parlamentoda kabul edilmişti.”
2016 yılında Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde çıkarılan bir kararname daha sonra (2018’de) yasalaştırılarak, üniversitelerdeki seçim geleneğini kaldırıldı. O yıl, oyların yüzde 80’inden fazlasını almasına rağmen Gülay Barbarosoğlu atanmadı. Çeşitli müzakereler ve zemin yoklamaları sonucu, o dönem rektör yardımcısı olarak görev yapan Mehmet Özkan, rektörlük görevine getirildi. Özkan’ın kurum içinden gelmesi ve üniversitenin özerk yapısını koruyacağına ve üniversitenin demokratik ilkelerini benimseyeceğini ilan etmesiyle birlikte, içimize sinmese de, bu durum genel kabul gördü.”
Özkan’ın ardından 1 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla yayınlanan bir kararnameyle, kuruluşundan bu yana AKP içerisinde görev alan Melih Bulu, rektör olarak atandı. Küçük, yapılan bu atama için, “Akademisyenlerin, öğrencilerin ve mezunlar gibi diğer bileşenlerin adalet duygusunu derinden yaraladı, kurumun özerklik ilkesini açıktan ihlal etmesi sebebiyle demokratik bir itirazın şekillenmesine neden oldu” dedi.
Boğaziçi Üniversitesi’nde dekan, senato ve üniversite yönetim kurulu seçimleri, bölüm başkanlarının ve kadrolarının belirlenmesi gibi tüm karar süreçlerinin, aşağıdan yukarıya demokratik bir rasyonalite içinde şekillendiğini vurgulayan Küçük, “Atamanın kurum dışından yapılması, üniversitenin çok uzun yıllarda biriktirdiği demokratik kültürünü ve özerkliğini zedeledi” diye konuştu.
Küçük, itiraz edilenin yalnızca bir üniversiteye rutin bir rektör atamanın ötesinde olduğunu, bu sürecin, ‘üniversitenin demokratik kültürünü ve farklılığını tamamıyla ortadan kaldırmayı, üniversiteyi aşırı merkeziyetçi bir yapının bir arka bahçesi haline getirmeyi, liyakatten yoksun ve iktidara yakın kadrolaşmanın önünü açmayı, ve özgürlükçü bir ortamda eleştirel bilimsel faaliyetlerin yürütülemeyeceği bir durumun ortaya çıkmasını mümkün kıldığını söyledi.
“Bu durumu, Boğaziçi’ne rektör atamasının ötesinde, totaliterleşen bir rejimin lokal zeminde bir tezahürü olarak görmek gerekir. Üniversiteler bu yapısal dönüşümün sadece bir, ve belki de son bir halkasını oluşturuyor” diyen Küçük, şunları söyledi:
“Özellikle son 5 senedir sivil toplumun, mahkemelerin, parlamentonun ve medyanın yeniden şekillendirilip hizaya çekildiğini ve farklıkların törpülenip görünmez kılındığını görüyoruz. Boğaziçi’nde yapılmak istenen de; tek tip bir yurttaşın, akademisyenin, gazetecinin hukukçunun ve siyasetçinin yaratılmak istendiği bir bağlamda, siyasi iktidarın toplumu otoriter bir şirket aklı ve piyasa ölçü ve kriterleriyle idare etme arzusunun akademideki bir yansıması olarak görmek gerekir.”
Boğaziçi Üniversitesi’nin çok uzun yıllardır biriktirdiği simgesel ve kültürel sermayeden müteşekkil uluslararası bir itibara sahip olduğunu ve iktidar seçkinlerinin bu etkili ama gözle görünmez sermaye ile temel bir derdinin olduğunu belirten Küçük, bunu yansımasını ise şöyle özetledi:
“İtibar, elle dokunulmayan görünmez -adeta büyülü- bir sermaye biçimidir, sınırları ihlal edildiğinde kendini görünür kılan bir güç. Bu bakımdan siyasal, ya da finansal bir sermayeye benzemez. Bu simgesel sermaye biçimi bugünden yarına biriktirilen bir şey değil, aksine birikimi ve nesiller arası aktarımı zorlu bedensel ve zihinsel emek gerektirir. Boğaziçi’nin 150 yılda biriktirdiği bu itibar uzun dönem boyunca kurumsal yapıya görece görünmez bir kalkan oluşturdu ve halen de kısmen oluşturmaya devam ediyor. Bu üniversiteyi görece güçlü kılan şeyin de kurumsal olarak biriktirdiği bu itibar olduğunu düşünüyorum. Bugün hedef alınan şey de işte bu üniversitenin bunca sene hanesine yazdığı kültürel ve simgesel gücü ve insan sermayesidir diyebiliriz. Diğer sermaye biçimlerden farklı olarak itibara ve kültürel sermayeye zorla el koyup, onu keyfinize göre yakınlarınıza aktarıp yeniden dağıtamıyorsunuz. Bir kurumun itibarını bu şekilde ele geçirmeye kalktığınızda aslında ona sahip olmuyorsunuz, aksine onu sadece tahrip ediyorsunuz.”
“Boğaziçi gibi iyi işleyen kültür ve eğitim kurumlarıyla yarışacak yeni kurumlar tesis etmek yerine, var olanları ‘ele geçirmek üzerine kurulan bir siyasetin sonucu çoğunlukla bir yıkım ile sonuçlanması bundandır. Bu kurumlarla rekabet edebilecek kurumları inşa etme yoluna girmek mümkün, ancak bu daha fazla sabır, emek ve gerekli etik değerler gerektirir. Başka bir ifadeyle, siz kamu ihaleleri gibi çeşitli yollarla yeni bir zengin sınıfını 15-20 yılda yaratabilirsiniz. Ya da, bu süre içinde siyasi güç biriktirebilir, ya da bu gücü bugünden yarına yitirebilirsiniz. Ancak kültürel sermayenin ve itibarın birikimi nesiller gerektirir. Buna zamanı ve sabrı olmayan iktidar seçkinlerinin, burayı fethetmek suretiyle kestirmeden bir yöntem izlediğini görüyoruz.
Kimi iktidar çevrelerinin “Boğaziçi sadece elitlerin değil, milletindir” sözleriyle kayyım rektöre destek vermesine ilişkin de değerlendirmede bulunan Küçük, “Siyasi iktidar son 20 yılında bir takım iktisadi ve siyasi zümreler yarattı. Bu eleştiriyi yapanların, tam farkında olmasalar da, bizzat kendileri seçkinler. Muhafazakâr ya da İslamcı olarak adlandırılan görece eğitimli siyasi ve iktisadi elitlerin kendisi bugün taşrada veya varoşlarda yaşamıyor artık.” dedi. Boğaziçi Üniversitesi üzerinden başlayan ‘elitizm’ tartışmalarına ilişkin şunları söyledi:
“Bir kavram, bir imge veya bir kurum olarak Boğaziçi, ona atfedilen ‘elitizm’, ‘beyaz Türklük’, “kolejli olmak”, “aşırı modernlik” vs. anlamlarından dolayı -nesiller boyunca simgesel olarak kaale alınmamış, ve kültürel olarak dışlanmış alt sınıfların/kimliklerin toplumsal psikolojilerinde- bir taraftan öykünülen ve bu yüzden elde edilmesi arzulanan, diğer bir taraftan da hınç duyulan erişimi imkansız büyülü bir nesneye işaret ediyor. Sınıfsal farklılığa içkin olan bu eşitsizlik durumu fevkalade sorunlu ve yıkıcı bir toplumsal öznellik yapısının biçimlenmesine sebebiyet veriyor. Buradan bakıldığında, Türkiye’de ana akım muhafazakâr seçkin entelektüel tipolojisinde beliren en baskın duygu biri ötekine öykünmeyse, diğeri de öykünmeye yapışık ‘haset’ duygusudur. Bu duygu daha fazla maddi ve siyasi güç biriktirmekle tatmin olmuyor maalesef. Yani, hem öykünüldüğü, hem de nefret edildiği için zorla zapt edilmesi gereken Boğaziçi, ele geçirildiğinde de bu yeni seçkin türünün tatmin olabileceğine inancım yok, çünkü kurum/mekan zapt edildiğinde, söz konusu yeni seçkinlerin hayal dünyasını süsleyen Boğaziçi imgesi de büyülü halesini yitirecektir. Bu yüzden, yeni zümrenin tatminsizlikten ve yapısal mutsuzluktan müteşekkil psişik yapısı, uzun vadede zapt edilmesi gereken başka hayali kaleler veya imgeler icat etmek zorunda kalacaktır.
Bu haset duygusunu toplumsallaştıran kamusal figürlerin etkili bir kısmının eski Boğaziçili olması bu patolojik paradoksal durumu gayet iyi ifade ettiğini düşünüyorum. Belirli bir misyon ile Boğaziçi’ne atanan yeni seyyar rektörün “Ben de Boğaziçiliyim, ben de Metallica dinliyorum, bakın ne kadar da size benziyorum, haydi beni sevin” demesi de mesela bu dizginlenemeyen hevesi ve haseti ifade ettiğini düşünüyorum.
Elitizm eleştirisinin elbette yapılabileceğini ancak buradaki başat fantezinin var olan elit yapıları dönüştürüp daha demokratik bir düzen oluşturmak olmadığını belirten Küçük, “Burada söz konusu olan temel motif, var olan yapıyı ele geçirip aşkla karışık nefret ettiği ve kültürel anlamda kendisine üstün olarak gördüğü ötekinin yerine geçmek isteyen bir heves söz konusu. Siyasi veya iktisadi olarak olmasa da kültürel anlamda betonlaşmış bir alt sınıf refleksiyle karşı karşıyayız” dedi.
Küçük, Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan eylemlere destek veren öğrencilerin hedef alınmasına yönelik tavrı da eleştirdi. Türkiye’de tüm yapıların zapturapta alındığı bir dönemde bu haksızlık sadece Boğaziçi’nin başa çıkabileceği bir durum olmadığı gibi, ortaya çıkan toplumsal itirazın Boğaziçi’ni de aşan genel bir hoşnutsuzluğun ifadesi” olarak görmek gerektiğini belirten Küçük, “Çeşitli üniversitelerdeki öğrenciler bizzat kendilerinin de mustarip oldukları bir duruma itiraz ediyorlar” dedi.
Üniversite özerkliğinin ortadan kaldırılması ve üniversitede eleştirel bilginin üretilmesi şartlarının yitimine yönelik genel bir itirazın söz olduğunu vurgulayan Küçük, “Boğaziçili olarak biz kendimizi koruyalım ama memleketin geri kalanı batsın gibi bir tavrımız söz konusu değil, böylesi bir tek başına kendini koruma mümkün de değil, çünkü meselenin özü yapısal, genel ve evrensel bir özgürlük yitimine tekabül ediyor.”
Öte yandan, üniversitede akademik hayatın tahribatının önlenmesi ve akademik özerk yapıların bu şartlar altında nasıl olabileceğine tartışmaların devam ettiğini belirten Küçük, “Boğaziçi Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin ve diğer bileşenlerin çok büyük bir çoğunluğu, eleştirel bilgi üretme ve akademik özgürlükleri kapsayan evrensel ilkeler ve bir anayasal hak olarak tanunmış olan üniversite özerkliğinin tesis edilmesi noktasında ortaklaşıyorlar” dedi.
Küçük, “Vazgeçmiyoruz, kabul etmiyoruz” çizgisinde bir araya gelen çok çeşitli dünya görüşlerine sahip akademisyenlerin ve öğrencilerinden, ders vermekten, araştırma yapmaktan ve akademik özgürlük ve özerklik ilkellerinden vazgeçmeme tavrını güçlü bir şekilde dile getirmeye devam ettirdiklerini belirtti.
Kaynak: Artıgerçek, 10 ocak 2021
- Dilden Duyguya İdeolojinin Halleri ve İktidar* - 10 Eylül 2021
- Göç Sorun Değil Güçtür* - 31 Ağustos 2021
- Hedef alınan, üniversitenin bunca sene hanesine yazdığı kültürel ve simgesel gücüdür - 12 Ocak 2021